Boğaziçililerden Berke ve Perit için çağrı: Unutulmuş mahpuslar ülkesi

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, Naci İnci'nin şikayetiyle tutuklanan ve haklarında dava açılan Enis Berke Gök ve Caner Perit Özen ile 12 Boğaziçilinin yarın görülecek duruşması için çağrı yaptı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan Prof. Dr. Naci İnci’nin şikayetiyle 6 Ekim 2021 günü tutuklanarak cezaevine götürülen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri Enis Berke Gök ve Caner Perit Özen yarın (7 Ocak) ilk kez hakim karşısına çıkacak. Toplam 14 öğrenciye açılan davanın ilk duruşması saat 09.30’da İstanbul 22. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

Öğrenciler, "kişiyi hürriyetinden yoksun kılma", "görevi yaptırmamak için direnme", "kamu malına zarar verme", "kara ulaşım araçlarını kaçırma ve alıkoyma" gibi suçlamalardan yargılanacaklar.  

Duruşma öncesi "Unutulmuş Mahpuslar Ülkesi" başlıklı bir çağrı yayınlayan bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi, kamuoyu oluşturulması için sosyal medyada #FreedomForBerkeAndPerit etiketinin paylaşılmasını istedi.

Öğrencilerin hazırladığı çağrı metni şöyle:

"Unutulmuş Mahpuslar Ülkesi

Bundan tam 60 yıl önce, avukat Peter Benenson, iki Portekizli öğrencinin özgürlüğe kadeh kaldırdıkları için hapis cezası aldığını öğrenir ve bunun üzerine The Observer’a The Forgotten Prisoners (Unutulmuş Mahpuslar) başlıklı bir makale yazar. Bu makale şu cümleyle başlamaktadır:

“Gazetenizi haftanın herhangi bir günü açtığınızda, dünyanın bir yerinde, birisinin, görüşleri veya inançları hükümetince beğenilmediğinden, tutuklandığını, işkence gördüğünü ya da idam edildiğini okuyabilirsiniz.”

Yazılmasının üzerinden 60 yıl geçmiş olmasına rağmen, ne yazık ki bu cümle birçoğumuz için hala çok tanıdık. Yine o dönemki gibi, bu yazı da ‘özgürlüğe kadeh kaldıran iki öğrenci’ için yazıldı. Bu defa yer Türkiye, yani diğer adıyla Unutulmuş Mahpuslar Ülkesi.

Türkiye, Avrupa Konseyi’nin 2020 Cezaevi İstatistik Raporu'na (SPACE) göre, Avrupa'da nüfusa oranla en çok hükümlü ve tutuklunun bulunduğu ülke. 2021 yılında bu sayı, 292 bine çıkarak Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana cezaevlerindeki en yüksek mahpus sayısına ulaşıldı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), işlenen suç türlerine göre mahpus sayılarına yer verdiği verilerde, siyasi suçlulara göre bir ayrım yapmamakta. Fakat cezaevindeki hükümlülerden yüzde 16,85’inin (43 bin 554 kişi) ‘diğer suçlar’ kapsamında tutulmakta. Yani bu ‘diğerleri’ siyasi mahpusların dahil olduğu grup olmuş oluyor. Üstelik sadece cezası kesinleşmiş olan hükümlü sayısı verilerek, hükümlülere ek olarak ne kadar tutuklu bulunduğuna ilişkin bir bilgi vermiyor. Tüm bu verilerden yola çıkarak Türkiye’deki mahpusların oldukça büyük bir çoğunluğunun siyasi sebeplerden ötürü cezaevlerinde tutulduğunu söylemek mümkün. 60 yıl önce yapılan ‘appeal for amnesty’ çağrısını, bugünkü Türkiye için de yinelememiz şart. Bu çağrının önemini anlamak için 60 yıl önce yazılan The Forgotten Prisoners’daki şu cümleleri hatırlayalım:

“Bugün dünyadaki özgürlük durumunu nasıl belirleyebiliriz? Amerikalı filozof John Dewey bir keresinde şöyle demişti: ‘Eğer bir toplum kavramı oluşturmak istiyorsanız, gidin kimin hapishanede olduğunu bakın.’ Bu, takip edilmesi zor bir tavsiye, çünkü çok az hükümet cezaevinde tuttukları Vicdan Mahkûmlarının sayısıyla ilgili soruşturmaları memnuniyetle karşılıyor. Ancak özgürlüğün başka testleri de var: Basının hükümeti eleştirmesine izin veriliyor mu? Hükümet siyasi muhalefete izin veriyor mu? Devlete karşı suç işlemekle suçlananlar, tarafsız bir mahkemede hızlı ve aleni bir şekilde yargılanıyor mu? Tanık çağırmalarına izin veriliyor mu ve avukatları savunmayı en iyi düşündüğü şekilde sunabiliyor mu?”

Bu test maddelerini tek tek inceleyerek Türkiye’nin özgürlük durumunu belirlemeye çalışalım. İlk olarak basının hükümeti eleştirmesi maddesine bakacak olursak, bu konuda bir çıkmaza veya ikileme düşmek zor. Çünkü Türkiye, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) hazırladığı 2021 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre, 180 ülke arasında 153. sırada. Bunun yanı sıra, Türkiye Gazeteciler Sendikasının (TGS) hazırladığı rapora göre, son 1 yıl içerisinde 62 haber sitesine ve 1411 haber içeriğine erişimin engellenmesine karar verildi; toplam 7 milyon 488 bin 851 TL idari para cezası ve 41 defa yayın durdurma cezası verildi; 322 basın kartı iptal edildi ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlı olan Basın İlan Kurumu (BİK) gazetelere toplam 212 gün ilân kesme cezası verdi. Ayrıca BİK, geçen yıl resmi ilanların yüzde 78’ini iktidar destekçisi basına, ilan kesme cezalarının ise yüzde 97’sini muhalif gazetelere verdi. Basına yapılan bu antidemokratik uygulamalar, Türkiye’nin testin daha ilk maddesinden sınıfta kaldığını gösteriyor.

İkinci madde olan hükümetin siyasi muhalefete izin vermesine bakacak olursak, bunun en büyük örneğini Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) eski eş genel başkanı Selehattin Demirtaş’ın beş yıldır siyasi sebeplerle cezaevinde tutulmasında görebiliriz. Demirtaş, seçmen çoğunluğunu Kürt vatandaşların oluşturduğu HDP’nin eş genel başkanı iken, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından çok sayıda HDP milletvekiliyle birlikte tutuklandı. 2020’de AİHM, Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 18. maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. Osman Kavala ile birlikte Selâhattin Demirtaş’ın “siyasi nedenlerle” tutuklu olduğu sonucuna varıp derhal tahliye edilmelerini talep etti. AİHS’nin “Kararların bağlayıcılığı ve infazı” başlıklı 46. maddesine göre Türkiye, taraf devletlerden biri olarak AİHM kararlarına uyacağını kabul etmiş olmasına rağmen, Kavala ve Demirtaş’ın tutukluluğunu devam ettirerek AİHM kararını uygulamayı reddetmiştir. Muhalif bir parti liderinin siyasi sebeplerden ötürü beş yıldır tutuklu olması, Türkiye’de siyasi muhalefete izin verilmediğinin çok açık bir örneğidir.

Testimizin üçüncü maddesi olan, devlete karşı suç işlemekle suçlananlar, tarafsız bir mahkemede hızlı ve aleni bir şekilde yargılanması için, bu durumun insan hakları ihlallerinin en büyük örneklerinden biri olan askeri öğrencilerin davasına bakabiliriz. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından 300’den fazla askeri öğrenci tutuklandı ve tutuklu kaldıktan yıllar sonra çoğu müebbet hapis cezası aldı. 2016’da 18 yaşında olmayan yüzlerce askeri öğrenci, 18 yaşını doldurmalarının ardından tutuklanarak cezaevine gönderildi. Darbe girişiminde henüz 14-15 yaşlarında olan öğrenciler, darbe yapmakla suçlandı. 2021 yılının ilk aylarında, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutukluluk Çalışma Grubu, müebbet hapis cezası alan bir öğrenci hakkında derhal tahliye edilmesine karar verdi. Bu kararın, aynı suçlamayla karşı karşıya kalan diğer öğrenciler için birer emsal karar teşkil ederek tahliye edilmesi beklenirken, Türkiye üyesi olduğu ve aynı zamanda Yürütme Kurulu’nda yer aldığı Birleşmiş Milletler’in verdiği bu kararın gerektirdiği yükümlülüğü yerine getirmedi.

Verilen kararda yer alan “Avukat-Sanık ilişkisinin gerektiği ölçüde kurulmasına izin verilmediği ve gizliliğin ihlal edildiği”, “Avukatların tehdit edildiğini ve korkutularak gözdağı verildiği”, “Yeterince tanığın dinlenmediği ve lehte delillerin savcı tarafından dosyaya konulmadığı veya araştırılmadığı” gibi ifadeler, savunma hakkına vurgu yapan özgürlük testimizin son maddesinin de Türkiye’de ne yazık ki usulünce uygulanmadığını göstermiştir.

***

Tüm bu hukuka aykırı uygulamalardan anlıyoruz ki, Türkiye’de özgürlük, bir fısıltıdan ibaret. Özgürlüğü sesini yükselterek söylemek ve istemek ise, onu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmak, yani mahpus olmak demek. Kendi içinde bir paradoksa dönüşen özgürlük, savunucularının kararlılığına göre bir umuda da dönüşebiliyor. Bunun Türkiye’deki son örneklerinden biri de Boğaziçi Üniversitesi protestoları. 2 Ocak 2020’de Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden olan Boğaziçi Üniversitesi’ne, 1980 darbesinden sonra ilk defa üniversitenin kendi geleneğinden gelmeyen ve seçilmeyen bir rektör atandı. Bu atamayı kabul etmeyen öğrenciler, akademisyenler ve diğer üniversitesi bileşenleri 4 Ocak 2020’de protestolara başladı. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri bir yıldır hafta içi her gün aynı saatte, rektörlük binasının önünde toplanarak alkışlarla ‘Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz!’ sloganlarıyla kararı protesto ettiler. Bu süreçte ise 4 akademisyen rektörlük kararıyla üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırıldı. LGBTİ+ öğrenciler de süreç boyunca siyasetçiler üzerinden ayrımcı söylemlerin hedefi oldu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Araştırmaları Kulübü’nün (BÜLGBTİ+) atanmış rektör kararıyla kapatıldığını sosyal medya hesabından duyurdu.

Bir yıl boyunca süren protestolar sırasında, hem kampüs içinde hem kampüs dışında bine yakın kişi gözaltına alındı. Ana akım medyada, başta 12.. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere birçok siyasetçi tarafından, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine terörist suçlaması yapıldı. Ne var ki, gözaltına alınan öğrencilerin davalarındaki suçlamalarda terör suçlaması yok denecek kadar azdı. Hukuki olarak hiçbir dayanağı olmayan siyasi söylemler üzerinden, yüzlerce öğrenci günlerce gözaltında tutuldu. Dört öğrenci kırktan fazla gün boyunca hapishanelerde tecrit uygulanarak hücrelerde tutuldu. Adli kontrol şartıyla serbest bırakılan birçok öğrenciye yurtdışına çıkış yasağı konuldu. Bazı öğrenciler yüksek lisans için yurtdışındaki üniversitelerden kabul almasına rağmen, uygulanan yasaklardan ötürü eğitim haklarından mahrum bırakıldılar.

En temel insan haklarından biri olan eğitim hakkına hala tamamen erişemeyen iki öğrenci var: Enis Berke Gök ve Caner Perit Özer. Fizik ve tarih bölümünde okuyan bu iki Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi, tam 92 gündür cezaevinde. Tutsak edilmelerinin sebebi ise, atanmış rektörün şikayeti. Öğrencilerin avukatının verdiği bilgiye göre, 4 Ekim günü Berke Gök ve Perit Özer’in de aralarında bulunduğu birkaç öğrenci, atanmış rektörü görüp konuşmak için aracına doğru ilerliyorlar. Özel güvenlik görevlileri ise öğrencilerin etrafını sarıyor. Gök, görevlilerden daha önce temmuz ayında darp edildiği için uzaklaşmak amacıyla aracın üzerine çıkıyor. Başka bir güvenlik görevlisi de Gök’ü ayağından çekmeye çalışıyor ve arkadaşları da yanına gidiyor. Yaşanan bu olay üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan bir açılış konuşmasında, “Bunlar üniversitenin içine sızmış teröristlerdir.” ifadesini kullanarak öğrencileri hedef gösteriyor ve atanmış rektör öğrencilerden şikayetçi oluyor. Bu şikâyet üzerine 10 öğrenci gözaltına alınıyor, Gök ve Özer dışındakiler adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor.

Berke Gök ve Perit Özer, bu yaşananlardan da anlaşılacağı üzere birer siyasi mahpustur. Henüz yirmili yaşlarının başında olan bu iki öğrenci, üç aydan fazladır kaldıkları cezaevinde, üniversite eğitimlerine devam edemediler. Siyasi bir söylemden ötürü, en temel haklarından mahrum bırakıldılar. Fakat tüm bu olumsuzluklara rağmen, cezaevinden direniş ve dayanışma mesajları göndermeye devam ettiler. 7 Ocak günü ise tekrar mahkemeye çıkarılacaklar.

AKP hükümetinin son yıllarında, halk en temel anayasal haklarından biri olan adil yargılanma hakkından mahrum bırakıldı ve yüz binlerce insan mağdur edildi. Berke Gök ve Perit Özer de şu anda bu mağduriyetin birer öznesi hükmündeler. Yazdığımız bu yazı aracılığıyla, yaşanan haksızlığın artık son bulması için, bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olarak bir çağrıda bulunmak istiyoruz. 60 yıl önce, özgürlük dedikleri için hapse atılan iki öğrencinin uğradığı haksızlığın giderilmesi adına bir mektup çağrısı yapıldığı gibi, şimdi de özgürlük isteklerinden dolayı hapse atılan iki öğrencinin serbest bırakılması için herkese Tweet atma çağrısında bulunuyoruz. Türkiye’de kamuoyundan gelen yoğun tepki üzerine adil yargılama yapıldığına birçok kez şahit olduk. Bu kamuoyunun yurtdışında da oluşması durumunda, haksız yere 92 gündür cezaevinde tutulan iki arkadaşımızın özgürlüklerine kavuşacağına inanıyoruz. #FreedomForBerkeAndPerit hashtag’i ile atacağınız tweetler, onlar için birer özgürlük bileti olabilir. Şimdi, hemen bir tweet: # FreedomForBerkeAndPerit." (HABER MERKEZİ)