Boğaziçi’nin 'Humanities' dersi niçin önemli?
Birçok yoruma göre, Boğaziçi tek bir ders olsaydı, o da şüphesiz “Humanities” olurdu. Böyle kapsamlı bir ders içeriğinin müfredattan tedrici şekilde ayıklanma çabası, özünde, gençleri daha üniversite sıralarından muhafazakâr bir düzene ve düşünce yapısına tabi kılma, o meşhur “kültürel iktidar” olma özleminin temel taşlarını döşeme gayreti aslında…
Akademik özerklik talebini yılmadan yineleyen Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin dört yüz günü aşkın onurlu itirazı devam ederken, iktisat dünyasının saygın isimlerinden ve üniversitenin Ekonomi bölüm başkanı Prof. Ünal Zenginobuz üç aylığına görevden uzaklaştırılıyor ve eğitim programındaki kritik bir ders de giderek bu akademik kıyımın yeni bir nesnesi haline geliyor.
Bütün öğrencilere açık olan, insanlığın ürettiği büyük fikirler ve eserler üzerine iki dönemlik bir kültür dersi olan “Humanities” (Beşeri Bilimler), Boğaziçi mezunlarının farkını yaratan ders olarak biliniyor. Hatta birçok yoruma göre, Boğaziçi tek bir ders olsaydı, o da şüphesiz “Humanities” olurdu.
1959-1971 yılları arasında verilen bu unutulmaz ders, 1970’li yılların sonunda maddi kaynak yetersizliği nedeniyle sonlandıktan sonra, rektör Ayşe Soysal’ın gayretleriyle otuz yıllık aranın ardından yeniden oluşturulmuş ve 2008 yılında eğitim programındaki o özel yerini geri kazanmıştı.
2008’de başladığı günden sonra, zamanla her biri yaklaşık 25 kişilik 24 şubeye (takribi 600 öğrenciye) ulaşan ders, 2022 güz döneminde, sadece 4 şubeye düşmüş durumda. Dersi kimin vereceği ve -varsa- yurtdışından kimlerin konferansa davet edileceği belli değil.
Ders, değerli bir karma akademik üst komisyonun gözetimi ve denetiminde, bazıları sözleşmeli, bazılarıysa yabancı uyruklu hocalar tarafından veriliyor. Haftada iki kez tüm öğrencilerin katıldığı konferans, iki de tartışma şubesinden oluşuyor.
Tartışma şubesi, bir önceki haftanın konferansına ve okumalarına dayanıyor. Dersteki akademisyen, bir konu veya soruyu ortaya atıyor. Sorunun cevabı siyah veya beyaz gibi basit değil. Görüşünüzü oluşturup savunmanız ve karşı görüşe itirazlarınızı belirtmeniz gerekiyor. Bu aşamada hiçbir tabu yok. Tek kırmızı çizgi; bilinen gerçeklerle çelişmemek. Yani dünya düzdür veya yerçekimi yoktur dememek...
Bu bir nevi Ursula K. Le Guin’in “Büyümemiz için bize gereken gerçekliktir; insan erdemini ya da kötülüğünü aşan bir bütünlüktür. Bilgiye, kendimizi bilmeye ihtiyacımız var. Kendimizi ve gölgemizi görmemiz gerekiyor” diye ifade ettiği bilgi ihtiyacının bir yansıması. Kendimizi ve gölgemizi ancak bütüncül bir açıdan ve bunu önceleyen bir eğitimle görebiliriz.
Boğaziçi Üniversitesi’nin birçok akademisyeninden işittiğim, diğer hocaların da her dönem Humanities ders çizelgesinin ilanını heyecanla bekledikleri, mutlaka dinlemek istedikleri konferansları kendi kişisel takvimlerine ekledikleri yönünde…
Dolayısıyla ders, hem öğrencilerin kültürel birikimini oluşturmalarına hem de akademisyenlerin ilgi duydukları alandaki seçkin meslektaşlarını dinlemelerine olanak veren bir ortama dönüşüyor.
Ancak sözleşmeli hocaların sözleşmelerinin yenilenmemesi, yenilerin alınamaması, yabancı uyrukluların sayılarının azaltılması, konuk öğretim üyeleri için gerekli mali desteğin verilememesi dersi yok oluşa götürüyor.
Dersin devamı için idari destek, maddi kaynak ve organizasyon gerekiyor. İdeal olarak her dönem yurt dışından iki akademisyen geliyor; iki konferans verip birer hafta kalıyorlar. Diğer konferanslar ise, Boğaziçi’nin kendi akademisyenleri, yurt içinden diğer bazı akademisyenler ve tartışma şubesi hocaları tarafından veriliyor.
Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümü mezunlarından teorik bilgisayar bilimcisi ve bilgisayar bilimi profesörü Cem Say’ın ifadeleriyle, “Türkiye üniversitelerinin yıkılmasını izliyor.” Hem de ne yıkılma…
Boston’da dünyanın en iyi mühendislik üniversitelerinden kabul edilen Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT), hangi bölümden olursa olsun her öğrencinin, her dönem bir HASS (Sanat, Beşerî ve Sosyal Bilimler) dersi almak zorunda olduğu düşünüldüğünde, çağdaş dünyaya eklemlenme konusunda bu dersin kritik önemi bir kez daha göze çarpıyor.
MIT’in efsanevi rektörü Charles Vest’e göre, MIT’yi dünyanın diğer yerlerindeki muadillerinden ayırt eden şey, sadece mühendislik derslerinin iyi verilmesi değil, HASS derslerinin varlığı ve niteliği.
Vest bir konuşmasında özetle şöyle diyordu: “En iyi mühendislik eğitimi fen ve teknoloji derslerinin ötesine geçen bir akademik ortamda olabilir. Beşerî bilimler bizlere hayatımıza yön verecek değerleri kazandırır. Sanat, insanı saplandığı bağlardan kurtarıp özgürleştiriyor; sosyal bilimler içinde yaşadığımız sosyal ortamı küresel çapta tanıtıyor. Sakın ola ki MIT’de ileride program değişiklikleri yapılırken HASS grubu derslerinden vazgeçilmesin”.
İşte son günlerde sürdürülebilirliği şüpheli hale gelen Boğaziçi Üniversitesi’ndeki “Humanities” dersleri böyle uluslararası bir zemine dayanıyor.
Benzer bir temeli, 2000 yılında Galatasaray Üniversitesi’ne girdiğimde bir yıl diğer branşlardan öğrencilerle birlikte felsefe, sosyoloji gibi temel dersleri alırken edinmiştim.
Biraz daha farklı bir boyutta olsa da, Berlin’deki Barenboim-Said Müzik Akademisi’nde de müzisyenlere sadece müzik teorisi ve harmoni bilgisi verilmez, ama aynı zamanda felsefe, edebiyat ve tarih gibi temel dersler de vardır, çünkü burası sadece müzisyen yetiştirmeyi hedeflemez; felsefi derinliği olan, geçmişini anlamlandıran ve edebiyatla da zenginleştiren bireyler yaratmak ister.
Temel hedef, MIT’de de olsa, Boğaziçi’nde de olsa, Galatasaray Üniversitesi’nde de olsa, özgür zihinli bireyler yetiştiren bir eğitim vermek. Bir diğer deyişle, ana bilim dallarında uzmanlık edinmek isteyen gençler için temel entelektüel arkaplanı oluşturmak; bir mühendis veya iktisatçı olmak isteyen gencin zihninin arka koridorlarında “sanat tarihi de ne gereksiz bir ders” imgesini silmek, eleştirel düşünmenin ancak Humanities derslerinde verilen çekirdekle mümkün olabileceğini anlatmak amaçlanıyor. Yani, bir mühendis için de sanat tarihinin, emek piyasasında ve kişisel gelişiminde bir karşılığı olduğu gösteriliyor.
Lise eğitiminden görece donanımsız olarak çıkan kişiye, analitik düşünme ve Wikipedia bilgilerinin ötesinde kendini doğru ve kapsamlı şekilde ifade etme yetisi kazandırılan bu derslerde, öğrencilerin ufku, başka kurumlardan ve yurtdışından getirilen uzmanların verdiği konferanslar sayesinde genişliyor.
Bu konuda görüştüğüm ve 2016 yılında Humanities dersi çerçevesinde “evrenin evrimi” konulu bir konferans da vermiş olan, bu yıl ise üniversitede ders vermesine rektörlüğün izin vermediği Boğaziçi Üniversitesi fizik bölümünden emeritus Profesör Alpar Sevgen’in ifadeleriyle, “Birinci sınıfta Humanities dersi alanlar, daha sonra seçimli kültür derslerinde ilgi duydukları alanlara, kimi felsefeye, kimi edebiyata, kimi tarihe, kimi sosyolojiye vs. yöneliyordu. Yani 'Humanities' bir çınarın gövdesi gibi. Dallar, diğer kültür dersleri.”
Örneğin, 2016 yılı güz eğitim programına baktığımda, Gılgamış ve Mezopotamya, Mısır, Anadolu efsanelerinden, bilginin ve felsefesinin doğuşuna, Yunan felsefesine, Machbeth’e, Sofokles’ten Antigone okuması çerçevesinde tragedyanın kökenlerine, karşılaştırmalı dinler tarihine, Rönesans’ta Hümanizma, aşk ve şiir’e dek çok geniş bir yelpazede insanda yeniden üniversite sıralarına geri dönme arzusu yaratan bir yelpaze karşıma çıkıyor.
2017 yılı ilkbahar döneminde ise Descartes okumasıyla şüphecilik ve kesinlik tezatlığını öğrenen gençler, Rousseau’nun Toplumsal Sözleşmesi ile Sosyal Dönüşüm ve Devrim Fikri’ni tartışıyorlar; Karl Marx’ın Kapital’ini okurken modernite ve yabancılaşma konseptiyle tanışıyorlar; Darwin’in Türlerin Kökeni’nin sayfalarını karıştırırken biyolojik evrimi öğreniyorlar; Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Odası”yla modernizm, edebiyat, toplumsal cinsiyet ve estetik temalarına aşina oluyorlar.
Böyle kapsamlı bir ders içeriğinin müfredattan tedrici şekilde ayıklanma çabası, özünde, gençleri daha üniversite sıralarından muhafazakâr bir düzene ve düşünce yapısına tabi kılma, o meşhur “kültürel iktidar” olma özleminin temel taşlarını döşeme gayreti aslında…
Dolayısıyla, son dört ayda 16 konserin / festivalin iptal edilmesi de, mühendislik öğrencisinin örneğin David Hume’un bilgi felsefesindeki izlenimleri ve ideleri öğrenmesinin engellenmesi de aslında aynı hedefe yönelik.
Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü öğretim görevlisi Can Candan’ın ikinci kez görevden alınması ve kampüse girmesine izin verilmemesi, benzer şekilde “sistem dinamiği” alanının uluslararası akademik örgütü olan Systems Dynamics Society’nin Yaşam Boyu Başarı ödülünü alan Prof. Yaman Barlas’ın ve sosyoloji bölümü emeritus profesörü Faruk Birtek’in önümüzdeki dönem ders vermelerinin veto edilmesi de hep aynı sürecin halkaları: Shakespeare bilmeyen, hayatında hiç Voltaire okumamış, Aydınlanmacı düşünceyi öğrenmemiş, üniversite eğitimini taş binalarla sınırlı gören, “Humanities” dersinin gereksiz görüldüğü, çoklu disiplin anlayışını geliştiremeyen, entelektüel inceliği olan öğrenciler yerine “seri üretim” öğrenciler tasarlama hedefi üzerinden yavaş yavaş çürümesi istenen, tatsızlaşan bir akademi kurmak…
Bilgi kaynaklarının sınırsız olduğu, bu bilgi bombardımanı içinde doğru ve anlamlı bilginin adeta arkeolojik kazıyla ortaya çıkarılıp sentezlendiği bir çağda o ünlü “Rönesans insanı”na dönüşmek çok zor.
Ancak, bir mühendisin salt elektrik, elektronik, inşaat veya biyomedikal alanına dair terimlerle örülü bir koza içerisinde yaşamaması, her zaman çok değişik alanlara karşı ilgili olup okumalar yapması, en önemlisi de hayata karşı meraklı olması onu farklı kılar.
Tıpkı matematikçi olmasının yanı sıra başarılı bir kemancı da olan Einstein veya Fizik dalında Nobel ödülü sahibi olmasının yanı sıra şair ve ressam olan, “Başka şeylerle de biraz ilgili ol ki, böylece toplum istediğin şeyi yapmana engel olmasın” diyen, çok da güzel bongo çalan Richard Feynman gibi…
Son kertede, yaşamdaki amacımız, ‘uomo universale’ yani ‘evrensel insan’ olabilmek, yaşadığı devrin, kültürünün bütün unsurlarına hâkim, çok yönlü düşünebilen insan olabilmek… Boğaziçi’ndeki “Humanities” dersi işte bu hedefin en köklü araçlarından biriydi, öyle de kalmalı(ydı).