YAZARLAR

Bolşevikler Kuzey Kutbu’nun göçebe halklarına sosyalizmi nasıl ulaştırdı?

Burjuva-liberal kalemler, Sovyetler Birliği tarihinde ideali ararken, aynı tutkuyu sermaye hakimiyetindeki dünyaya göstermezler. Bu yüzden Sovyetler Birliği’nin diğer halklarla ilişkide yaklaşım farkı toz altında bırakılmaya devam edilecek. Onlar Sovyet modelinin dönemin kapitalist devletlerinde uygulanan modellerle olan farklılıklarını karşılaştırılmayacaklar.

Ekim Devrimi ve 1917 yılı hakkında herkesin az ya da çok bir fikri var. Geçmişin çürük yapısının nasıl yıkıldığı ve Bolşeviklerin hamleleri şüphesiz merkezde olmayı hak ediyor. Fakat Ekim Devrimi’ni diğer başarısız deneyimlerden ayıran asıl yan, ardından gelen zorlu inşa sürecidir. Bir proletarya diktatörlüğünü dünyada ilk kez yaratmak Sovyet deneyimi için daha önce hiç çıkılmamış, hatta çıkılabileceğine ihmal dahi verilmemiş bir dağa ulaşmak anlamına geliyordu ve üstelik tırmanışın pek çok engebeli yamacı vardı. Yolların en zorluları da Rusya İmparatorluğu’nun en ücra köşelerinden geçiyordu.

Bugün Sovyet deneyimini genel bir perspektifle aktarabiliriz. Şüphesiz bu daha kolay olacaktır. Ancak Moskova’dan binlerce kilometre ötede, çok daha başka toplumsal çelişkilerin var olduğu diyarlarda devrimin yankısı çok daha farklı ve çarpıcı bir şekilde duyuldu. Pek çok halk kendi kaderlerini Sovyetler Birliği içerisinde tayin ederek, arzuladığı modernleşme modelini yeni şekillenen bu sosyalist düzende buldu.

Çağı için oldukça özgün olan sosyalist modernleşme modeli, Rusya’nın içindeki ve dışındaki halklar için hem yeniliklerin kapısını araladı hem de mevcut düzenle çatışmayı beraberinde getirdi. Örneğin gerici üretim ilişkilerinin yeninden biçimlenmesi ya da kadınların toplumsal hayattaki eşitliği şüphesiz uzun ve zorlu bir koşuyu gerektiriyordu. Orta Asya ve Kafkasya’da bu sürecin nasıl işlediğine dair kabaca bir fikrimiz var. (1) Fakat Rusya’nın ne kadar büyük bir ülke olduğunu yüzölçümünü yazarak kavrayamayız. Yüzlerce halkın ve inancın yer aldığı, bu dev toprak parçasının ücra köşelerinde, diğer kültürlerden oldukça farklı pek çok grup yaşıyor: Mesela Sibirya ve Kuzey Kutup çemberi yakınlarında yaşayan yerli halklar. Ekonomik ve toplumsal modelleri, Sovyetler Birliği’nin diğer halklarından çok daha farklı ve bir biçimde mekanik anlamda ‘geri kalmış’ olan bu topraklarda sosyalizmin yankısı neler getirmiş olabilir? Üretim araçlarının kamusallaşması, avcılıkla geçinen halklar için tam olarak ne ifade etmiş olabilir? Cinsiyet eşitsizliğinin önüne geçmek hâlâ şamanların etkili olduğu yerlerde nasıl karşılanmış? Bilinç taşıma, aradaki farklılıklar diz boyu olduğunda ne gibi felsefi açmazları beraberinde getirmiştir? Ya da belki çok daha önemlisi, bu halklarla sosyalist inşa sürecine girmek Bolşeviklere neler katmış olabilir?

SÜRGÜNDE TEMASLAR

İşte bu son derece ilginç soruları yanıtlamak üzere Rusya’nın en doğu ucuna gidiyoruz. İstikametimiz, ABD ile Rusya’yı birbirinden ayıran Bering Boğazı’nın tam kıyısında bulunan ve Çukçi halkına ev sahipliği yapan Çukotka...

Bugün nüfusları 16 bin civarında olan Çukçiler, Tarih Değiştirme Çizgisi’nin çevresinde yaşayan yerli bir halk. (Burada ‘eskimo’ kelimesini kullanmamak gerektiğini, çünkü bu isim söz konusu halklar tarafından ‘aşağılayıcı’ bulunduğu gerekçesiyle kullanılmadığını belirtmeli. Üstelik çok geniş bir şekilde ve Kuzey Kutbu çevresinde yaşayan tüm halklar için kullanılan ‘eskimo’ kelimesi spesifik olarak herhangi bir grubu da işaret etmiyor.) 16'ncı yüzyıl sonunda başlayan Rus İmparatorluğu’nun doğuya doğru kolonizasyonu süresince Çukçilerle yaşanan ilk temasın (2) pek de ‘dostane bir an’ olduğu söylenemez. Üstelik mesele sadece ilk tanışma anının tatsızlığı ya da zor aygının yer yer kullanılmış olması değildir. Bu bölgeler ileriki yüzyıllarda sağlık ve eğitim gibi imparatorluğun kamu hizmetinden korkunç derecede mahrum kalmış yerlerdir.

Bolşevikler içinse Rusya’nın doğusundaki halklarla tanışıklık dönemi ilginç bir şekilde Ekim Devrimi’nden önceye dayanır. Pek çok Bolşevik, hayatının bir bölümünü Yakutistan ve Sibirya gibi ücra bölgelerde sürgünde geçirir. Buradaki devrimci sürgün enflasyonu, bir süre sonra bölge halklarıyla bir biçimde temasa neden olur. Örneğin Kuzey Buz Denizi kıyısındaki Yakutistan’da yaşayan Yakutların devrimci kuşağı bu etkileşimle birlikte şekillenmeye başlar. Yakut halkının genç öğrencileri Marksist fikirlerle tanışır, bu sırada Bolşevik sürgünler de tanıştıkları halkların sosyo-ekonomik ilişkilerini gözlemleme fırsatı bulurlar.

Bu farklar düşündürücüdür. Çukçiler üzerinden gidelim. Bu halkın büyük bir çoğunluğu geçimini ren geyiği çobanlığı ile sağlar, göçebe bir yaşam tarzını benimser. Bir diğer uğraş ise balina başta olmak üzere deniz hayvanı avcılığıdır. Bunlar haricinde kayda değer bir üretim biçimi olmadığı gibi Çukçiler’in töreleri de oldukça farklıdır. Şamanların dini ağırlığı, yüzlerce yıldır süregelmektedir. (Şamanlar, devrimin getirdiği teknolojik ve toplumsal yeniliklere karşı sert bir tutum alacak, Kızıl Ordu’ya karşı Beyazları destekleyeceklerdir.)

Bahsettiğimiz farklar imparatorluğun diğer halklarıyla karşılaştırılamayacak derecede büyüktür. Örneğin Ruslarla Tatarlar arasında dini bir ayrım söz konusu olmasına rağmen uzun yıllar boyunca devam eden kültürel etkileşim bir şekilde karşılıklı kimi alışverişleri görece mümkün kılmıştır. Oysa imparatorluğun bu köşeleri için aynı şeyi söylemek çok kolay değil. Hatta bırakın kültürel yakınlığı fiziki/ekonomik yakınlık bile tartışılır cinstendir. Öyle ki Çukçilerin yanı başındaki Alaska’da bulunan ABD’li vahşi hayvan kürkü tüccarlarıyla olan ilişkileri Moskova ile olan bağlarından daha canlıdır. Bu ticaretin ekmeğini yiyenler, devrim Çukçilere ulaşınca farklı bir hal alır.

DEVRİMDEN SONRA

Ekim Devrimi’nden ancak birkaç yıl sonra, Bolşevikler Çukotka’ya ulaşabilir. Kapitalist devletler ve Rusya’nın gerici güçleri tarafından desteklenen Beyaz Ordu ile savaş, ülkenin doğusuna ulaşmayı daha da imkansız kılar. Oldukça küçük bir yerleşim olan Anadir’e ulaşan ilk Bolşevikler yerel yönetimi ele geçirir ve buradaki birkaç kürk deposunu kamulaştırır. Böylece Çukotka’nın ilk devrimci Sovyet komitesi (Revkom) kurulur. Ancak bölgedeki tüccarların da desteğiyle birlikte Revkom 6 ay gibi kısa bir sürede dağıtılır, çoğu komite üyesi öldürülür. Kızıl Ordu, Çukotka’nın Beyaz Ordu’dan kurtuluşunu ancak 1923 yılında ilan edecektir.

Çukçilerin göçebe oluşları ve geçimlerini ren geyiği çobanlığı ya da balina avcılığı üzerinden sağlamaları, Bolşevikler için klasik ‘sovyet’ modellerinden farklı bir uygulamayı zorunlu kılar. Üstelik ülkenin kuzeyinde Çukçiler gibi onlarca halk vardır. Bu yüzden gerek ekonomik gerekse kültürel engellerin önüne daha sağlıklı bir şekilde geçebilmek için çoğunluğu etnograflardan bir grup Bolşevik tarafından 1924’te Kuzey Komitesi kurulur. Ardından 1925 yılında Sovyetler Birliği’nde bilimsel çalışmalar yürütecek bir enstitü açılır: Önce Leningrad Devlet Üniversitesi’ne bağlı olarak çalışmalara başlayan Kuzey Halkları Enstitüsü bir süre sonra bağımsız hale gelir. Böylece ulaşımın kışın yalnız köpek ya da ren geyikleri tarafından çekilen kızaklarla yapıldığı, yazınsa çamura dönen toprağı böceklerin işgal ettiği, asli gıdanın fermente edilmiş balina eti ve haşlanmış ren geyiği olduğu bu topraklarda sadece sosyo-ekonomik değil, aynı zamanda doğa ile bir savaş başlar…

‘KIZIL ÇADIRLARDA’ İNŞA BAŞLIYOR

Yıkılan Çukotka Revkom’u 1927’de yeniden kurulur, bu komitenin mümkün olduğunca Çukçilerden oluşmasına özen gösterilir. Komiteye katılan Çukçilerin, herhangi bir ‘şefe’ bağlı olmadıkları ve hiyerarşik olarak tüm toplumla aynı seviyede oldukları aktarılır. Revkom’un asıl gündemi, bölgedeki Ren Geyiği sürülerinin örgütlenmesidir.

Yapılan çalışmalar doğrultusunda yerli ekonomisinde üretimi yükseltme kararı alınır. Kuzey’in kolektifleştirilmesi elbette ren geyiklerini ilgilendirmektedir. Bolşevik bir Revkom üyesi Çukçilerle iletişimlerini şöyle anlatıyor: “Çukçiler beni sıcak ve bir şekilde karşıladı. Sürülerini ilgilendirmeyen genel ve soyut konulardan bahsederken oldukça istekli bir şekilde konuştuk. Fakat mevzular ren geyiklerine ve ren geyiği çobanlığına dokunduğu zaman Çukçiler temkinli bir tavır takındılar ve konuşmayı kestiler.” Bu yüzden daha küçük adımlar tercih edilir. Önce emekçilerin kendi üretim araçlarına sahip olduğu avcılık üretici kooperatifleri kurulur.

Başka alanlarda daha büyük ölçekte kimi girişimler olur. Mülkiyetin topluma ait olduğu kimi ren geyiği çiftlikleri kurma çabaları ilk olarak yerliler tarafından hoş karşılanmaz. Bolşeviklerin ‘sürü sahibi’ olmak istedikleri zannedilir. Bölgeye gönderilen veterinerler ve zoologlar tundrada üretimi arttırma çalışmaları yapar. Tabii bu çalışmaları tundra boyunca uzanan göçebelere anlatmak gerekir. Bu yüzden göçebelerin bulunduğu yerlere giden ‘kızıl çadırlarda’ eğitimler düzenlenir. Fakat burada da yeni çelişkiler alevlenir. Şamanlar, ‘bölgedeki sağlık ya da eğitim çalışmalarının ren geyikleri için bir düzenbazlık olduğu’ fikrini yayar. Bu kızıl çadırlarda ‘kadınların erkeklerden önce konuşabiliyor oluşu’ da şamanlar için ‘yozlaştırıcı’ bulunur. Sürüsüne güvenen bazı göçebeler kolektifleşmeye dahil olmayarak tundranın derinliklerine kaçar. Sovyet yetkilileri ren geyiği kolektifleştirilmesinin önündeki en büyük engel olarak şamanları ve kulakları görmektedir. Bir süre sonra zorunlu kolektifleştirilme hamlesi uygulanır. Böylece Çukotka 1934’e kadar gönüllü ya da zorunlu olarak ciddi oranda kolektifleştirilir.

DÖNÜŞÜM

Şüphesiz söz konusu çelişkilerin bazılarıyla ilk karşılaşan Sovyetler Birliği değildir. Dünyanın sosyalist olmayan diğer bazı ülkelerinde de daha geç zamanlarda olsa da benzeri bir modernleşme deneyimlerine rastlıyoruz. Ancak arada iki ciddi fark var. Bunlardan birincisi Bolşeviklerin bölgeye götürdüğü kamu hizmetlerinin ve toplumsal değişimlerin sadece kültürel bir çelişkiden ibaret olmayışı, aynı zamanda ekonomik çelişkilerle de mücadele edilmesi. Elbette kimi zaman iç içe geçen bu çelişkiler, yürünen yolun çok daha eğimli bir yol olmasından ileri geliyor. İkinci önemli fark ise yaklaşım. Bahsettiğimiz zaman diliminde dünyanın hâlâ çok büyük bir bölümünde kölece sömürge koşullarının hakim olduğunu unutmamak gerekiyor. Kapitalist bir modernleşme modelinde, sistemin doğası gereği kârın gözetildiğini de unutmamalı. Buna karşın çeşitli milletlerden Bolşeviklerin bilinç taşırken böylesi bir ‘kârı’ ön plana koymadığı oldukça açık bir şekilde görülüyor.

Nasıl mı? Bunu da Çukçiler üzerinden yanıtlayabiliriz. Sovyetler’in Çukotka’da yarattığı ücretsiz kamu hizmetleri, sınırlı ve zorlu imkanlara rağmen yaratılan kolektif üretim biçimleri deneyimleri, teknolojik gelişim, medeni hukuk düzenlemeleri hayret verici bir hızda kabul görür. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist dönüşüm şaşırtıcı derecede destek bulur. Üstelik Çukçilerin ve diğer kimi Sovyet halkları, tüm bunları çeyrek yüzyılda kat etmiştir.

1950’lerden ilginç bir anekdotu Kuzey halkları üzerine çalışan ABD’li Prof. Bathsheba Demuth dile getiriyor. Zamanında Çukotka’da kurulan bir kolhoza ilk katılanlardan biri Tymnenentyn adında itibar sahibi bir Çukçidir. Üç eşi bulunan Tymnenentyn, yaşlanıp hasta yatağına düştüğü zaman Çukçilerde adet olduğu üzere erkek kardeşinden kendisini öldürerek kurban etmesini talep eder. Tıp hizmetleri bölgeye ulaşmış olsa da şamanların propagandalarıyla birlikte kimi Çukçiler, uzun bir süre tedavi olmaya şüpheyle yaklaşır. Fakat Tymnenentyn’in kardeşi ‘artık yeni bir zaman diliminde yaşadıklarını’ hatırlatır ve ‘atalarınca yaratılan geçmiş kanunların ve pratiklerin artık geçersiz olduğunu’ söyler. Duruma dehşet içinde müdahale eden bir Sovyet etnograf ‘hepimiz yeni bir zaman diliminde yaşıyoruz, biz Ruslar da tıpkı Çukçiler gibi… Hastaların acı çekmediği, iyileştirilebildiği bir zaman dilimi’ ifadelerini kullanır. Bu sözlerin ardından Tymnenentyn ölüm yerine tedaviyi seçer. Böylece adak olarak kendini değil, içindeki başka şeyleri sunar. 

Bu noktada metnin başında sorduğumuz sorular arasında en dikkat çekici olanına, yani tüm bu etkileşim süreçlerinden Sovyetler Birliği’nin öğrendiklerine değinebiliriz. Ünlü Sovyet bilimkurgu yazarları Arkadi ve Boris Strugatski’nin "Tanrı Olmak Zor İş" kitabı, Sovyetlerin zaman zaman yaşadığı benzeri çelişkiyi sıra dışı bir şekilde aktarıyor. Kitap hakkında daha önce konuşmuştuk (3), o nedenle fazla detaylandırmayalım. Ancak bilinç taşırken, toplumsal gelişim merdivenleri tırmanılırken, ‘uzaydan gelen biri olarak’ yapabileceğiniz müdahalelerin ölçüsüz ve bol keseden olamayacağını, aksi takdirde farklı sorunların gün yüzüne çıkabileceğini düşündürücü bir şekilde ortaya koyuyor diyebiliriz. Dolayısıyla sadece Sovyetler Birliği değil, tüm uygarlık tarihinin bu deneyimden öğrendiği bir şey var: O da ‘üstten inme modernleşme modelleri’ karşısında bir alternatifin mümkün olabileceği. Aydınlanmacı yaklaşım yerine daha pragmatik, toplumlar üzerine çalışarak, yanıtları toplum bilimlerde arayarak sonuçlara ulaşmak…

İKİ DÜNYA

Bölgeye ilk giden öğretmenlerden biri, "Bering Boğazındaki Çukotka, yeni ve eski iki gün ile yeni ve eski iki dünyanın buluşma yeridir: Sosyalist ve kapitalist iki dünya…” ifadeleriyle Bering Boğazı’nı izlerken hissettiklerini aktarır. Bilindiği üzere tarih değişim çizgisi bu boğazda olduğu için, incecik alanda ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki saat farkı bir gündür.

Fakat bu Sovyet vatandaşı öğretmenin sözlerinde mübalağa yok. Bahsettiğimiz yıllarda dünya üzerinde yerlilere yaklaşım konusunda daha ileri bir modele rastlayamıyoruz. Bu grupların kültürlerini ve dillerini korumaya mümkün mertebe özen gösteren, bununla birlikte sosyalist bir ekonomik modeli o halkın koşullarıyla işlemeye çalışan başka bir deneyim var mıydı 1920’lerde? Kâr hırsını öncelemeyen bir modernleşme modeli yaşanmış mıydı? Kendini ‘gelişmiş’ ve ‘uygarlığın temsilcisi’ olarak öne süren sermaye düzenlerinde bir insanın ırkı ya da kültürel geçmişi birincil derecede önem arz etmiyor muydu? Bugün dahi bu yaklaşıma rastlamıyor muyuz?

Burjuva-liberal kalemler, Sovyetler Birliği tarihinde ideali ararken, aynı tutkuyu sermaye hakimiyetindeki dünyaya göstermezler. Bu yüzden Sovyetler Birliği’nin diğer halklarla ilişkide yaklaşım farkı toz altında bırakılmaya devam edilecek. Onlar Sovyet modelinin dönemin kapitalist devletlerinde uygulanan modellerle olan farklılıklarını karşılaştırılmayacaklar. Elbette Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyet’inin aslan payına sahip olduğunu reddedemeyiz ve doğal olarak da bu kültür Sovyetler Birliği’nde ön plana çıkmıştır. Ancak, Sovyetler Birliği’nin tutumundan söz ediyorsak eğer kendi çağdaşlarıyla bir kıyaslama yapmamız gerekiyor, sadece ve sadece Sovyetlere biçilen ‘ideali arayış’ kaftanına göre değil…


(1) https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2018/11/03/ekim-devriminde-musluman-kadin-simdi-ben-de-ozgurum  
(2) İlk temasın tarihi tam olarak belli olmasa da en erken kayıtlar 17. Yüzyıla dayanır.
(3) https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2020/08/15/zamanda-yolculuk-yapsaniz-spartakuse-silah-goturur-muydunuz  

Daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler:

1- Soviet Policy Toward Siberian Native People: Dennis Bartels, Alice B. Bartels

2- When the Soviet Union Freed the Arctic from Capitalist Slavery, Bathsheba Demuth

3- Waldemar Bogoras And The Chukchee: A Maestro And a Classical Ethnography, Igor Krupnik

4- https://www.rbth.com/history/334866-how-shamans-were-persecuted 

5- https://www.rbth.com/history/332331-russia-cossacks-chukchi-chukotka-war 


Kavel Alpaslan Kimdir?

1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.