YAZARLAR

Bölüşüm şokundan bölüşüm kavgasına…

Her bölüşüm şoku peşinden bir bölüşüm kavgası getirir. Türkiye geçmiş 10 yılın ardından bu aşamaya geçiyor gibi. Dolayısıyla yerel seçimleri belirleyen ‘boş tencere’, bundan sonrası için de siyaseti belirlemeyi sürdürecektir ve onu çok daha parçalı hale getirecektir.

Yerel seçim sonuçlarına dair değerlendirmelerin odağında ‘boş tencere’ var. Bir önceki seçimde beklenen ekonomi etkisi, bu seçimde fazlasıyla kendini gösterdi. Ama belli ki, emekçilerin ağır yoksullaşma süreci sadece seçimde ortaya çıkan sürpriz oy tablosuyla sınırlı kalmayacak.

Bunun iki temel sebebi bulunuyor. İlki; enflasyonun maliyetinin, Mehmet Şimşek programıyla yaşam imkanları daha fazla kısılarak emekçilerin hesabına çıkarılacak olması. Büyüme hızını düşürecek program, yoksulluğun yanında bir de işsizliği dayatacak. Emekçileri sert bir kriz bekliyor.

İkincisi; son 10 yılda yaşanan toplumsal yıkımın sonuçları geçici görünmüyor. Toplumun yapısı derinden etkilendi. Çalışanların üçte ikisine yakını asgari ücret ve civarına sabitlendi. EYT vb. uygulamalarla ve nüfusun yaşlanma hızının artmasının doğal ürünü olarak, devasa bir yaşlı ve emekli kesimi ortaya çıktı.

Milyonlarca kişiyi kapsayan bir ‘yaşlı yoksul nüfusa’ sahip Türkiye.

Emeklilik tek başına geçim sağlayamayan, ancak bir tür ‘yan/ek gelir’ işlevi görüyor. Bu yetmezmiş gibi başta öğrenciler olmak üzere neredeyse her yaş grubunu kapsayan bir de ‘genç yoksulluğu/geleceksizliği’ bulunuyor. Bir de iş gücü dışına düşmüş, sosyal yardımlar ve destekler olmadan ayakta dahi duramayacak olanların sayısı ciddi oranda yükseldi. Yapışkan yoksulluğun tabanı genişledi.

Yani belli bir dönemde, belli koşullarda, belli miktarda kaynağı, belli bir kesime aktararak rıza üretebilmenin imkanları hayli sınırlandı. Mesela; bir zamanlar esnaf politikası siyasete seçim kazandırırdı. Veya 2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminde siyaseti gençler belirleyecek denilirken, 2024 yerel seçiminde emekliler damga vurdu. Eskiden KİT işçileri varken, toplu sözleşme zamları siyasetin kilit konusuydu. Şimdi devlet kadrolarına atama bekleyenler gündemde.

İşte ‘seçim-boş tencere’ arasında kurulan kaba, doğrudan ilişki esasında böylesine karmaşık, tek boyutlu anlaşılamayacak, toplumsal sınıfları daha da belirginleştiren bir ekonomi politik zeminde hükmünü icra ediyor. Haliyle 20, 10 veya 5 yıl önceki bir topluma bakmıyoruz. Son yıllarda pek çok iktisatçının büyümeden sermayenin ve emeğin aldığı payları hesaplayarak net bir şekilde, son derece isabetli tanımladığı üzere ‘bölüşüm şoku’, toplumsal yapıyı darmadağın etti. Ancak iktidar bu ‘bölüşüm şokunun’, bir ‘bölüşüm kavgasına’ evrilmesini önleyebildiği için ömrünü uzatabiliyordu.

Nitekim onca yoksullaşma varken siyasetin sanki bundan hiç etkilenmiyormuşçasına seyretmesinin altında, emekçiler açısından esası borçlanmayı, sermaye açısından varlık birikimini hızlandıran bir kaynak paylaşımı vardı. Ve ilginç biçimde bu, devleti ödemeler krizinin eşiğine getiren düşük faiz politikası sayesinde gerçekleşti. Düşük faiz üzerine bina edilen kredi mekanizması ile reel ücretleri anlamlı düzeyde artmayan emekçi kesimlerin tüketimi, ileriye dönük borçlanmayla finanse edildi hatta ev, araba vb. varlık edinmesi sağlandı. Sosyal yardımlar, tarım arazilerinin dahi inşaata açılarak imar rantından aktarılan kısmi payları, devlet kadrolarının dağıtımını da buna ekleyelim. Emekçilerin krediye dayalı bu tüketim gücü enflasyonla darbe yedi ve ani bir yoksulluk şokuna uğradılar. Ancak aynı kredi mekanizması şirketlerin döviz borcunun kamulaştırılmasını sağlayarak da sermayenin kârını, sermayedarların varlıklarını da şişirdi. Kamu kredi dağıtımının bedeli olarak dövizle borçlanıp maliyetini üstlendi. O maliyet Şimşek programıyla çalışan sınıflara yükleniyor şimdi.

Özetle ‘bölüşüm şoku’ toplumun büyük bir kısmının kazanmış göründüğü bir kumar masasının altında gerçekleşti. Oysa iç kaynaklar sermayeye varlık ve kâr olarak transfer edilirken, emekçiler ha bire kasaya borçlandılar.

İşte yerel seçimdeki manzara, ‘bölüşüm şokunun’ şokunu atlatan emekçi kesimlerin bir ‘bölüşüm kavgasına’ giriştiğinin de işareti oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın emekliye veremediği para, emekçiye borç-sermayeye varlık olarak yazılan yılların paylaşımın nihayete erdiğinin, bundan sonrası bir kavga sebebi haline geldiğinin işaretiydi. Üstelik kavga sadece emekçilerle sermaye arasında cereyan etmeyecek gibi. Faiz şoklarına dayanıklı esnekliğe sahip, küresel pazarlarla entegrasyonu güçlü sermaye ile krediye muhtaç, ihracatçı sermaye arasında da farklı biçimler altında kavgaya tanık olacağız gibi. Bununla da bitmeyecek elbette. Tamamen kamusal olanakların birleştirdiği, bir büyük çıkar koalisyonu olarak iktidar içinde de görülecek mutlaka. Onca belediyenin kaybedilmesiyle ilk emareler çıkmaya başladı bile.

Dolayısıyla ‘boş tencere’, yerel seçimlerdeki manzarayı anlamak bakımından bir çıkış noktası değil sadece. Bundan sonrası için bir kavgayı da temsil ediyor. Küresel konjonktürün de 2000’lerin ilk 10 yılındaki gibi olamayacağını düşünürsek, bu kavga siyaseti çok daha parçalı hale getirecektir. Zira her bölüşüm şoku, peşinden bir bölüşüm kavgasını getirir. Türkiye bu aşamaya geçiyor artık.