YAZARLAR

Bomonti’nin çatısındaki Mamut uğultuları

İstanbul Bomonti’deki tarihi bira fabrikası alanında bir çatı katına sığan 40’ı aşkın Türkiyeli genç sanatçı, ülkenin ve dünyanın nabzını tutan yapıtlarıyla 8 Kasım’a kadar ziyaretinizi bekliyor. İnternet üzerinde de keşfe açık sergi, kültür-sanatın asıl en zor zamanlarda ‘ne işe yaradığına dair’ saygı duyulacak içtenlik ve büyüklükte bir enerji takası öneriyor.

Türkiye beşik gibi sallanıyor. İlelebet böyle sallanacak. Bizler, 30 Ekim 2020 Cuma İzmir Seferihisar sarsıntısını, sanki bu memlekette yaşadığımız ilk âfet gibi şaşkınlıkla tecrübe ederken, bilim insanları bunu zaten yıllardan beri bas bas bağırıyor.

Ama beşik çok kalabalık, beşiktekiler çok aç oldukları için, gerek mimarî, gerekse sosyal manâda sürekli dikey yapılaşmadan mustarip, bir türlü huzur bulamıyor ve üzerindekiler de sürekli ağlıyor, aç veya yalnız bırakılıyor. Bunun için, büyükşehirlerin siluetlerine bakmak, yetiyor. Bir yandan da herkes, maskesini fiilen ve mecazen takmış, ‘kullan at’ veya ‘aç bitir’ bakışlarla, birbirine gözünü gönlünü kırpmadan, ağzına geleni susuyor veya siber lakaplar ardına saklanan kimi sözde insanlar, anbean nefret suçu veya psikoteknik şiddet vakası işliyor, eh onları da siber suçlarla mücadele eden emniyet birimleri aralıksız, ekran ekran, satır satır kovalıyor. Ama bazen felaketler kardeşliğin de mayasına katkı yapıyor. Ülkeler, insanlarının acılarıyla el sıkışıyor, birbirine komşuluğunu anımsıyor.

Hal böyle iken, her seferinde olduğu gibi en ağır eleştiri ve tasfiye darbesini, yine kültür-sanat alıyor. Misal, kimilerince ‘bu koşullarda bir avuç burjuvanın keyfi ve egosunu tatmin uğruna yayınlandığına, dinlenip açıldığına’ kanaat getirilerek nefretle ötekileştirilen birçok etkinlik, deyim yerinde ise ahlâk cinayetleri işlenircesine, daha deneyimlenip anlaşılmadan bile ya itibarsızlaştırılıyor veya doğmadan öldürülüyor. Ama Dünyanın birçok ülkesinde kültür-sanat, aynı zamanda demokrasi sigortası gibi işliyor ve taşıdığı ifade özgürlüğü ile muhalefet bilinci, soluğunu, görünürlüğünü ve çeşitliliğini düpedüz ve iyi ki buradan ediniyor.

Her kentin kendi içinde olduğu kadar İstanbul’un da kültürel fay hatları bulunuyor. Hatırlayan, kentin altını üstüne getiren, çok sesliliğini toprağın altına iten o büyük sembolik depremleri gayet iyi hatırlıyor. 1955, 1980, 2013 gibi rakamların kentin evrensel kimliğine nasıl sirayet ettiğini, biraz yoğunlaşınca vicdanı olan herkes eminim ki halen gözlerinden taşırıyor.

Kente kimliğini kazandıran bu semtlerden bir tanesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek yıkılan tarihi Bomonti Bira Fabrikası alanına komşu bir noktada, Yapı Kredi bomontiada: ismiyle, bir kültür sanat kompleksi faaliyet gösteriyor. Bu alanda ayrıca, Ara Güler Müzesi de hizmet veriyor.

Aynı zamanda bir soylulaştırma/mutenalaştırma ve geçmişine sahip çıkma geriliminden mustarip alanda, yakın zamana kadar çok önemli sergilere imzasını atmış uluslararası Leica Sanat Galerisi’nin İstanbul biriminin, bir süredir hizmet vermeyerek, yalnızca fotoğraf makinesi ve ekipmanına dayalı satışa odaklanması ise, insanı daha kapıdan girer girmez düşündürüyor. Oysa ilgili kompleksin adeta dibinde, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi gibi çok önemli bir fikir ve eylem ‘fabrikası’nın da var olması, bölgenin geleceğine inadına umut ve verimlilik tohumları ekiyor.

Keza, Cumhuriyet gazetesinin 21 Ağustos 2020 tarihli haberinde verilen tarihsel bilgilere yaslanarak söylemem gerekirse, “Bomonti Bira Fabrikası, Osmanlı Devleti'nde II. Abdülhamit döneminde, 1890'da Feriköy'de kurulmuş.”

Bu da, günümüz Türkiye iktidarının sürekli sahiplendiği yerli ve millî ecdad - hafıza modelini ele aldığımızda, yine başlı başına bir ironi ortaya koyuyor. Fabrikanın yaşam öyküsüne geri dönelim: “İsviçreli Adolf ve Walter Bomonti kardeşlerin üretim imtiyazı alarak kurdukları Bomonti Bira Fabrikası'na 1930'lardaki milleştirme süreciyle 1938'e kadar üretim izni verilmiş. Bu sırada semt, Bomonti'den sonra açılan bir çikolata fabrikası ve bir buz fabrikasıyla birlikte bir sanayileşme dönemine girmiş. 1928'de Meşrubat İnhisarı kurularak ihaleye çıkarılan, ancak verilen izin bitmeden önce bir yıl Polonyalı bir şirketin yönetimine giren fabrika, 1934'te ise Tekel’e (bir bakıma yeniden devlete) verilmiş görünüyor. Kurum, Tekel'e geçişinin ardından ise, Pilsener ve "Türk Birası" adı altında üretime devam ediyor. Açtığı bira bahçeleriyle de bir geleneği başlatan marka olarak tarihe geçen fabrika, 1930'lu yıllarda İstanbulluların hizmetine açılan Bomonti Bira Bahçesi ile bu hizmeti 1950'li yıllara kadar sürdürüyor. Fabrika ise Tekel şartlarının yumuşatılmasının ardından 1967'de İzmir'de 1969'da İstanbul'da Cumhuriyet döneminin ilk özel bira fabrikaları kurulunca pazar payını yitirmeye başlıyor. Bomonti adının kullanılmasının kaldırılmasından sonra, uzun yıllar "Tekel Birası" adı altında üretimini sürdüren fabrika, 1976'da 37 milyon litre üretime ulaşırken, 1991'de üretim durduruluyor ve fabrika boşaltılıyor.

Bunun akabinde, Fabrika 1998'de İstanbul 1 No'lu Kültür Koruma Kurulu tarafından “korunması gereken kültür varlığı” olarak ilan ediliyor. Eylül 2019'da İstanbul 2 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Hazine Maliyesi’ne ait Bomonti Bira Fabrikası'nın birer parçası olan “Eski Malt Binası”, “Eski Silo”, “Eski Arpa Temizleme Binası” ve “Eski Kazan Dairesi” taşınmazlarının Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsisine onay veriyor. Kurul, ayrıca 13 Haziran 2019'da aldığı kararla, "Topçu Kışlası" projesinin de mimarı olan Halil Onur’un tescilli yapıların bulunduğu alana ilişkin hazırladığı ve içinde mescit, yurt, sergi salonu ve katlı otopark bulunan projeyi de uygun bularak, söz konusu taşınmazların söküm ve yıkımına da izin veriyor.”

Bu uzun girizgâhı yaptım, çünkü Türkiye’de depremler yer altında olduğu kadar, yer üstünde de sürekli yaşanıyor ve birçoğumuz yine bunların ya farkında olmuyor, ya da olup bitenler bireysel veya kamusal çıkarlarımızla bir türlü bağdaşmıyor.

İşte bu koşullarda bomontiada’da 8 Kasım’a kadar randevu ve pandemi nedeni ile 45 dakikalık seanslar dahilinde randevu alınarak izlenen Mamut Art Project’in bu yılki buluşması, Türkiye güncel sanatı üzerinden ülkenin ve dünyanın hali pür melâlini okuyabilmemiz adına çok kıymetli ‘zemin etüdleri’ vadediyor.

.

Ancak baştan söyleyelim, serginin içerdiği sanatçıların aynı zamanda mekânda yer almayan birçok yapıtını da, en az sergi kadar emek verilmiş resmî internet sitesi üzerinden keşfedip, deneyimlemeniz mümkün. Sergiye asansörle varılıyor ve sanat tarihsel manâda aklıma ilk gelen yakınlık ve sıcaklık, ürettiği bir aradalık ve dayanışma ile ‘Tavanarası Ressamları’ oluyor. Sergilenen tüm işler, girişimin internet adresinde yer alan e-posta vesilesiyle kurulan irtibat ile satın alınabiliyor.

Ardından aklıma, yapıtların birbirlerine böylesine yakın ve mütevazı yerleştirilme biçimleri sebebiyle, Feriköy organik ürün ve bit pazarının o iyimser, sosyal kalabalığı ve samimiyeti geliyor. Bununla birlikte, 44 sanatçının katıldığı ve kataloğunun da tamamı internet üzerinde incelenebilen serginin bu yılki jürisi ise, Selçuk Artut, Çelenk Bafra, Aslı Çavuşoğlu, Aslı Sümer ve Erol Tabanca gibi sanatçı, koleksiyoner, koordinatör ve küratör-eleştirmenlerden oluşuyor.

Bir defa şunun adını bir yemin sağlamlığı ile koyalım: Çok değerli bir sponsorunu son anda kaybederek büyük güçlük yaşamasına rağmen hayata geçirilen bu sergideki bütün sanatçıları, yeteneklerini, dünya görüşlerini ve özgün kimliklerini asla birbirlerine düşürmeksizin ve atlamaksızın, sabır ve merak içinde, ibretle keşfetmenizi öneriyorum.

.

Artık adına X,Y,Z, ne derseniz deyin, o kuşağa veya kuşaklara mensup yaratıcı bireylerin, nasıl bir Türkiye izahı ve meşguliyeti içinde olduklarıyla yüzleşmek adına, bu sergi çok önemli bir imkân olma değerini taşıyor. Bu anlamda serginin internet sayfasında her bir sanatçı için kaleme alınmış çok kıymetli metinleri de, özellikle okumanızı rica ediyorum.

Sergide diğer taraftan, hele ki şu basık, tıkanık ve karamsar günlerde neredeyse birer ‘insanlık muhabiri’ gibi acilen ve kamusal çıkarlara dayalı davranan, estetik emekleriyle olduğu kadar ilkesel tutarlılıklarıyla da çok güzel günler vaad eden sanatçıları düşündüğümde ise, aklıma söz / göz gelimi Kâzım Şimşek, Aslı Eylem Kolbaş, Yamaç Atan, Yaprak Göker, Zelal Özkan, Erdem Barışık, Cihan Öncü, Ekin Kula, Kaybid, Cem Sonel, Maral Taşkırıcı, Damla Bakıcı, Hazel Kılınç ve Pınar Köksal (Soluk Mavi Nokta Kolektifi) gibi isimler geliyor.

Netice yerine, en zor zamanlarda, en zor şeyleri insanın içinden dışına taşıran, ne kadar hor görülürse görülsün, yine de kültür ve sanatın ta kendisi oluyor. Başka bir dünyanın, derhal ve şimdi mümkün olup olmadığı ya da yine mevcut dünyanın bugünkü insanı ve doğayı ne hale getirdiği, kendini tam da bu tür buluşmaların ürettiği o denetimsiz serbestliğin devrim-içi enerjisiyle, tekrarsızlığın utançsızlığı ile belli ediyor.

Ziyaret için: https://www.mamutartproject.com/2020/