Bor varmış, bor yokmuş...
Hayat akıp gidermiş. Enerjide rekabet büyükmüş. Bilgiyi işleyenler, sahip oldukları her mamulden en iyi biçimde istifade etmek uğruna gece gündüz çalışırlarmış. Bir yarış ki kıyamet gibi.
Seyfi Elçiboğa
Bor madeninin hikayesi...
Himalaya dağlarında güneş avuca konarmış. Çöl, nice ısınır da terlermiş. Kâşif Tibetli’ler, çölün tuzunu toplar da takas edermiş. O tuz ki, av etine merhem, kese içinde dirhemmiş.
Bulmuşlar kızılca boru. Bor ki kıymetli bir tuzmuş. Keza bor ilaç olmuş, sabun olmuş, cam olmuş.
Araplar kapmış boru Avrupa’ya getirmiş. İngiliz’i, Frenk’i durur mu? Başlamışlar merakla incelemeye. Keşifler peş peşe sıralanmış: Bordur, endüstrinin tuzudur, yarı metaldir, 230 çeşit minerali vardır; saf halde bulunmaz lakin olmazsa olmaz bir katıktır, katıldığı mamulü şahane eden eşi bulunmaz bir cevherdir denmiş.
Asrın saadeti madencilikmiş. Kazmasını kapan dağa taşa saplarmış.
Sene 1850’nin başları, Susurluk’ta Fransız mühendis Camille Desmazures ve Polonyalı mülteci ortağı Henri Gropler linyit ararken pandermit (borun bir bileşik hali) bulmuş. Bu iki kurnaz madenci vaziyeti padişahtan gizleyip, 37 dönüm arazi üzerine alçıtaşı madeni işletmesi alıvermiş. Çıkarttıkları boru Avrupa’ya satıp, zengin olmuşlar. Osmanlı uyanana kadar on yıl geçmiş. Haberi duyan ruhsat almaya koşmuş. Ne oyunlar, ne kandırmacalar yaşanır olmuş. Yabancı tüccarlar gibi paşalar da işin içindeymiş. Ahali Sultançayır’da feryat figan edip maden haramilerinin önünü kesmiş. Biçare! Devran hükmünü sürermiş.
Yüz sene geçmiş. Osmanlı yıkılmış, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş. Bor tekeli Borax Consolidated Ltd. Şti, genç ülkenin bor madenlerine çökmüş, keyfe keder satarmış. MTA ve Etibank A.Ş çırpınırken hükümetler eliyle özel sektöre ayrıcalıklar verilmiş. Öyle zaman olmuş ki özel şirketler işlenmemiş borun tonunu 50 dolardan 27 dolara indirip fiyatı kırdırırmış. Ucuza satılan bor madenlerinde zarar ziyan büyümüş. Maden Mühendisleri Odası ayağa kalkmış, çok dil dökülmüş. Sendikalar, işçiler yürümüş: “Ülke bizim, bor bizim!” diye diye caddeler inletilmiş. Ülkede, 78 senesinde kanun çıkarılmış ama ne çare! Darbe olmuş da yeni hükümet kurulmuş da taa 83 senesinde bor madeni tamamen millileşebilmiş.
Etibank A.Ş ipleri eline almış. Tonu 19 dolara mal edilen ham boru vakit kaybetmeden 250 dolara pazarlamaya başlamış. Tesisler açılmış, rezervler artmış. Etibank A.Ş, Eti Maden A.Ş olmuş. Bakmışlar cihandaki rezerv 4 milyar ton iken, üç milyar tonu Türkiye ‘de imiş. Senede 5 milyon ton satın alınıp işlenirmiş. Pazarın yarısına mal satılır olmuş. Kasaya milyar dolar girermiş. Girermiş de bu para esas kazanılması gerekene nazaran devenin yanında kulakmış.
Cihan-ı alem Türkiye’ye tabi değilmiş ki, talep artsa bile Rusya’da, ABD’de, Çin’de, Japonya ve Şili’de bulunan ham bor rezervleri daha asırlarca yetermiş. Bu haliyle ham bor zaten para etmezmiş. Şirketler, 100 binden fazla üründe katkı maddesi olarak kullandıkları boru katma değeri yüksek ürünlere dönüştürürlermiş. Meğer bor mineralleri ile 60 bin buluş yapılıp patent alınırmış (2008’e dek). Japonya 16 bin, ABD 4 bin patent almışken gelgelelim Türkiye sadece 38 patent alabilmiş.
Meğer ki ABD’li cam şirketi Owens Corning, Türkiye’den ham boru alıp işleyerek 40 bin ürüne katıp satarmış da, 6 milyar dolar kazanırmış. Meğer Türkiye’den ham borun tonunu 400 dolara alan Çin, işleyerek sodyum bor hidrür halinde tonunu 50 bin dolara geri Türkiye’ye satarmış. Çare borun ederini 100 katı, 1000 katı eylemekmiş. Kâşif gerekirmiş, keşif için masraf gerekirmiş. Heyhat, akademiler projeler için kapı kapı gezer de kaynak yok diye geri çevrilirmiş. Sanayicilerin desteği ve ilgisi de yetersizmiş. Hükümet bakırı, kromu, fosfatı özelleştirmiş de eldeki bor madenine, nakde çevrilebilir madde gözüyle yaklaşırmış.
Ahalide bor efsanesi dillendirilir olmuş. Efendim bor ülkeyi süper güç yaparmış. Altından pahalıymış. Atom bombası gibi bir şeymiş. Ahali beklemiş de beklemiş. Ham bor, ne patlayan bomba olmuş ne de altın olup hazineyi doldurmuş. Bu işte bir iş var, demişler. Ecnebiler yasak koymuş Lozan’da, ta 2023’de bitecekmiş. Ahali inanmış, ya sabır demiş. Oysa ahali ne bilsin kimyayı? Bigadiç’te Sultanhisar’da kolemanit, Kırka ‘da tinkal, Bigadiç’te üleksit çıkarmış da gemilerle Çin’e, Japonya’ya, ABD’ye ulaşır da ta oralarda türlü hünerlerle kıymetlenirmiş. Bor madenini görse tuz sanacak ahali ne bilsin ki borun ta 83’ten beri öz be öz vatan malı olduğunu. Ahali borun özgürce işlendiği sanayimizin pek gerilerde kaldığını, bu vesileyle bordan ülkemiz yerine ancak ileri teknolojisi olan ecnebilerin faydalandığını ne bilsin?
Amma ulemanın arasında yiğitler de varmış, Prof.Dr.İsmail Duman gibi; tutmuş ferro boru ve bor fiberi keşfetmiş. O ferro bor ki içine neodyum katınca süper mıknatıs olur. Tonu 200 bin dolar eder. Japonya ve BAE bunu süper hızlı tren yapımında kullanırmış. Doç. Dr. Mükerrem Şahin varmış; biyo yakıt pili hücresi olan sodyum bor hidrür üretebilmiş. Dr. Adem Yılmaz varmış; sodyum bor hidrürden hidrojen elde edilmesi için uygun katalizör geliştirmiş. Gelgelelim seri üretim oldukça külfetliymiş.
Yiğitler durur mu? Çalınmadık kapı bırakmamışlar. Heyhat, elleri boş kalıvermişler.
Ulema konuşmuş: Cam, seramik, tekstil, sağlık, tarım, teknoloji, metalürji hepsi de önemli lakin hepsinden önemlisi enerji sektörüymüş. Enerji hayat demekmiş. Medeniyetler, sahip oldukları enerji nispetinde güçlenirmiş. Enerjinin hası, çevreye zararsızı, hidrojenmiş. Biyolojik atıklardan elde edilen hidrojeni 250 bar basınçlı, 50 litrelik çelik tüplerde depolamak pek ağır, pahalı ve ikmali zahmetliymiş. Oysa hidrojen, benzinin 2,75 katı enerji verirmiş. Sodyum borhidrürden elde edilmiş yakıt hücreli bor pilleri, hidrojeni depolamak için en iyi yöntemmiş. İşte bor, hidrojeni elde etmede en başarılı element olduğu için pek değerlenirmiş.
Mühendisler konuşmuş: Yakıt hücreli bor pilleri yapan varmış. İşte Millennium Cell firması “İhtiyaç anında hidrojen” sistemi ile ticari değer kazanmış. Bu sistemde, sodyum borhidrür, su ile oda sıcaklığında yüksek basınç olmaksızın reaksiyona girer ve bünyesindeki hidrojeni açığa çıkarırmış. Bu reaksiyon, kontrol edilebilir bir ısı salar ve zararlı yan ürün ortaya çıkarmazmış. Üretilen hidrojen direkt olarak veya yakıt pili bünyesine alınarak enerji üretiminde kullanılabilirmiş.
İktisatçılar konuşmuş: Enerji üretiminde kullanılabilmesi adına eldeki ham borun işlenerek sodyum borhidrürün seri ve bolca üretilebilmesi, tonunun 50 bin dolardan 550 dolar seviyesine indirilmesi gerekirmiş. O vakit dronlardan robotlara telefonlardan saatlere kadar her cihazda lityum iyon pillerden katbekat iyi olan bor pilleri kullanılabilirmiş. Böyle bir ahval içinde cihandaki bor ihtiyacı 100 milyon tonu aşabilirmiş. Yüksek teknoloji mamulü bor ürünlerini satan Türkiye böylece senede 100 milyar dolar gelir elde edebilirmiş. Diğer sektörlere kaldıraç gibi yansıması ile dolaylı yoldan elde edilen gelir 500 milyar doları aşabilirmiş. Türkiye, işte o vakit süper ülkeler ligine yükselebilirmiş.
Siyasetçiler konuşmuş: Bor, milli davamızmış. Bor ile ne yapılacağı hususunu kimse bizden iyi bilemezmiş. Kimse bizim egemenlik hakkımıza karışamazmış. Bor madenlerini ele geçirmek isteyen düşman ezelden beri tetikteymiş. Ahali desteğini kesmezse bayrak indirilemez, ezan susturulamaz, vatanın tek bir çakıl taşı ecnebiye verilmezmiş.
Hayat akıp gidermiş. Enerjide rekabet büyükmüş. Asrın savaşları enerji yüzündenmiş. Kan akıtılır, hükümetler devrilir, ülkeler bölünürmüş. Bilgiyi işleyenler, sahip oldukları her mamulden en iyi biçimde istifade etmek uğruna gece gündüz çalışırlarmış. Yüz binlerce bilgi işçisi akademisyen, milyarlarca dolar bütçeli tesislerde en iyi buluşu ele geçirip pazarlamanın azmi ile durmaksızın ter dökermiş. Bir yarış ki kıyamet gibi. Galibi elbet tarih yazarmış yazmasına da biz mağluplardan olmamayı arzu edenlerdeniz.
Bor varmış, bor yokmuş. Borun hikâyesi buraya kadarmış. Hikâyenin bundan sonrası henüz yazılmamış.