Bosna seçimlerinde kaybeden belli, peki ya kazanan?

Bosna'da cumhurbaşkanlığı konseyi üyelerinin üçü de “sol, sosyal demokrat” partilerden seçildi. Bosna Türkiye’den vazgeçmez ama “Boğaz’ın Sultanı”nın Saraybosna vilayetini kaybettiği iddia edilebilir.

Google Haberlere Abone ol

Özgür Dirim Özkan

Geçtiğimiz hafta, 2 Ekim’de düzenlenen Bosna-Hersek seçimleri bölgede oldukça dikkat çekti. Üçlü cumhurbaşkanlığı sistemiyle yönetilen Bosna’da her üç etnik grubu; Boşnakları, Bosnalı Sırpları ve Bosnalı Hırvatları temsil eden cumhurbaşkanlığı konseyi üyelerinin üçü de “sol, sosyal demokrat” partilerden seçildi. Bu durum Bosna’da siyaseti manipüle eden etno-politikanın yenilgisi olarak değerlendirilebilir.

Bölgede son yıllarda sosyal demokrat bir rüzgâr mu esiyor acaba? Makedonya’da, Hırvatistan’da Slovenya’da son seçimleri ismi “sol/sosyal demokrat” olan partiler aldı. Kosova’da radikal demokrat, sol çizgideki Vetevendosye Hareketi de (Kendi kaderini tayin hakkı) ezici bir zaferle iktidara geldi. Bunlar ilk bakışta bölgede etno-politikanın bir krizde olduğu, hatta belki de Yugoslavya’nın dağılmasından bu yana “sol”un bölgede yeniden bir alternatif olarak ortaya çıkmaya başladığı yönünde işaretler veriyor. Ama gerçekten böyle mi?

SEÇİMLERE KATILIM DÜŞÜK 

Bu soruyu açmadan önce bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor: Geçen hafta Bosna-Hersek tarihinin en düşük katılımlı seçimi gerçekleşti. Katılım oranı sadece yüzde 50! Geçtiğimiz seçimde, 2018’de yüzde 54’tü. Bu veri tek başına Bosnalıların artık politikaya çok fazla umut bağlamadıklarını gösteriyor. 2022 yılı sonuyla birlikte bu yıl içinde toplam yaklaşık 350 bin Bosnalının yurtdışına gideceği konuşuluyor. Savaştan bu yana yurtdışına göç eden Bosnalıların sayısı 800 bin. Hepi topu üç buçuk milyon nüfuslu bir ülke için çok yüksek bir rakam. Göç edenlerin genç ve toplumdaki en vasıflı bireyler olduğu göz önünde bulundurulduğunda durumun vahameti daha da açık bir biçimde gözler önüne seriliyor. Göçün yüksek, seçime katılımın düşük olması yurttaşların ülkeden umudunu kesmiş olduğunun temel parametreleri olarak kabul edilebilir.

Seçim süreci de yurttaşlar için çok umut verici değildi. Covid 19, ardından Ukrayna savaşı, artan gıda fiyatları, enerji krizi ve Bosna’nın 30 yıldır bir türlü belini doğrultamadığı politik ve ekonomik kriz… Avrupa’nın en yoksul, en yolsuz ülkelerinden biri, ama seçim kampanyalarına baktığımızda, sadece sloganlar bile o kadar sürreel görünüyor ki: “Sivil bir devlet için”, “Elbette”, “Gün doğsun diye”, “Zafere kadar birlik”, “Daha iyi yaşayacağız” gibi oldukça ağır ve derin yaşanılan krizden soyutlanmış sloganların seçmenlerin ilgisini çekmiş olması beklenemezdi zaten.

Katılımın az olmasına rağmen seçim sonuçları Bosna’da siyaseti oldukça hareketlendirdi. Biraz da umudu arttırdı.

BOSNA'DA ETNO-MİLLİYETÇİ SİYASETİN DIŞINDA BİR DÖNEM BAŞLIYOR

Cumhurbaşkanlığı konseyinin Boşnak üyeliği için SDP (Sosyal Demokrat Parti) adayı Beçiroviç yüzde 57,3, SDA (Demokratik Eylem Partisi) adayı İzetbegoviç yüzde 37,5 oy aldı. Aslında Beçiroviç’in kazanması şaşırtıcı değildi. Tam tersine, İzetbegoviç’in kazanması şaşırtıcı bir sonuç olurdu ama son güne kadar herkeste “Acaba yine ne yapıp edip seçimi İzetbegoviç alır mı?” endişesi vardı. Sonuç İzetbegoviç için umulmadık bir mağlubiyet oldu ve kimse bu kadar büyük bir fark beklemiyordu.

Akademik kökenli Denis Beçiroviç’in seçimlerdeki en büyük avantajı Bosna siyasetinin alışkın olduğu kibirli ve saldırgan bir dil kullanmayı reddetmesiydi. Önümüzdeki ay 47 yaşına girecek olan Beçiroviç, etno-milliyetçi bir politik söyleme mahal vermeden uzlaşmacı ve yapıcı bir dil kullanmaya özen gösterdi ve bunda başarılı da oldu. Beçiroviç’le beraber ilk defa Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin Boşnak üyesi bir sosyal demokrat ve bu gerçekten de Bosna-Hersek için çok önemli bir fırsat gibi görünüyor. Beçiroviç de bunun farkında ve seçim gecesi Batı’ya bu mesajı verdi: “Bosna’da etno-milliyetçi siyaset dışında yeni bir dönem açılıyor ve siz de bu avantajı iyi değerlendirin!”

Beçiroviç’in seçim gecesi konuşmasında dikkatlerden kaçmayan bir şey daha vardı: “32 yıl önce Tito’nun Yugoslavyası Çekoslovakya, Polonya, Bulgaristan ve Romanya’dan daha da ilerideydi. 1990’lar ise yıkıcı bir süreçti. Bölgede herkesi ciddiyete davet ediyorum ve dürüstçe ve eşit koşullarda işbirliğini başlatmaya çağırıyorum.”

Bu çağrı, hatta bunların dile getirilmesi bile sadece Bosna için değil, eski Yugoslavya coğrafyası için çok değerli.

SAĞCILARI KIZDIRAN SONUÇ

Beçiroviç’in en önemli avantajı ise Cumhurbaşkanı Konseyi’nın Bosnalı Hırvat üyesi olarak seçilen Zeljko Komşiç’in de sosyal demokrat olması. Yani Hırvat ve Boşnak cumhurbaşkanlığı üyeleri çatışmayacak, tam tersine uyumlu bir işbirliği içinde olacaklar. Bu şimdiye kadar Bosna’da rastlanılmayan bir durum.

Cumhurbaşkanlığının Hırvat üyeliği için Željko (Jelyko) Komşiç liderliğinde SDP’den ayrılan bir grubun kurduğu DF (Demokratik Cephe), HDZ (Hırvat Demokrat Birliği) adayı Borjana Krišto karşısında yüzde 70’e yüzde 30’luk ezici bir üstünlük sağladı. Komşiç 2006-2014 ve 2018-2022 arasında da üç dönem konsey üyeliği yaptı.

Fakat bu sonuca bakarak Bosnalı Hırvatların sola oy kullandığı sonucu çıkmamalı. Zeljko Komşiç bir savaş kahramanı. Bosna Savaşı’nda gösterdiği yararlılıktan dolayı Bosna Devleti’nin en yüksek nişanı olan Altın Zambak sahibi ve bundan dolayı da çok seviliyor ve Bosna siyasetinde en çok güven duyulan figürlerden biri. Bu muhabbet ve güvende son yıllarda bir azalma söz konusu olsa da Komşiç etnik kökeni fark etmeksizin, etno-politikadan yılan birçok Bosnalı’nın gönlündeki yerini korumaya devam ediyor. Bosna’daki seçim sistemi ise bir Boşnak seçmenin Hırvat bir adaya oy vermesini mümkün kılıyor. Bundan dolayı yıllardır Boşnak siyasetçilere oy vermek istemeyen birçok Boşnak seçmen oyunu Komşiç’e veriyor.

Sağcı HDZ lideri Dragan Çoviç bu yüzden çok kızgın. Dragan Çoviç Komşiç’i Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin ikinci Boşnak üyesi olarak kabul ediyor ve Bosnalı Hırvatların Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nde temsil edilmediğini söylüyor.

Gelelim Republika Srpska’daki, yani Bosna Sırp Cumhuriyeti’ndeki seçimlere…

BOSNA SIRP CUMHURİYETİ SEÇİMLERİ 

SNSD’nin, yani Bağımsız Sosyal Demokratlar Birliği’nin seçimi kazanması, uluslararası basında Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin Sırp üyesinin de solcu olduğu yönünde bir yanılsamaya yol açtı. Bu yanılsamanın en önemli nedeni partinin ismi. Şöyle basitleştirelim: Slobodan Miloşeviç’in “Sosyalist Parti”si ne kadar sosyalistse, Dodik’in SNSD’si de o kadar “sosyal-demokrat”tır. Bu açıdan baktığımızda SNSD’yi “sol” bir parti olarak tanımlamak önemli bir siyasî hata olur

SNSD lideri ve daha önce Cumhurbaşkanı Konseyi Sırp üyesi Milorad Dodik’in Bosna devlet kurumlarını işlevsizleştirmeye yönelik ayrılıkçı tutumu biliniyor. Putinci olduğu da biliniyor. Buna karşılık Dodik Batı’da istenmeyen adam ve hatta ABD’ye girişi bile yasak. SNSD biraz da bundan kaçınmak için yeni bir isimle girdi seçimlere: Željka Cvijanović (Jelyka Tsvijanoviç) Fakat Cvijanoviç’in de Dodik’ten farklı bir çizgi izlemeyeceği, Dodik gibi onun da sistemi tıkamak için elinden geleni yapacağı tahmin ediliyor.

Peki bu sonuçlar Bosna’da yeni bir döneme mi işaret ediyor?

Bu soruya olumlu bir yanıt vermek için henüz çok erken. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyal demokrat adayların –Komşiç ve Beçiroviç’in- zaferle çıkmış olması yanıltmasın. Parlamento sonuçlarına baktığımızda SDA Bosna-Hersek Federasyonu’nda yüzde 25’le en yüksek oyu alan parti. Dahası, İzetbegoviç’e karşı Beçiroviç’i destekleyen on partinin çoğu SDA’dan ayrılan sağcı partiler. Basitçe; Bosna’da yeni dönem Cumhurbaşkanı Konseyi üyelerinin solcu olduğunu, ama parlamentonun hâlâ sağcı olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenden ötürü sosyal demokratların cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarısı meyvelerini vermeyebilir.

Fakat şu var: Bosna bu seçimle önemli bir eşik atladı. En azından cumhurbaşkanlığı düzeyinde siyaseti etno-politik sığlığın dışına çıkarabilecek bir cumhurbaşkanlığı yapısı var artık. Bu da umutların yeşermesi için yeterli bir gerekçe. Sırp, Hırvat ve Boşnak sağcı partilerin simbiyotik ilişkileriyle birbirlerini beslediği bu döngünün kırılabileceğine dair bir umut var artık.

Bu iyimserliği bir yana koyarsak, yeni dönemde Bosna siyasetini bekleyen sorunlar da azımsanamayacak önemde.

YENİ DÖNEMDE BOSNA SİYASETİNİ BEKLEYEN SORUNLAR

Birincisi, az önce bahsettiğimiz parlamentodaki siyasi denge. Parlamentonda çoğunluğun halen etno-milliyetçi elinde bulunması bu umuda ket vurabilir. İkincisi ise Bosna’daki “Yüksek Temsilcilik”. Yüksek Temsilcilik Dayton Anlaşması’nın uygulamalarını kontrol etmek amacıyla kurulmuş ve Bosna’da istediği her şeyi veto edebilecek, Bosna’ya yeni kanunları dayatabilecek yetkiye ve güce sahip. Çeyrek yüzyıldır Bosna’yı adeta koloni yönetimi gibi idare eden Yüksek Temsilcilik’in kullandığı üstenci, kibirli dil artık alışılagelmiş bir durum. Ama geçen yıl atanan Yüksek Temsilci Christian Schmidt bu kibirli ve üstenci söylemi bir üst boyuta taşıdı. Her fırsatta yüksek sesle Bosnalı siyasetçileri ve gazetecileri çocuk gibi azarlayan Schmidt seçim biter bitmez, daha o gece Bosna’ya yeni bir seçim sistemi dayattı.

Silahların susmasını sağlayan ama Bosna’da etno-politikanın kurumsallaşmasını sağlayan Dayton Barışı’nın bu sabotajı yetmiyormuş gibi, yeni düzenlemeyle üç kurucu etnik grup dışında kalan diğer etnik gruplara da yer vererek siyaseti iyice etnik kimliklere hapseden, ama daha çok Hırvatların kendi milliyetçi liderlerini seçmelerine olanak sağlayan bir sistem. Bosna tam da etno-politikanın tahakkümünden kurtulma işaretlerini verirken, Yüksek Temsilcilik buna müsaade etmiyor. Kibirli ve öfkeli Schmidt seçimle ortaya çıkan iradeyi görmezden gelme saygısızlığını yapıyor.

Beçiroviç ve Komşiç buna sessiz kalır mı, o bir muamma. Nitekim Beçiroviç’in dış politika vizyonu Bosna’nın AB ve NATO’ya tam üyeliğine odaklanmış durumda ve Schmidt’in karşısında dik durmaları biraz zor gibi görünüyor.

Üçüncü bir sorun tam da bu noktada karşımıza çıkıyor: Bosna’da siyaseti etno-politikanın sınırları dışına açmaya çalışan Beçiroviç (ve Komşiç) ülkenin can alıcı sorunlarını çözmekte ne kadar mahir olabilir? Beçiroviç’in beyin göçü ile çok ilgilendiğini, bunu önlemeye yönelik projelerinin olduğunu biliyoruz, ama asıl belirleyici olan ülkenin iki önemli sorunu; yolsuzluk ve yoksullukla mücadelede neler yapacağı. Bunlara dair programları seçim çalışmalarında çok ön planda değildi ama özellikle çalışanların hakları, ücretler, gelir adaletsizliği gibi “sosyal-demokrat” bir partinin önceliği olması gereken konularda neler yapacağı ülkenin geleceğini etno-poliitkadan kurtarmakta en önemli parametreler olacak.

BOSNA SEÇİMLERİ VE TÜRKİYE 

Yazımızı sonlandırırken yüzümüzü biraz da Türkiye’ye dönelim. Beçiroviç seçimden önce N1 kanalına verdiği bir demeçte şunları söyledi:

“Bosna demokratik bir ülke ve onu yönetecek demokratlara ihtiyacı var, halkın sesini duymazdan gelen ve miskinliklerini kabul etmeyen kibirli sultanlara değil." Burada işaret ettiği kişi elbette ki Bakir İzetbegoviç. Ama Bosna’da “sultan” denildiğinde ilk akla gelen kişinin “Boğaz’ın Sultanı” Erdoğan olduğunu bilmeyen yok gibi.

Seçimden önceki yazımızda belirttiğimiz gibi Bosna Türkiye’den asla vazgeçmez ama yine de “Boğaz’ın Sultanı”nın Saraybosna vilayetini kaybettiğini iddia etmek çok da yanlış olmaz. Bundan dolayı Bosna yeni dönemde bir yandan kendi iç sorunlarıyla uğraşırken, bir yandan pür dikkat Türkiye’deki 2023 seçimlerinin sonucunu bekleyecek. Sosyal-demokrat cumhurbaşkanlığı konseyi üyelerinin Türkiye’deki seçimlerden beklentisinin ne olduğunun işaretlerini ise Beçiroviç’in yukarıda yer verdiğimiz demecinden rahatlıkla anlayabiliyoruz.