Bourdieu ve ‘bilimsel alanın’ özerkliği
Pierre Bourdieu’nun 'Bilimin Toplumsal Kullanımları' kitabı Heretik Yayınları tarafından yayımlandı. Bourdieu, 1997 tarihli bu metinde “akademik alan” için bir özerklik savunusu yürütüyor.
Pierre Bourdieu, kendisinin de içinde yer aldığı akademik kurumları ve entelektüeli sorunsallaştıran önemli isimlerden. Elbette, yer aldığı “alan” olan sosyolojinin sorunları da bunda belirleyici bir faktör. Bu anlamda düşünür, akademik “alanı” bir “habitus” olarak tahayyül ediyor. Habitus genel olarak, bireyin toplumsal varlığının, toplumsalın yapısı içerisindeki hareketini ve konumunu belirleyen bir yer olarak düşünülebilir. Akademik alan bir “habitus” olarak tahayyül edildiğinde, bilim insanı da bu yapının içinde hareket eden, hiyerarşik bir yapının içinde, edimlerini üst konumluların belirlediği bir “alan”da varlık gösteren figür olarak düşünülebilir. Bourdieu bu anlamda, akademik “alanı” daha çok “sembolik ürünler alanı” olarak ele alıyor ve bilim insanını da “kültürel sermaye” ile ilişkisi açısından sorunsallaştırıyor. Bu “alan”, kendi içinde çok farklı tahakküm biçimlerinin iç içe geçtiği, üst konumluların üretimlerinin, diğer üretimleri de belirlediği bir kurumdur, bu nedenle Bourdieu, “alanın” özerkliğini savunur.
1992 tarihli, 'Özerkliğin Savunulması'(1) başlıklı yazısında şöyle diyor: “Özerkliğe karşı tehditler, sanat dünyasıyla para dünyasının her geçen gün daha yoğun olarak birbirlerinin içine geçmesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin, yeni sponsorluk biçimleri, birtakım şirketler ile kültür üreticileri arasındaki anlaşmalar; ayrıca, üniversitelerdeki araştırmaların sponsorluğa yönelmeleri ve kimi okulların doğrudan iş dünyasına bağlı olarak kurulması. Ekonomi imparatorluğunun sanatsal ve bilimsel araştırmalar üzerindeki egemenliği, kültürel üretim ve dolaşım, hatta itibar mekanizmaları üzerindeki denetimiyle, bizzat alan içinden de sağlanır.”
Düşünürün, akademik “alanın” özerkliği savunusu da aslında alıntıladığımız pasajda bahsettikleriyle ilişkileniyor; devletten, sermayeden, şirketlerden, kendi içindeki tahakküm biçimlerinden özgürleşen, kuralcı bulabileceğimiz bir akademik “alan” tahayyül ediyor bu nedenle. Bu açıdan en önemli metinlerinden biri de "Bilimin Toplumsal Kullanımları, 'Bilimsel Alanın Klinik Bir Sosyolojisi İçin'" kitabı, Levent Ünsaldı çevirisiyle, Heretik Yayınları tarafından basıldı. 1997 tarihli bu metinde de, epey normatif gelebilecek, “akademik alan” için bir özerklik savunusu yürütüyor. Metnin önemli yanı düşünürün sorunsallaştırdığı bu “alanın” kendi iç dinamiklerini, kurum içi konumların ortaya çıkardığı hiyerarşinin doğurduğu sorunları, bu “habitus”un yine kendi içindeki “kültürel sermaye” birikiminin ve kullanımının nasıl diğer kurumlarla benzerlik gösterdiği üzerine düşündürmesi. Bu açıdan Bourdieu’nun sorunsalı, içeriden bir fail olarak “alan” içinde yaşananları deşifre etmek gibi görünüyor ancak özerklik savunusunda çizdiği sınırın, disiplinler arası bağlantılar açısından ayrıca tartışılabilir olabileceğini de hatırlatalım.
Bourdieu bu metinde akademik “alanı” sorunsallaştırıyor dedik, peki düşünürün bu anlamda “alan” olarak bahsettiği ne? Ona göre: “Nispeten özerk bu uzamı, kendine özgü yasalarla donanmış bu mikrokozmosu işaret etmeye yarar. Bu mikrokozmos, aynen makrokozmos gibi, sosyal yasalara itaat etse de, bu yasalar birbirileriyle aynı yasalar değildir. Makrokozmosun tazyiklerinden hiçbir zaman tam anlamıyla kurtulamasa da, makrokozmosla ilişkisinde az veya çok belirgin olma kısmi bir özerkliğe sahiptir.” Bu mikrokozmosun kendi içinde yasaları olduğunu düşünebiliriz, makrokozmosa benzeyen yanları olsa da ve onun tahakkümünden tam olarak bağımsızlaşamasa da kendi iç dinamikleriyle oluşan tahakküm biçimleri bakımından farklı bir uzam olarak alabiliriz “alanı”. “Alanın” özerkliğinde önemli görülen meselelerden biri dışarıya bağımlı olma, düşünürün ifadesiyle, “dış tazyikler”; “alan” ne kadar özerkse “dış tazyik” etkilerinden bağımsızlaşır. Ona göre; “Bir alanın özerklik göstergesi yeniden tanımlama, biçimleme, kırıp yansıtma kabiliyetidir.” Alanın dışa bağımlılığı siyasal meselelerin alan içine yansımasıyla da ortaya çıkar. Bourdieu bu açıdan aslında “alan” ile “kamu” arasında bir sınır çiziyor gibi görünür çünkü “sosyal bilimlerin özerkliğe ulaşma yolunda karşılaştığı en önemli güçlüklerden biri, bilimin hususi ölçütleri nazarında pek mahir olmayan kişilerin, heteronom (dış bağımlı örneğin, T.S.N) ilkeleri namına, derhâl ihraç edilmeksizin her zaman müdahale edebilmelerinden kaynaklanır.” Bourdieu’nun “dış tazyikler” bağlamında örneklediği T.S.N (Ulusal istatistik ve Ekonomi Etütler Birliği), Türkiye’de TÜİK ile eşdeğer bir birlik olduğu düşünüldüğünde, akademik alanın, dışa bağımlılığında ortaya çıkabilecek sorunları düşündürmesi açısından önemli görünüyor. Bu kurumların ortaya koyduğu verilerin “alan”a müdahalesi dolaylı yoldan devletin müdahalesi olarak görülebilir ki devletin de bu özerkliği aşındıran bir yerde olmadığını söyleyemeyiz. Düşünürün metnin başka bir yerinde ifade ettiği gibi: “Bilimsel alanların en büyük paradokslarından biri, özerkliklerini büyük ölçüde devlet tarafından finanse edilmelerine, yani pazarın doğrudan kıymetlendirilmesine tabi olmayan bir üretimi mümkün kılabilen ve destekleyen bir kurumla kurdukları özel tipte bir bağımlılık ilişkisine borçlu olmalarıdır.” “Bilimsel alanın” devlete bağlı olması, bilimin ve bilim insanının bir şekilde devlet politikaları tarafından işlevselleştirilmesi anlamına gelebilir dersek, aşırı bir yorum olmaz sanırım. “Alan”a bugün kendi coğrafyamızdan baktığımızda da bu iç içe geçmiş ilişkilerin yürürlükte olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Vurguladığımız gibi düşünürün “özerkleşme” bahsi katı gelebilir ancak onun yapmaya çalıştığının bir şekilde tüm “dış tazyiklerden” özgürleşmiş bir “alan” tahayyülü içerdiğini anımsamalıyız, açıkçası metinde bunun bazı durumlarda belirsizleştiğini de görüyoruz.
Başta bahsettiğimiz 'Özerkliğin Savunulması' metninde şöyle diyor, Bourdieu: “Yüksek bir özerklik düzeyine ulaşmayı başarmış bir entelektüel alanda hüküm süren anarşik düzen, ekonomik dünyanın ve ortak aklın kurallarına meydan okuduğu ölçüde her zaman tehdit altında olacaktır. Bu düzenin kimilerinin kahramanlığına dayanması tehlikelidir. Özgür bir entelektüel düzeni kuran, erdem değildir. Ama entelektüel erdemi yaratan, özgür bir entelektüel düzendir.” Buradaki tahayyül aslında “dış tazyikler”den özgürleşmiş bir entelektüel figürle de ilişkileniyor fikrimce, bu bağımsızlaşmanın getireceği, “anarşik bir düzen”, “alan” içindeki bahsettiğimiz tahakküm biçimlerini ve dış bağımlılıklarla ilişkilenen konumları da aşındıracaktır ve elbette tehdit altında olacaktır çünkü hiyerarşik açıdan alanı daha yukarıdan belirleyen sermayeden ve devletten de bağımsızlaşmak anlamına gelebilir bu. Düşünür şuna da dikkat çekiyor, “…özerkliğin asgari koşulunu sağlayan devlet, dış bağımlılık doğurabilecek tazyikleri dayatabilecek ve ekonomik güçlerin (örneğin tarımsal örgütler) tazyikin aracısı ve ifadesi olabilecek kapasitededir.” Devletin direkt müdahil olmadığı ama dolaylı yoldan dayatabileceği “dış tazyikler” “alan” içerisinde her zaman yer bulur, bunu aslında güncel örneği belki de belli konularda, TÜBİTAK gibi kurumlar tarafından desteklenen projelerde görülebilir. Bu olumsuzlanabilecek bir durum olsa da şunu hatırda tutmak gerekiyor sanırım; “alan”ın özerkliği için kendi kendisini ekonomik açıdan devam ettirebilecek bir yöntem gerekiyor. Bu da özerkleşme bahsinin önündeki önemli sorunlardan biri olarak görülebilir, “bağımsızlıktaki bu bağımlılık (veya tersi) elbette belirsizlikler içerir” demesi bundandır düşünürün çünkü bu zıtlıklar üzerinden kurulan ilişkinin belirsiz kaldığı yerler var. Şöyle devam eder: “Bu noktada, tahlilin rahatlıkla üstesinden gelebileceği bir diğer sahte zıtlıkla karşı karşıyayız: Devletin tatbik ettiği tazyike karşı mücadele etmek, devletin nüfuzundan azat olmak için devletin bizatihi kendisinden, faydalanmak stratejisini ilke edinebiliriz; devlete karşı bağımsızlığımızı temin ve tasdik etmek için, devletin kendisinin verdiği özerklik garantisinden -örneğin Anglosaksonların tenure, azledilmez memur konumu- fayda sağlayabiliriz.”
Burada, Bourdieu’nun devleti tek başına bir aygıt olarak ele almadığını hatırlamak gerek, tüm bakanlıkları, ilgili diğer kurum ve birimleri kastediyor. Ama yine de zıtlık devam ediyor fikrimce çünkü bu da “dış tazyikler”den tam bir özgürleşme imkânı değil. Bu açıdan düşünürün sonrasında söyledikleri de önemli: “Gerçekten bilimsel bir sosyal bilimin ilk işi, sosyolojiye devlet kurumları tarafından önerilen çalışma konularının -örneğin suçluluk, banliyöler, uyuşturucu, vb.- sosyal inşasını ve bu konuda önerilen ve problemsiz biçimde devletin araştırma kurumları (INSEE, CREDOG) tarafından (âlimsiz bilim olarak nitelendirdiğim kamu araştırma kuruluşlarından bahsetmiyorum bile) uygulanan analiz kategorilerini çalışma konusu yapmaktan ibaret olacaktır.” Bu cümlelerde de görüldüğü gibi bir şekilde özerklik meselesi devletle direkt veya dolaylı ilişkisinde zıtlıklardan kaynaklı belirsizlikleri içermeye devam ediyor.
Bourdieu, bu konuda bir fikir geliştirmeye çalışıyor, bunun imkânı da ortak bir mücadele ile yaratılabilir, her koldan sistemle çevrili bir “alan”ın özerklik tahayyülü kolay olmayacaktır elbette. Ama burada geliştirilmeye çalışılanı kısaca ifade etmek gerekirse, metnin bir başka yerinde bahsedilen şu cümlelere topu atabiliriz: “Bu hiyerarşi-dışılaştırma gerçek manada müşterek hedeflerin oluşturulmasının koşullarından biridir. İçlerinden kuşkusuz en önemlisi özerkliğin savunulması için ortak mücadelelerin örgütlenmesidir.” Bourdieu’nun “Bilimin Toplumsal Kullanımları ‘Bilimsel Alanın Klinik Bir Sosyolojisi İçin’” adlı metninde ele aldığı özerkliğin savunulması meselesi, burada tamamından bahsedemesek de başka bağlamları da içeriyor kendi içinde hiyerarşiler ağından özgürleşme önerisi olarak değerlendirilebilecek bir metin ancak çelişkilerden azade değil ve sorunsallaştırılmaya açık, konuşulması, düşünülmesi gereken yanlar da içeriyor.
Emek Erez Kimdir?
Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.
Platonov yazıları: Umutlu zamanlar, edebiyat, emek ve trajedi 24 Mayıs 2024
Güç bir kişide toplanırsa 17 Mayıs 2024
‘Umutsuz Karakterler’: Sınıfsal hezeyanlar, ayrıcalık kaybı endişesi 03 Mayıs 2024
Hayvanlarla ilişkiyi yeniden düşünmek için mitoslar 26 Nisan 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI