Böyle dövüp böyle seven bir sistem zor bulunur!
Muhakeme olmayınca, acılardan acı seçersin…Ve o arada başkasının acısına tekme tokat girişirsin. Muhakeme, akıl ile vicdanın birlikte yol alması, gönül alması, hakikati arayıp hak teslim etmesidir.
Sosyal medya çok sosyopolitik ya…
Bir gün önce polisler “zulüm”den yakınıyordu; “#polisindeoyuvar” diye mesaj yağdırarak.
Bir gün sonra “polis zulmü”nden yakınanlar, “#basortusu...” diyerek haykırdı.
Hemen onların karşısındakiler, yani devletin, iktidarın, içişlerinin yanındakiler, troller ve herhalde diğer polisler de “#polisiminyanindayim” diye döşendi.
Muhakeme olmayınca, sadece kendi acını görürsün…
Ve o arada başkasına da acı vermeye devam edersin!
Muhakeme olmayınca, acılardan acı seçersin…
Ve o arada başkasının acısına tekme tokat girişirsin.
Muhakeme, akıl ile vicdanın birlikte yol alması, gönül alması, hakikati arayıp hak teslim etmesidir.
Mahkemesi, yargısı, önyargısı bol ülkenin muhakeme kuraklığı, kıtlığı çok ıstırap vericidir, o ayrı!
Başörtülü kadın polisin başörtülü, hatta çarşaflı kadınlara vurması, yere devirmesi…
Başörtüsüz ve kimi üniformasız, mesela kırmızı montlu erkek polislerin de başörtülü kadınlar ile başörtüsüz erkeklere amansızca, merhametsizce, hem de yere düşmüşken, iki büklüm olmuşken, kıvranırken hınçla, bazen copu iki eliyle kavrayarak vurması ve vurması ve vurması, o vururken bir diğerinin gelip dezenfektan gibi biber gazı, yani kalıcı kimyasal zehir sıkması, küfürler, gemi azıya almış şiddet, kanunu filan boş vermiş bir linç histerisi…
Tabii ki “başörtülünün başörtülüye ettiği” simgesel bir fotoğraftı; mazlumun zalim, mağdurun mağrur, kurbanın cellat olabileceğine dair nice ilhama sebep oldu ama…
Meselenin özü o değil ki.
Arka arkaya, karışık sayayım:
Polisin zulmü elbet yeni değil. Nice genç, çocuk, kadın, erkek polis şiddetine, işkencesine maruz kaldı ve hayatını o şekilde kaybetti.
Bu şiddet ve ölümlerin sorumluları genellikle hesap vermedi, gizlendi ya da korundu.
Polisin maruz kaldığı şiddet de sadece yeni çıkan “göçebelik kanunu”ndan ibaret değil.
Elbette birçok polis pusularda öldürüldü. Yatağında öldürülen (ve soru işaretleri taşıyan) iki polisin katliyle bu ülke yeniden kanlı döngülere itildi.
Ama polisin iç şiddeti de vardı.
Sadece bir yılda 108 kişi olmak üzere, nice polis, amir baskısı, iş yükü, mobbing, hakaret, hatta amirden fiziki şiddet sonucu intihara sürüklendi.
Aklımda hep yıllar önce Çeşme Adliyesi önünde, mütevazı kredi borcunu yazıp evladını annesine emanet edip arkadaşlarının özlük ve insan haklarını taleple silahı şakağında patlatan 37 yaşındaki Erol Benzer vardır.
Sadece özlük değil, polisin insan hakları da!
Kendi bireysel yenilgisinin, meslektaşları için bir umut yaratabileceğini düşünmüştü, o anda bile!
Öyle olmuyor tabii.
Şimdi ve her zaman polisin acımasız şiddetine “#polisiminyanindayim” diye koşturan muhakemesiz dıngıllığın; polisin, askerin maruz kaldığı idari, hiyerarşik manevi ve fiziki şiddetle işi yok.
Neden intihar ediyorlar, merak etsene, madem “#yanindasin!”
Neden “insanliklarini” yitiriyorlar şiddet altında ve birer şiddet makinesine dönüşmeleri isteniyor, bir muhakeme etsene, madem “#polisiminyanindasin!”
Kimse manevî, fiziki şiddeti hak etmez. Hele sadece sesini duyurmak istediğinde. Bir hak talep ettiğinde. Zaten derin haksızlığa maruzken.
Ne polis, ne polisin acımasızca her manada vurdukları, linç ettikleri…
Ne başörtüsüz kadın aktivistler, ne başörtülü kadın müritler.
Ne kadınlar, ne erkekler!
Ne Berkin gibi çocuklar, Ali İsmail gibi gençler, ne yatağında öldürülen polisler, ne esas duruşta tam duramıyor diye paşanın platinli bacağına tekme attığı gazi!
Dünkü şiddet görüntülerini izlerken, neyse ki Sayın Nebati’nin yine moral, aşk, tutku, ilham, umut, ışık dolu konuşması geldi.
Bir ara kendimi yakaladım ki, bir copa bir Bakan’a bakıyormuşum. Adana ve Bakan karıştı, bir nevi Düzen Füzyonu oldu.
Dilerseniz size de aktarayım:
-Vurma vurma artık vücudumun her yerine copla!
-Işıltıyı sadece gözlerinizde değil, vücudunuzun her yerinde hissetmelisiniz!
-Ya kadın yere düştü, niye vuruyorsun?
-Hayatımıza zorluk geldi. Zorluklar, arkasından gelecek iradenin nasıl olduğunu görmek içindir.
-Nasıl sıkıyor biber gazını yerde yatanın yüzüne!
-Biz zorluklara karşı pes edeceksek niye buradayız? Siz niye buradasınız?
-Başörtülü kadın polis nasıl vuruyor ya!
-Bu ülkede iş kadını olmak o kadar tatlı ki!
-Bırakın artık vurmayı, çok oldu!
-Bu ülkenin kazancı karamsarlara da iyimserlere de yeter.
-Bu ne büyük merhametsizlik, kaç defa vuruyor yerde yatana!
-Ekonomi sadece rakam değildir, umuttur, geleceği görebilmektir. Çocuklarımıza çok iyi bir gelecek bırakacağım umudunu taşımak demektir.
Ben bu noktada polis şiddetini bırakıp tamamen Sayın Nebati’ye sarılmışım.
Benim gözlerimdeki ışıltı bir yana, sadece Adana’da değil, cennet yurdumun her köşesinde acımasız şiddete maruz kalanları ise, “Işıltıyı vücudunuzun her yerinde hissetmelisiniz” diyen Bakan’ın güzel bakışlarına emanet etmişim.
Şunu da müjdeleyip gideyim:
Bakan gayet net diyor ki, bu ülkede iyi kazanç çok kısa sürede gerçekleşir. Öyle Batı’daki gibi 40-50 yıl beklemene gerek yok. 8-10 yılda hallolur o iş.
Tabii bunu işçilere, memurlara, yerde yatana ve yerde yatana vurana değil, “iş adamı ve iş kadınları”na söylüyor.
Hepsine gibi ama tabii hepsine değil.
Ahmet Dengiz sana söylüyorum, Mehmet Cengiz sen anla!
Kendi cümlesiyle, “40-50 yıl beklenen ülkeler yerine, 8-10 yılda dönüşü bekleyen iş insanı olmak ne demek ya!”
Ne demek ya, hakikaten!
Böyle şiddetli dövüp böyle şiddetle seven bir sistem zor bulunur!
Kimimizi döverek, kimimize söverek, ya ne demek, tabii ki kimimizi de severek!
Tüm vücut, ışıl ışıl!
Çok değil, 8-10 yıl.