Bozkır 'güzellemeleri': Kurak Günler, Bozkır, Bir Zamanlar Anadolu’da

Tekinsizdir, açıklık ve gizleyecek, gizlenecek bir yerin olmaması tekinsizlik duygusunu pekiştirir. Hayale yer vermeyecek ya da her şeyi hayal sanacak kadar tekinsiz.

Google Haberlere Abone ol

Ülker Şener

Bozkırın kendisine has bir kokusu vardır, mevsimine göre değişen. Yazın kavurucu öğle sıcağında, kurumuş yaban otlarından sızan özlerin toprakla ve sıcakla karışması, iç içe geçmeleri bayıltır. Baş döndürür, uykuya çağırır. Kızgın güneşin ulaşmadığı azıcık bir gölgeye sığınıldı mı, uyku bırakmaz artık; sadece beyin kapanmaz, tüm beden uyur, kendini bırakır ve uyur, bir daha uyanmayacakmış gibi. Uyanmak istemeyecekmiş gibi. Ancak ağız kuruduğunda ya da akşam serinliği bedende dolandığında gözler açılır. Öncesinde kimse gelip uyandırmamışsa.

Bozkırda yaz sabahlarının serinliği ile gece serinliği aynı değildir. Sabah seni yatağa doğru sürüklerken, gece biraz daha kal der. Yıldızların neredeyse tek tek sayılabildiği gökyüzüne çağırır seni, sonsuzluğa bak der, sonsuzluğu hisset, biraz daha kal. Kurbağa sesleri, eğer bir çeşmenin yakınındaysanız suyun sesi ve birkaç kavak ağacının rüzgarda bıraktığı ses ile karışıp ulaşır size.

Kışın ise soğuğun kokusunu hissedersin. Temiz havayla iç içe geçen ve kendisi dışında hiçbir kokunun var olmasına izin vermeyen bir koku. Yoğun kar yağışından sonra tek bir bulutun bile olmadığı açık bir gök ve ışık, kör eden bir aydınlık. 

BOZKIRDA DEĞİŞİMİN İMKANLARI KISITLIDIR

Bozkıra, doğasına müdahale uğraşlar genellikle başarısız olur, değişim için su gerekir ve su da azdır. Taşıma suyla büyük bir değişim yaratılamayacağının göstergesidir sanki, ancak küçük bahçeler yaratabilirsiniz, o da en iyi ihtimalle. Bu nedenle bozkır her şeyden önce olandır, kendi gibi ve kendisi için olandır; yapılan değildir. Bozkırdaki her ayrıntı bilinir, her ağaç, her çeşme tanınır, içinde kaybolacak bir çokluk yoktur. Hiçbir şey kaybolmaz.

Her şey apaçıktır, gizlemeye saklamaya ihtiyaç duymaz. Az biraz yüksek bir yerden baktığınızda önünüze doğa serilir. Kilometrelerce alanı görebilirsiniz. Sizi şaşırtmaz, ani değişimlere rastlanılmaz: aynı toprak, aynı çalılar, aynı koku, aynı susuzluk, her şey birbirinin benzeridir…

Tekinsizdir, açıklık ve gizleyecek, gizlenecek bir yerin olmaması tekinsizlik duygusunu pekiştirir. Hayale yer vermeyecek ya da her şeyi hayal sanacak kadar tekinsiz. Gündüz her şeyin görünmesi, apaçık olması geceyi daha korkunç bir hale sokar. Ne kaçılacak bir orman ne sığınılacak bir dağ ne geceyi geçirecek bir kuytuluk vardır. Açıklık ve karanlık içinde her an her şeyle yüz yüze gelinebilir. Bozkır masallarının korku yüklü olmasının nedeni de budur. Bozkır çocuklarının çoğunlukla muska ile korunmasının da.

BOZKIR TEMALI FİLMLER

Bozkırın ana karakter olduğu filmlere son yıllarda epey rastlanıyor: Kurak Günler (2022), Bozkır (dizi-2019…), Bir Zamanlar Anadolu’da (2011) birkaçı.  İklimi, mekanı, insanları ve “kültürü” ile bozkır bu filmlerde ana bir karakter olarak yer alır, film mekanı olmanın ötesine geçer. Bu filmlerde yukarıdaki bozkır anlatısı görüntü olarak orada durur, ama duygusu farklıdır. Çöken toprak-dibi görünmeyen obruklar, bozkır masallarındaki dipsiz kuyuların anlatımıdır bir yönüyle, köpek ulumaları, domuz bağları, acımasızlık, “eğlencede” ete kemiğe bürünen erkeklik anlatısı, zayıfın yok edilmesi ve devletin de müdahale “edemediği” bunlarla iç içe geçen “küçük” çaplı güç odakları… Son nokta insanlığın kuraklıkta yok oluşu. Bozkır insanına kimi zaman huzur veren her ses, görüntü korku kaynağına dönüşür. Bu filmlerde kadınlar da belirsizdir, erkekler üzerinden bir anlatıya sahiptirler; onlar olmadan kadınların ne yaptıklarını bilmeyiz, ne yaşadıklarını…  Orada var olduklarını, varlıklarının etkisi olduğunu biliriz, hissederiz. Bozkır filmlerinde bozkır insanına dair olumlu tek bir şey bile gözümüze çarpmaz. Neden?

Galiba bir yönüyle bozkırla bütünleşen Orta Anadolu’nun belleklerimizde tuttuğu yer ile ilgili bu, tarihsel anlatılarla beslenen duygulanımlar ve bunları ölçü alan anlama uğraşı da diyebiliriz.

Diğeri ise bozkıra yönelen bakıştır. İçerisi genellikle görülmez; dışarıdan içe doğru bakılır. İçeriden dışa doğru olan bakış eksiktir. Bozkır anlatıcıları, ana karakterler dışarıdan gider, oranın yerlisi değillerdir. Yabancı olan Bozkıra bakar, görür ve değerlendirir. Okumuş yazmışlardır ve devlet göndermiştir. Devlet, devlet adına oraya gidenler, orada bulunanlar iyiliği temsil eder. Çoğunlukla değiştirmeye çalışırlar, sarsarak, doğru olanı göstermeye-anlatmaya çalışarak, düzeni sağlamak için kanun tanımayan halkın acımasız dürtülerini kontrol altına almaya “yeltenirler”, elbette beceremezler, başarısızlık kaçınılmazdır (Kurak Günler, Bozkır). Bazen içine girmeden bakarlar, anlamaya çalışırlar, az biraz korumaya. Ama her anlama uğraşı katı bir gerçekliğe çarpar (Bir Zamanlar Anadolu’da). “Halk devletten daha acımasızdır, insanlıktan nasibini daha az almıştır, daha yargılayıcıdır ve daha kötüdür”.  Devlet bunu görmüş ve bilmiştir. Bozkır filmlerine baktığımızda devletin Hobbes’un öngördüğü toplum sözleşmesinin ete kemiğe bürünmüş hali olduğunu düşünürüz, devlet algımızı alt üst eder, yeniden düşün der. Şiddet kullanma tekeli, yönetme ve yargılama tekeli merkezi devlette olduğu için şükreder hale geliriz. Gözümüz acımasızlığa ket vuracak devleti arar.

BOZKIR BİR TABUTTUR, HER ŞEY DIŞARDAN GELİR

Bozkıra medeniyet merkezden-devlet eliyle götürülebilir, yerele bu iş asla bırakılmamalı hatta yerel ne kadar az müdahale ederse o kadar iyidir söylemi Kurak Günler filminde etkili bir biçimde anlatılır. Bozkır bir tabuttur, bozkıra eğlence dışarıdan gider, bozkıra medeniyet dışarıdan gider, bozkıra düzen dışarıdan gider. Kimse kendi isteğiyle kara ikliminin hüküm sürdüğü bu yere, eğer çocukluktan gelen-kurulan bir bağ yoksa, yerleşmez. Orada yaşayanlar-bozkır insanları da buna izin vermez zaten. Yabancıyı içine almaları zordur, yargılandıklarını bilirler.

Kurak Günler’de iyiliği savcı temsil eder, belediye başkanı etrafında toplaşmış yerli halk, şu veya bu nedenle ona destek olanlar ise kötülüğü, acımasızlığı. Gözü dönmüş bir biçimde avlanırlar, kanı severler. Bozkır dizisinde iyilik polise geçer, vicdanlı olan, acı duyan, hisseden polistir. Bir Zamanlar Anadolu’da ise doktor, savcı, polis iyiliğe ve insana dair olandır. Hoş Bir Zamanlar Anadolu’da filminde bozkır insanına az bir sıcaklık da hissedilmiyor değildir; gözleri dolan-ağlayabilen insana rastlarız, geçici bir durum olsa da, hakim duygu bu olmasa da. Bozkırın sertliğinin insanı üzerinde yarattığı katı olma hali-zorunluluğunun geriye doğru ittiği her ne ise biran ortaya çıkar. Dışarıdan gelenin içten içe bozkır insanına, ezilmişliğine, çaresizliğine duyduğu bir yakınlık da sezilir. Bozkır insanı da dışarının kendisine yönelen bakışını tekrarlar, kendisini o kalıba göre değerlendirir (acımasız, katı, çıkarını kollaması gereken).

Belki de bozkır filmlerinde de açığa çıkan bu Orta Anadolu’ya dışarıdan yönelen bakışı, Spinoza eşliğinde yeniden anlamaya çalışabiliriz. "Eğer biri, başka birinin kendisinden nefret ettiğini düşünüyorsa ve ona bunun için herhangi bir neden sunmamış olduğuna inanıyorsa, karşılığında ondan zorunlu olarak nefret edecektir..." (Ethics 3, Önerme 40). Ulus Baker bunu şöyle açıklar “…birinin benden nefret ettiğine inandığımda bende zaten uyanmış olan kederin nedenini kendimde bulamazsam benden nefret ettiğini sandığım kişide bulacağımdır...”

Bozkır filmlerinde hem bozkıra ait olup hem de güzel olan şey, çoğunda tek şey Neşat Ertaş’tır. Başka bir coğrafyada Neşat Ertaş olamazdı, yok da.