Bozkurt, sel felaketi değil, cinayettir!
Bozkurt’ta bir binanın üzerinde “af nefsin zekatıdır” yazıyor. Muhafazakâr ergen aforizmalarıyla geçti son 19 yılımız, siz bozun her şeyi biz affedelim öyle mi? Bozkurt’ta, Ayancık’ta yaşananların birileri hesabını vermeli önce, doğaya, insanlara nasıl kıydınız?
4 gün önce, 17 Ağustos Depremi'nin yıldönümüydü, binlerce kişi hayatını kaybetmiş, binlerce kişi de kaybolmuştu. 22 yıl sonra, muhtemelen tarihimizin en büyük “sel felaketinde” kaç kişinin hayatını kaybettiğini, kaç kişinin kayıp olduğunu bilemiyoruz. Oysa Bozkurt’ta durumun vahametini görebilmeniz için rastgele iki insanla konuşmanız yeterli; size mutlaka bir tanıdıklarının kayıp olduğunu söyleyeceklerdir. Geçen onca zamana karşın, bu iki farklı vakanın farklı iktidarlar tarafından aynı söylem diliyle geçiştirildiğine tanıklık ediyoruz: “Kader” ya da “fıtrat”. Oysa başka ülkelerde son derece hafif hasarlarla atlatılan depremlerde, Türkiye’de yüzlerce, binlerce can kaybı yaşanıyorsa bu bir cinayet değil de nedir? Madenlerde, tersanelerde işçiler gerekli tedbirler alınmadığı, denetimler yapılmadığı için “kaza” sonucu ölüyorsa bu cinayettir, orman yangınında uçak olmadığı için insanlar, hayvanlar ölüyorsa, doğa yok oluyorsa bu cinayettir. Selde dere yataklarına şehirler inşa ediliyor ve binalar yıkılıyorsa bu cinayettir…
Bozkurt ile Abana tarih boyunca derin siyasal mücadele ve kavgalara sahne olmuş, dip dibe yaşayan iki ilçe. Abana, Bozkurt, Çatalzeytin, İnebolu toplasan 40 km mesafedeki ilçeler, nüfusları neredeyse belde olmaya ancak yetecekken, ilçeler arası siyasi rekabetler gündelik yaşam pratiklerini de şekillendiriyor. Çünkü tıpkı Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi burada da siyasetin en çok müdahil olduğu alan, bu il/ilçe olma mevzusu. Bozkurt’un nasıl olur da dere yatağında bu kadar genişleyip, “gelişmiş” olduğunun anahtarı da burada saklı. Örneğin Abana Devlet Hastanesi’ni yenilemek yerine, tam da derenin dibine yeni bir Bozkurt Devlet Hastanesi yapılıyor, ihalesi yeni yapılmış durumda. Zira Abana’da siyasi iklim Türkiye’nin geneli gibi ortadan ikiye bölünmüşken, yıllardır Bozkurt sağın kalesi olarak kabul ediliyor. Yıllar içinde her şey sistemli bir şekilde Abana’dan alındı, Bozkurt’a taşındı hatta ünlü markaların bile Bozkurt’a taşınması teşvik edildi. Bozkurt’ta rant artarken nüfus da arttı. Harmason deresinin ev sahipliği yaptığı topraklar, insan evlatları tarafından işgal edildi, göz göre göre, sistematik, zamana yayılan, herkesin ranttan pay alması nedeniyle kimsenin itiraz da etmeyeceği bir biçimde…
Bozkurt seli için sıklıkla “tarihte böyle bir felaket görülmedi” deniyor. Sonuçları itibariyle doğrudur, can kaybı sayısına bakarak bunu söylemek mümkün ancak Bozkurt-Abana ilçeleri tarihleri boyunca yüzlerce sel yaşadı. Temel soru şu: Pekiyi neden hiçbirinde böylesi yüksek sayıda bir can kaybı yaşanmadı? Üstelik her iki ilçenin de nüfusu eskiden daha fazlaydı. Velev ki bu yaşananlar HES kökenli değil, velev ki siz haklısınız, neden Devrekani’de selin meydana geldiği iki gün içinde metrekareye düşen yağmur miktarı, Bozkurt’tan daha fazla olduğu halde, neden bu ilçede de can kaybı yaşanmadı? Neden dere yatağına sadece yıkılan binalar değil, koskoca bir ilçe yapıldı ve bu ilçe organize bir biçimde zaman içinde büyüdü, büyüttürüldü?
Abana Gazetesi sahibi Hayati Tahsin Yılmaz'ın olağanüstü kitabı “Abana Belgeseli'”nden (1) detaylarıyla öğreniyoruz ki tarihte, birçok büyük sel yaşanmış. Canlı tanıklıklara dayanan kitaba göre Ezine Çayı'nın Cumhuriyet tarihinde bilinen en büyük seli 1942’de olmuş. Sel, Abana’daki koca ceviz ağaçlarını söküp götürmüş. Sel, o zaman tahta olan Harmason (Ezine) köprüsünü de yıkmış. Kitapta bu selde 7-8 kişinin öldüğü anlatılıyor. İşte budur "doğal afet" ya da "fıtrat."
Daha eskilerde 24 Mayıs 1925 tarihinde gece başlayan yağmurlar, İlişi köyü İrfan Mektebi’nin (Yakaören Cumayanı) temelini bozmuş. Mektep tamamen sulara karışmış. Kitaba göre can kaybı yok. Daha sonra 1955, 1962 yıllarında yoğun seller anlatılıyor kitapta. 18 Kasım 1965 gecesi yine yoğun yağmurlar, evleri, camileri sular altında bırakıyor. Tanıklara göre yine can kaybı yok.
Bir büyük sel de 1998’de yaşanmış. Abana içindeki Dereyüzü Deresi’nin taşması sonucu tüm çarşıyı sel almış. 15 dakika içinde Abana çarşısı göle dönmüş ve kimi yerlerde su yüksekliği 50 cm’yi bulmuş. Dailymotion'da bu selin görüntülerini bulabilirsiniz. Dönemin CHP'li Belediye Başkanı Şevket Yazkan sabahın köründe olacakları görerek kepçe ile beyaz sarayın önünden denize su yolu açmasaymış büyük bir felaket olacağını yöre halkı yıllardır anlatır. Yöneticilik önlem ve öngörü işidir. Geçen hafta yapılan uyarılar gibi "Arabalarınızı çekin" değil, önlem almak ya da "canınızı kurtarın" demektir.
Son olarak seller paradoksal olarak bölge insanının geçim kaynağıydı aslında. 5 Temmuz 1979 günü ve gecesi yağan yoğun yağmurdan sonra 6 Temmuz sabahı iddialara göre Abana kıyılarına 30 yıldır görülmemiş çoklukta ‘kargalak’ vurmuş. Bu noktada biraz kargalak nedir ondan bahsetmekte yarar var. Abana-Bozkurt'ta oturanlar yakacağa onlarca yıl para vermezmiş. Geçen hafta taşan Ezine Çayı’nın oluşturduğu seller, çok odun (ve taş- toprak) getirirmiş Abana kıyılarına. Abana’nın tek yakacağı “kargalaktı" (çay-deniz odunu). Tekrar 1979'a dönelim. Selin ardından 30 yıldır görülmemiş çoklukta ‘kargalak’ vurmuştur. Kitapta o gün şöyle anlatılıyor: "Sabahın erken saatlerinde deniz kıyısına doluşan kadın-erkek, zengin-yoksul birçok Abanalı kıyıyı parsellemiş ve çoktandır bu denlisini görmedikleri bir ‘kargalak şenliği’ yaşamışlardı. Özellikle kıyı evlerinde oturanlar durumu erken gördüklerinden, çıkan kargalaktan daha çok yararlanmışlardı. Çayağzı ile liman arası bayram yerine dönmüştü.”
Özetle elbette yağmur, sel hep olmuş bölgede… Bu son felaketi "fıtrat" olarak değerlendirmeden önce tarihte bu ölçekte bir can kaybı yaşanmış mı öncelikle ona bakmak gerekiyor. Bugünkü seli yaşayanların dedeleri, anneanneleri, doğaya müdahale edilmediği zamanlarda selden geçim kaynağı, hatta eğlence çıkartacak kadar doğa bilgisine sahiplermiş aslında. Dere yatağına çarpık yapılaşma, HES, iklim krizi derken gelinen sonuç ne yazık ki bu, tarihte benzerinin olmaması yaşananları “fıtrat” yapmaz, aksine, bu noktaya gelinmesine göz yuman sorumluları suçlu yapar.
Bozkurt’ta bir binanın üzerinde “af nefsin zekatıdır” yazıyor. Muhafazakâr ergen aforizmalarıyla geçti son 19 yılımız, siz bozun her şeyi biz affedelim öyle mi? Bozkurt’ta, Ayancık’ta yaşananların birileri hesabını vermeli önce, doğaya, insanlara nasıl kıydınız? 17 Ağustos depreminin tek günah keçisi Veli Göçer gibi Bozkurt’ta da yıkılan Ölçer apartmanının Müteahhidi Mehmet Özkan hemen gözaltına alındı. Elbette alınmasın demiyorum ama bu tarz tekil gözaltılar, yargılamalar ne yazık ki büyük fotoğraftaki devasa rantı, korkunç yasadışılıkları, doğanın organize biçimde, aleni yok edilmesinin perde arkasını göz ardı etmemize, sorgulamayı ertelememize neden oluyor.
Bu günlerde Çatalzeytin’e geçici bir köprü yapılıyor, Bozkurt’ta da birkaç gün içinde hızla köprü yapıldı. Mesele kalıcı, sele, depreme dayanıklı köprüler yapabilmekte. Mimar Sinan’la beleşe iftihar etmek kolay, yıkılan köprülerin çoğu beton köprüler, yağışa dayanıklı kemerlerden yoksun yapılar bunlar. Kullanılamaz haldeki Bozkurt Belediyesi Düğün Salonu girişinde “Evliliği, kutsal olduğuna inananlar yaşatır” yazıyor. Hamasetle yaşayan insanlara hatırlatmamız gerekir ki evlilik falan değil, doğa, insan hayatı ve ihalelerde düzgün iş yapmak, sizlerin deyimiyle kul hakkı yememek, illa kutsallık arıyorsanız “kutsal”dır. Rant ve mal, o kadar insanlarımızın gözünü bürümüş ki, sel öncesi yapılan uyarılarda “Arabalarınızı kurtarın” anonsu yapılmış, canınızı değil, malınızı kurtarın denmiş, çünkü malın kutsal olduğu öğretiliyor yıllardır.
Bu nedenle konu dönüyor dolaşıyor, her şeyin yeniden yapılanmasına geliyor, her şey neyin felaket, neyin cinayet olduğunun anlatılacağı yeni bir kültür oluşturmaktan geçiyor. Deprem, yangın, sel ve diğer afetler... Hepsinde felaket öncesinde, sırasında ve sonrasında ne yapmamız gerektiğini ülkecek bilmiyoruz. Bunu iktidardan beklemek çok lüks ama acilen “Afet Yönetimi Dersi” 1. sınıftan itibaren zorunlu olarak bütün okullarda okutulmaya başlanmalı. Çocuklar büyüklere baskı kurmadan bu işler düzelmeyecek, artık bunu anladık: “Anne, baba dere yatağına ev olmaz, dayı ormana çöp atılmaz, hala depreme dayanıklı evde oturmalısın, arabanı bırak önce canımız amca…”
1) Hayati Tahsin Yılmaz, Abana Belgeseli, 2005, Bölüm: Sel ve Kargalak, sayfa 100-103, www.abanagazetesi.net
Azmi Karaveli Kimdir?
İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.
Rant 'muhafazakârlarının' Validebağ iştahı 24 Eylül 2021
Metin Oktay ve Mihraç Miroğlu 11 Eylül 2021
Neden voleybol maçı daha fazla rating aldı? 04 Eylül 2021
'Aslında orman yangını da sel de olmadı' 14 Ağustos 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI