Bozyel’den ‘Kürdistan’dır’ yorumu: Hukuksuzluk öfkeye yol açıyor
Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) Genel Başkan Yardımcısı Bayram Bozyel, Meral Akşener Siirt'te, Mustafa Sarıgül'e Van'da seçmenden gelen, 'Burası Kürdistan'dır' tepkisini değerlendirdi.
DUVAR - Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) Genel Başkan Yardımcısı Bayram Bozyel, 12 Eylül askeri darbesinden 40 yıl sonra 8 Kasım’da Diyarbakır’daki evine yapılan baskınla gözaltına alındı. Bozyel, 8 gün gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldı.
1982’de gözaltına alınarak dönemin işkence uygulamaları ile tanınan Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi'nde 5 yıl boyunca kalan Bozyel, 40 yılı aşkın süredir aktif olarak siyasette yer alıyor. Diyarbakır Cezaevi'ni anlatan bir kitabı da bulunan Bozyel'le, 40 yıl sonra yeniden gözaltına alınmasını, AK Parti’nin Kürtlere yönelik politikalarını, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme açıklamasını, bölgeye giden siyasetçilere yönelik seçmenden gelen ‘Burası Kürdistandır’ tepkisini ve son günlerde yeniden gündeme gelen işkence iddialarını konuştuk.
‘BAZI ŞEYLER DEĞİŞMEDEN YERİNDE KALDI’
12 Eylül darbesinin ardından Diyarbakır 5 No’lu cezaevinde işkenceler gördünüz. Şimdi 40 yıl sonra bir kez daha gözaltına alındınız. Bunca zaman sonra tekrar gözaltına alınmanızın gerekçesi neydi?
Türkiye’de geçen 40 yıl içinde değişen şeyler oldu, bazı şeyler ise değişmeden olduğu gibi yerinde kaldı. Kürt ulusal demokratik güçleri ile demokrasi ve barıştan yana insanların uzun süreli mücadelesi sonucunda elde edilen kazanımlar oldu. AB katılım sürecinin etkisiyle belirli değişimler yaşandı. 2002 ile 2010 arasında Kürt meselesinde barışçıl çözüm imkânları belirdi. Ancak son dört beş yılda iktidar eş zamanlı olarak içerde otoriterleşme, Kürt meselesinde ise yeniden inkar ve güvenlikçi politikalara döndü. Böylece Türkiye Kürt meselesinde yeniden başa dönmüş oldu. Başka bir ifade ile yaşanan onca değişime karşın, değişmeyen tek şey Kürt meselesindeki inkar ve şiddet anlayışı olarak kaldı. Mevcut iktidar koalisyonu Kürt meselesini bilinçli bir şekilde bir terör sorunu olarak ele almayı tercih ediyor ve böylece Kürt halkının her türlü hak ve özgürlük talebini kriminalize etmeye çalışıyor. Üyesi ve yöneticisi olduğum PSK’nin (Kürdistan Sosyalist Partisi) yarım yüzyıla varan bir süreçte Kürt meselesinde izlediği eşitlikçi, demokratik ve barışçıl politikalar ortada iken, bir gece yarısı evimin basılarak “terör örgütüne destek” iddiasıyla 8 gün boyunca gözaltına alınmam, iktidarın yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığım Kürt politikasından ayrı düşünülemez. Elinde çekiç olanın her şeyi çakılacak bir çivi olarak görmesi gibi, mevcut iktidar da Kürtlerin ulusal içerikli her talebini “terör” olarak yaftalayıp kriminalize etme yoluna gidiyor. Amaç açıktır; Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talepleri için mücadele edenlere gözdağı vererek bu yöndeki talepleri bastırmak.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kısa süre önce bir 'helalleşme' açıklaması oldu. Çağrı Kürtler arasında da bir yankı yarattı. Siz nasıl karşıladınız? CHP'nin iktidara gelmesi halinde, Kürtlere yönelik politikalarda bir değişiklik bekler misiz?
Şurası çok açık ki, Türkiye bugün siyasi, ekonomik, diplomatik, toplumsal ve ahlaki olmak üzere çok yönlü bir kriz içindedir ve bunun temel nedeni Kürt meselesinde izlenen inkar ve şiddet anlayışıdır. Kürt meselesinin çözümsüzlüğü aynı zamanda Türk toplumuna da büyük bedeller ödetmiştir ve ödetmeye devam ediyor. Bu, Türk halkının bir bütün olarak yoksullaşmasına, şovenizmin yükselmesine, siyasetin otoriterleşmesine ve militarize olmasına yol açmıştır. Yüz yıllık deneyimler gösteriyor ki Kürt meselesini çözmeden Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasi kurulamaz, Türkiye toplumu refah ve huzura ulaşamaz. Bu gerçeği 20 yıllık AKP iktidarı pratiğinde net olarak görmek mümkün. AKP, ilk on yıllık iktidarında demokrasi ve Kürt meselesinde belirli adımlar attığında ekonomik alanda gelişme kaydetti, AB başta olmak üzere dış dünyayla ilişkileri düzeldi ve iktidarın oy desteği arttı. Son 5-10 yılda ise Türkiye Kürt meselesinde geleneksel çatışma politikasına döndüğü andan itibaren, demokrasiden hızla uzaklaşarak otoriter ve keyfi bir sisteme döndü, dış dünyayla ilişkileri hızla bozuldu ve ekonomik olarak tam bir darboğaza girdi. Bu durum kaçınılmaz olarak iktidarın oy desteğini azalttı ve bu tablo 2019 yerel seçimlerinde AKP’nin İstanbul dahil büyük kentleri kaybetmesiyle sonuçlandı. Sanırım aklı başında herkes gibi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bu gerçeği görüyordur. Sayın Kılıçdaroğlu Kürt meselesini yok sayarak iktidar olunamayacağını, iktidar olunsa bile ülkenin kolay yönetilemeyeceğini ve Türkiye’nin huzura kavuşamayacağını bir ölçüde görmüş olmalıdır. 2019 seçim sonuçları, Kürtlerin desteği olmadan yeni bir iktidar denkleminin kurulamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” dahil son açıklama ve girişimlerinde Kürt faktörünün etkili olduğu açıktır. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun benzer açıklamaları önemsenmeli ve yakından izlenmelidir. Öte yandan tarihsel deneyler özgürlüğün verilemeyeceğini, tersine mücadeleyle kazanılacak bir şey olduğunu bize gösteriyor. Bu çerçevede oturup olası bir CHP iktidarının Kürt meselesinde nasıl hareket edeceğini beklemek yerine, iktidara geldiğinde CHP’yi bu alanda belirli adımlar atmaya zorlamak için nasıl bir politika izlenmesi gerektiği konusunu Kürt tarafının şimdiden tartışıp bir yol haritası oluşturması lazım.
‘KÜRT İTTİFAKINA İHTİYAÇ VAR’
Tüm partiler artık seçimlere ittifaklar kurarak girmek istiyor. Partilerarası görüşmelere de hız verildi. Kürt partilerinin buna yönelik bir hazırlığı, ittifak arayışı veya görüşmeleri var mı? Varsa hangi partilerle nasıl bir yol haritası üzerine tartışılıyor?
Yukarıda belirttiğim gibi bütün göstergeler Türkiye’nin çok yönlü derin bir kriz içinde olduğunu gösteriyor. Başka bir ifade ile mevcut sistem ve anlayışla Türkiye’yi yönetmek mümkün değil. Bu nedenle Türkiye’de değişim yönündeki talepler yükselmekte ve bu yöndeki arayışlar hızlanmaktadır. Bu çerçevede yeni anayasa ve sistem tartışmaları giderek artmakta, Kürt meselesinde olası “yeni çözüm süreçleri” başlıkları gündemdeki yerini korumaktadır. Bana kalırsa Kürt partilerinin ve tarafının bugün için seçimden çok öncelikli olarak Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin normalleşmesine odaklanmasına ihtiyaç var. Burada iki aşamalı bir ittifak/blok perspektifine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Birincisi Kürt ittifakı/bloku, ikincisi Türkiye ölçeğinde bir demokrasi ittifakı/bloku. Bugün Kürt meselesinin Türkiye’nin temel ve acil çözülmesi gereken bir meselesi olduğunu sağır sultan biliyor. Bu açıdan yapılması gereken acil şey bütün Kürt taraflarının; siyasi parti, grup, şahsiyet ve birikimlerinin ulusal demokratik bir program etrafında birleşmeleri, ulusal talepler manzumesi etrafında netleşmeleridir.
Kürt taraflarının geçmişte de üzerinde uzlaştıkları bu temel talepleri dört başlık altında toplamak mümkün.
Bunlar:
- Yapılacak yeni bir anayasada Kürt kimliğinin kabul edilmesi.
- Kürt dilinin Kürdistan’da eğitim dili olarak kabul edilmesi ve resmi dil olarak kullanılması.
- Kürtlerin kendi kimlikleriyle özgürce örgütlenebilmelerine imkan tanınması.
- Kürtlerin çoğunlukla yaşadıkları coğrafyada, Kürdistan’da kendi kendilerini yönetmelerine imkan verecek bir statüye kavuşmaları şeklinde özetlenebilir.
Kürt tarafı bu talepler etrafında birleşerek siyasal sürece müdahil olmalı, Türk siyasal aktörlerle müzakereler sürecine girerek bu talepleri karşılayacak yeni bir anayasanın yapımı için ağırlığını ortaya koymalıdır. Böylesi bir Kürt blokuna paralel olarak atılacak ikinci adım Türkiye ölçekli bir demokrasi ittifakını inşa etmektir. Bu noktada temel alınacak ölçü ittifak kurulacak parti ve tarafların siyasal kimlikleri değil demokrasiye ilişkin evrensel ilkeler olmalıdır. Özgürlükçü, çoğulcu, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı bir anayasaya evet diyen, Türkiye toplumunun çok uluslu, çok kültürlü, çok inançlılığını esas alan, her türlü vesayeti reddeden, ademi merkeziyetçi, evrensel standartlarda bir demokrasinin inşasına katkıda bulunacak en geniş çevrelerle geniş bir demokrasi ittifakı yakıcı bir ihtiyaçtır. İlkeler etrafında oluşacak bu ikili ittifak anlayışı, aynı zamanda seçim ittifakları için de temel teşkil edebilir. Bu nedenlerle seçim ittifaklarında önce, öncelikli olarak Kürt halkının ve Türkiye’nin geleceğine ilişkin temel ilkelerde bir ittifak ve yol haritasına ihtiyacımız var ve bu yönde çalışma ve görüşmelerimiz devam etmektedir.
‘İNKAR SİYASETİ, KÜRT ULUSAL BİLİNCİNİ ARTIRMIŞTIR’
29 Ekim'de İYİ Parti lideri Meral Akşener Siirt'i ziyaret ederken, esnaf Cemil Taşkesen ile bir sohbeti oldu. Bu sohbet sırasında Taşkesen, 'Burası Kürdistandır' dedikten sonra gözaltına alındı. Geçen hafta da Türkiye Değişim Partisi (TDP) Genel Başkanı Mustafa Sarıgül’e Van ziyaretinde, esnaf Hacı Tunç, 'Burası Kürdistan’dır' dedi. O da Taşkesen gibi kısa süre sonra gözaltına alındı. Siz bu olayları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün bu bahsettiğiniz olaylar şunu gösteriyor; evet, son 4-5 yılda devletin uyguladığı baskı ve hukuk dışı uygulamalar Kürt siyasi aktörlerinin faaliyet alanlarını daraltmış ve toplumu büyük oranda içine kapatmıştır. Buna karşın aynı baskı ve hukuksuzluklar Kürt toplumunda alttan alta büyük bir bilinçlenme ve öfkeye de yol açmıştır. Bugün Kürt toplumunda hiç olmadığı kadar ulusal kimlik bilinci oluşmuş durumdadır. Bu diyalektik bir süreçtir. İnkar siyaseti kendi karşıtını güçlendirmiş, Kürt ulusal bilincini artmıştır. Ve ilk fırsatta bu gerçeklik kendini açığa vurmakta, Kürtler biriken duygularını dile getirmektedir. Bütün bu gelişmelerin ortaya koyduğu şu ki, inkar ve şiddetle gidilecek bir yer, elde edilecek bir sonuç yoktur. Çünkü Kürtlerin ulusal talepleri haklı ve meşru taleplerdir. Bunları sonsuza kadar baskı altında mümkün değildir.
‘AKP İKTİDARININ BÜYÜK BİR SAVRULMANIN İÇİNDE OLDUĞU ORTADADIR’
Ancak AK Parti hükümeti, Kürtlerin haklarını verdiğini ve Kürt sorunu diye bir sorun olmadığını söylüyor. Bu yöndeki açıklamaları nasıl karşılıyorsunuz?
Yukarıda ifade ettiğim gibi AK Parti yöneticileri, iktidarlarının ilk döneminde vesayet sistemine son vermekle, inkar siyasetini terk etmekle, Kürt kimliğini tanımakla övünüyordu. O dönemde iç ve dış koşulların etkisiyle belirli adımlar da atıldı. Dönemin başbakanı Erdoğan 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmada, “Kürt sorunu var, bu benim de sorunum ve bunu demokrasi içinde çözeceğim” diyordu. Bir dönem sonra bazı üniversitelerde Kürdoloji bölümleri açıldı. Daha sonraki bir konuşmasında Erdoğan 'Kürdistan' kavramının TBMM tutanaklarında yer aldığını ifade etti. Eş zamanlı olarak Güney Kürdistan ile üst düzeyde ilişkiler geliştirildi. Benzer şekilde Dersim’de Kürtlere yapılan katliamdan dolayı yine Erdoğan özür diledi. Şimdi ise geçmişte ne yaptılarsa tersini yapıyorlar. Kürt meselesi gibi bir meselenin olmadığını söylüyor, 'Kürdistan' sözcüğünü kullananın ağzına tıkıyor, gözaltına alıyorlar. AKP iktidarının bu konuda büyük bir savrulma içinde olduğu ortadadır. Bugün iktidarda ipleri elinde esas tutanın daha çok MHP gibi şoven güçler olduğunu bilmeyen yoktur. Öte yandan iktidar inkar ve güvenlikçi politikalara yöneldikçe kitle desteğini kaybedip zayıflamakta, zayıfladıkça da rasyonaliteden uzaklaşarak daha çok yanlış yapmaktadır. Ve deneyler bir daha göstermektedir ki Kürt meselesine sırtını dönerek, demokrasiden uzaklaşarak bir iktidarın gideceği yer, AKP’nin bugün geldiği yerden başka bir yer değildir.
'FAİLİ MEÇHULLER SIRADAN UYGULAMALARA DÖNÜŞTÜ’
Son günlerde eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür'ün 90'lı yılları yeniden gündeme taşıyan faili meçhul cinayetler ve işkencelerle ilgili açıklamaları da gündem oldu. Siz de bu itiraflara yönelik bir açıklama yaparak, "Eymür 'işkence yaptım, pişman değilim' derken kimden cesaret alıyor? Elbette işkenceyi sistematik bir uygulamaya dönüştüren devlet geleneğinden. Devlet geçmişteki işkence faillerini yargılasa, Eymür bugün işkenceyi bu cüret ve hoyratlıkla savunabilir miydi?" dediniz. İşkence gören biri olarak bu itirafları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu bir gerçek, Türkiye Kürt meselesinde şiddette ısrar ettikçe demokrasiden hızla uzaklaştı, devlet hukuk devleti niteliğini yitirerek çeteleşti, keyfilik ve hukuksuzluk onun rutinine dönüştü. Bu çerçevede işkence, adam kaçırmalar, “faili meçhul” cinayetler sıradan uygulamalara dönüştü. Geçen dönemde hükümetler gitti geldi, iktidarlar yer değiştirdi, ancak devlet içinde söz konusu uygulamalar devam etti. Bugün Mehmet Eymür gibi biri kamuoyu önünde açıkça işkenceyi savunuyorsa, bunun nedeni işkenceyi sistematik bir uygulamaya dönüştüren devlet geleneğinden aldığı cesarettir. Çünkü şimdiye kadar hiçbir iktidar geçmişte işlenen cinayetlerle, binlerce yaşamı karartan işkence ve hukuksuzlukla hesaplaşmadı, bu işin üzerine kararlılıkla gitmedi, gitmek istemedi. Bu yaklaşım sonucunda siyasal sistem çürüdü, toplum kötürüm hale geldi. Türkiye’de olan bundan ibarettir. Bu tablodan çıkış için yapılacak iki şey var; Kürt meselesinin adil, eşitlikçi ve barışçıl çözümü ile geçmişin kanlı ve karanlık tarihiyle çok yönlü bir hesaplaşma.