Brezilya’da kanat çırpan kelebek
Çok beklenen, çok izlenen ve sonucu çok merak edilen Brezilya seçimleri, ülkeyi daha önce iki dönem yönetmiş Luiz İnacio Lula de Silva’nın yani Lula’nın zaferiyle sonuçlandı. Bu seçimden bugüne kadar tüm demokrasiler için çok ders çıktı. Yeni dersler çıkmaya da devam ediyor ve bu dersler en çok bizi ilgilendiriyor. Artık "Brezilya nere Türkiye nere" değil; iki ülke birbirlerine hiç olmadıkları kadar yakın.
1.
Dünya hızla kutuplaşıyor. Sadece tek tek ülkeler ve o ülkelerdeki toplumlar değil, dünya kamuoyu da kutuplaşıyor.
Kutuplaşmayı en çok derinleştiren mesele seçimler.
İki sene önceki Biden - Trump mücadelesi sadece ABD’de yaşanmadı; Japonya’dan Türkiye’ye dünya kamuoyu da bu seçimleri sanki o siyasi sürece doğrudan dahilmiş gibi büyük ilgiyle takip etti.
Bu seneki Macron - Le Pen seçim yarışı da öyleydi. Nihayet İtalya’da faşist eğilimli Giorgia Meloni’nin zaferiyle sonuçlanan yarış… Her bir seçimin dünya kamuoyu üzerindeki yankısı önceki yıllara göre çok daha fazla. Büyük meselelerin etrafında hızla, keskin mi keskin iki kamp oluşuyor. Daha önce dış haber sayfalarında şöyle bir bakılıp geçilen konular neredeyse bıçak sırtında konuşuluyor.
İnternet ve sosyal medya tüm dünyayı siyaseten de birbirine bağladı. Toplumlar, uzak coğrafyalardaki siyasi akımlardan bile ciddi etkileniyor. Bir kıtada kanat çırpan kelebek diğer kıtada kasırga yaratabiliyor. Trump’ın 2016’da sürpriz şekilde iktidara yürümesinin, onu kendisine rol modeli kabul eden Brezilyalı Jair Bolsonaro’nun 2018’de ülkesinde başa geçmesiyle doğrudan ilgisi var.
Latin Amerika’nın başat ekonomilerinde, yani Arjantin’de, Meksika’da, Kolombiya’da, Şili’de ve nihayet Brezilya’da sol liderlerin üst üste seçim kazanmasını da bir ölçüde bu kelebeğe bağlayabiliriz.
Avrupa’da iktidara gelsin gelmesin aşırı sağ hareketlerin toplumlarda giderek daha fazla karşılık bulmasını da…
2.
Her netice bir başka neticeyi tetikliyor. Liderler ve akımlar domino taşı gibi birbirlerinin üzerine devrilirken, yeni taşlar oyun alanına yerleşiyor.
Geçen hafta sonu tamamlanan Brezilya seçimleri de işte bu oyun sahasının tam ortasında. Dünyanın en çok merak edilen seçimlerinden biriydi. Bunca kutuplaşmış bir toplumda seçimin nasıl sonuçlanacağı, barışçıl yollardan yapılıp yapılmayacağı, ülkeyi neredeyse keyfine göre yöneten mevcut başkan Bolsonaro’nun kaybetmesi halinde ‘gidip gitmeyeceği’ merak ediliyordu.
Brezilya seçimleri demokrasinin geleceğini görmek açısından son derece önemli bir seçim olarak görülüyordu. Hakikaten de öyle.
3.
Seçim bitti (Süreci daha önce yine Gazete Duvar’da yazmıştım). İşçi Partisi’nin adayı Lula oyların 50.9’unu alarak, Bolsonaro’nun 49.1’lik oyu karşısında kıl payı kazandı.
Şimdi ne olacak?
Bu satırlar yazılırken, Bolsonaro halen seçim sonuçlarını kabul etmemişti. Ülkede etkili bir güç olan (çoğunluk Bolsonaro taraftarı) kamyoncular şehirleri birbirine bağlayan otoyolları kapatmış, eyleme başlamıştı; huzursuzluk hızla tırmanıyordu.
Seçim sonrasının nasıl yaşanacağı, dünyanın dört bir yanındaki demokrasilerde birçok eğilimi belirleyecek; özellikle otoriter liderler buradan kendilerine taktikler çıkarabilir. Ama daha oraya gelmeden, sırf seçim sürecinin kendisinin bile doğrudan ilgilendirdiği çok ülke, çok toplum var.
En başta da Türkiye…
Hem Brezilya’ya birçok açıdan benzeyen yapısıyla hem de bizdeki seçimin çok yakında olması nedeniyle.
4.
Önce Brezilya’daki denkleme bakalım.
Solda siyaset yapan, işçi kökenli, Brezilya yoksullarının özellikle desteklediği, Barack Obama’nın bir zamanlar ‘dünyadaki en popüler politikacı’ diye nitelediği, ülkeyi daha önce iki dönem yönetmiş, daha sonra rüşvet iddiasıyla ve yargının siyasallaşmasıyla hapsedilmiş, 580 gün hapis yattıktan sonra yargı sürecindeki usulsüzlük yüzünden serbest bırakılmış ve seçime girmesi kabul edilmiş Lula mı; sağcı, eski asker, fazla şamatacı, aşırı kapitalist, iş çevrelerinin gözdesi, anti LGBT, gerçeklerden kopuk şekilde ülkeyi kafasına göre yöneten, pandemi sürecini yüzüne gözüne bulaştıran ve ülkesinin yangın yerine dönmesine yol açan, din, ordu ve aile değerleri üzerinden siyaset yapan ve karşı tarafa da bunların üzerinden yüklenen Bolsonaro mu?
Zor bir denklem. Görünürde Brezilya’ya özel bir denklem.
Ama değil. Bizle de çok benzerlik var.
İlk benzerlik şu.
Lula üçüncü dönemine tek başına değil; büyük bir koalisyonla giriyor. Arkasındaki güç artık sadece İşçi Partisi (PT) değil; Brezilya tarihinin görüp göreceği en büyük ittifak. Solcular, yeşiller, merkezdekiler, kendisiyle taban tabana zıt muhafazakârlar… Sao Paulo eyaletinin, yani 46 milyon nüfusuyla 214 milyonluk Brezilya’nın en büyük eyaletinin eski valisi, muhafazakâr Geraldo Alckmin, Lula’nın başkan yardımcısı olacak. Toplamda dokuz partinin katıldığı bir ittifak bu. Tahmin edersiniz ki ne tabanda ne tavanda yüzde yüz gönül rahatlığı var ama başka çareleri olmadığını düşünüyorlar.
Bir nevi ‘dokuzlu masa’.
Lula, ülkeyi bu ittifaka başkanlık ederek yönetecek ve yolda da yeni ittifaklar kurmaya çalışacak. Çünkü işi kolay değil. Lula, bir tür balkon konuşması yaptı ve seçmenleri arasında ayrım gözetmeyeceğini söyledi. Zaten yapmak zorunda. Bolsonaro seçimi kaybetmiş olabilir ama Bolsonarocular bir bakıma seçimi kazandı. Bolsonarocular’ın Federal Meclis’teki sandalyeleri Lulacıların iki katı; Rio de Janeiro, Brasilia, Minas Gerais ve nihayet Sao Paulo valilikleri de onların. Bu çok önemli bir güç.
Yani kutuplaşma olduğu gibi, hatta daha da derinleşerek devam ediyor.
Burada da Türkiye ile Brezilya arasındaki ikinci paralellik yatıyor.
Brezilya’daki seçim sonucu kutuplaşmanın mükemmel bir örneği. Neredeyse yüzde 50’ye yüzde 50. İki kutbun da gücü birbirine denk. İki kutup da bazen çözülen, bazen sadece seçim etrafında birleşen ittifaklardan oluşuyor. Toplum siyah-beyaz arasında bölündükçe tansiyon artıyor. Düşmanlık artıyor. Birbirini dinleme azalıyor. Brezilya bu konuda zaten çok ileri bir mertebedeydi. Son seçimde o mertebeyi de aştı.
Bu tür kutuplaşmış yarışlar aslında demokrasiyi sakatlıyor ve özellikle merkezde birikmiş görüşlerin dışındaki görüşlerin duyulmasını engelliyor.
Sadece iki görüş var. Siyahla beyaz. Onların dışındaki renkler yok. Temsil edilemiyorlar. İttifaklar içinde temsil ediliyorlar olsalar dahi, seçmenleri onlara gönül rahatlığıyla oy veremiyor. Zira yanlarında durdukları diğer ittifak unsurlarını sevmedikleri ya da onlara düpedüz karşı oldukları için istemedikleri görüşlere de oy vermiş oluyorlar. Tüm seçimler basit bir referanduma dönüşüyor. Tıpkı Brezilya’daki gibi.
Tıpkı Türkiye’deki gibi.
Lula’nın büyük ittifakının sıkıntısı bu. Beş benzemez sıkıntısı. Bizdeki sıkıntı da bu.
Buna karşın parlamenter sistemdeki çok partili demokrasilerin avantajı -sanki bu konuyu hiç bilmiyormuşuz gibi yeniden söylemeye gerek var çünkü unuttuk- mümkün olan her görüşün temsil edilebilmesi. Hele baraj yoksa.
İttifaklar ancak seçimden sonra koalisyonla geliyor.
Brezilya’da ve dünyanın benzer yerlerinde olan bitenler bu açıdan bizim için çok önemli. Çünkü başkanlık sisteminin zorladığı bu tür ittifakların temsili sakatladığını başka bir açıdan daha görmüş oluyoruz. Bizde de öyle. ABD’de öyle. Örneğin ABD’deki Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti’nin vergi, sosyal hizmetler gibi birkaç konu dışında aslında birbirlerinden farklı olmadıkları ortada. Sözgelimi dış politikada hemen hemen aynılar. Biz farklı mıyız? Bugünkü muhalefet tavrına baktığımızda çok net ortaya çıkıyor: Altılı Masa’nın dış politika açısından AKP’nin pozisyonu dışında bir pozisyonu var mı?
6.
Üçüncü paralellik, karşı tarafa, bu durumda toplumun diğer yarısına ölçüsüzce yüklenmede.
Bolsonaro o kadar ileri gitti ki, bu seçimin “iyi ile kötü arasında bir savaş” olduğunu ilan etti.
Şöyle söylemişti Bolsonaro: “İyi ile kötünün arasında bir savaşa şahit olduğumuzun bilincindeyiz. O kötüler ki ülkemizi 14 yıl boyunca teslim almış ve mahvetmişti. Şimdi yine suç mahalline dönmek istiyorlar. Geri dönemeyecekler. Çünkü insanlar iyinin yanında.”
Bu söylem, Millet İttifakı’nın bir dönem “zillet” diye adlandırılmasını ve iktidarın her dönem ‘CHP zihniyeti’ tabirine başvurmasını çağrıştırmıyor mu?
7.
Dördüncü benzerlik ise Brezilya ile Türkiye’nin yalan habere karşı bağışıksız iki ülke olmasında. Dezenformasyon yüksek, insanların medyaya güveni neredeyse sıfır, bu yüzden haberleri sosyal medyadan tüketme oranları da yüksek ve orası da ciddi bir dezenformasyon batağı. Bir yandan yine kutuplaşmayla paralel olarak, her iki ülkedeki iki kutup da sadece kendi haber ağlarını kullanıyor ve böylece karşı tarafın iddialarını rasyonel düzeyde inceleyemiyor. Hakikat-sonrası düzlemin temel unsurlarından biri bu.
Her iki ülke de, Brezilya da Türkiye de bu anlamda Şampiyonlar Ligi’nde.
Biz de bir seçime gireceğiz; bu yüzden bu ligdeki diğer seçimler en çok bizi ilgilendiriyor.
Öncesiyle sonrasıyla süreciyle her şeyiyle…
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI