'Bu beyin çalışması durdurulmalı'

Demirtaş'ın “ateş topu” olan Kürt meselesini elini yakmadan tutan, ülkeyi yönetme konusunda iddiasını ve reçetesini ortaya koyan tavrı, liderlik kültünde ve siyasette yeni bir gedik açmıştı,

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

“Bu beyin çalışmasını yirmi yıl durdurmalıyız” demişti Mussolini. Ancak onbir yıllık cezaevi yaşamında dahi büyük beyin işlemesi durdurulamadı.

Antonio Gramsci, İtalya'nın kuzeyiyle eşitsiz bir durumda olan güneydeki bir adada doğdu. Doğduğu adada dikkatini çeken ilk şeylerden biri köylülerin korkunç yoksulluğuydu. Henüz yirmi iki yaşında iken (1913) İtalyan Sosyalist Partisi'nin sevilen yöneticilerden biri oldu. 1924 yılında kurucularından olduğu İtalya Komünist Partisi'nden milletvekili seçildi. Partisinin parlamento grubu başkanıyken meclis kürsüsünde ve yazdığı yazılarda faşistlerin cinayetlerini ve Mussolini’nin ABD ile olan ilişkilerini ortaya döküyordu. 8 Kasım 1926'da partinin kapatılmasının ertesi günü dokunulmazlığı hiçe sayılarak işkencenin yoğun olduğu en kötü zindanlardan olan Bari yakınlarındaki Turi’ye atıldı. Zayıf bedenine uygulanan işkenceler karşısında 1931 Ağustosunda kan tükürmeye başladı. Mussolini’nin, kendisinden “af dilemesi” taleplerini elinin tersiyle geri çevirdi. Çok geç hastaneye götürülen Gramsci 27 nisan 1937'de öldü. Gramsci’nin baldızı, hapishanenin antetli kağıtlarına yazılan 32 defteri Gramsci’nin öldüğü odadan kurtarmayı başarmıştı. Dilden kültüre, tarihten felsefeye, aydından siyasete, edebiyattan tiyatroya kadar birçok alan üzerine yazılan “Hapishane Defterleri” bu şekilde oluştu.

Halen güncelliğini koruyan bu yapıt, İkinci Dünya Savaşından sonra İtalya’nın en büyük edebiyat ödülü olan Viareggio Ödülü'nü aldı. 46 yıllık genç ömrüne insanlık hafızasında yer tutacak kadar çok şey sığdırmayı başardı Gramsci.

Antonio Gramsci’nin bu etkileyici hikâyesi okunduğunda; farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda benzer şekilde yaşanan olayları anlamak, şaşırtıcı olduğu kadar derin bir anlam yolculuğuna da çıkarır insanı. 1900'lü yıllarda İtalya’da yaşanan direniş öyküsü, 2OOO'li yılların Türkiye’sinde kendisini yaşama koyacak bir beden bulacaktı.

KÜRDÜN MEVSİMİ

20. yüzyılda Türkiye’de eşitsiz bir yaşamın kıyısında büyüyen Kürt çocukları, şiddetin kıskacında kendi hikayelerini anlamaya/anlamlandırmaya çalışıyorlardı. Şiddet ile siyasetin çok acımasızca kesiştiği, birbirini by-pass ettiği bir ortamda sivil siyaset büyük barikatlar ile karşı karşıyaydı. Kürt siyasi hareketinin legal siyaset denemeleri hızlı bir şekilde kriminalize edilip akamete uğratılıyordu. Haliyle siyasal açıdan sürdürülebilir kurumsal bir hafıza oluşmuyordu. Kurumsal hafızayı yok eden müdahale aynı zamanda çok güçlü bir duygusal hafıza oluşturuyordu. Onca kesintiye ve ağır müdahalelere rağmen kendini yeniden kurmaktan vazgeçmeyen bir duygusal hafıza yaşamaya devam ediyor.

Kürt dinamikleri, son yüzyıllık süreçte her alanda çetin koşullar içerisinde olağanüstü bir ivme yakalamalarına rağmen sivil siyaset liderliği ve yönetimi konusunda aynı performansı ortaya koyamamışlardı. Zira yönetsel tecrübeler ve sivil siyaset konusunda “prematüre” bir yapı söz konusu idi. Mağduriyet duygusu çeperinden çıkamayan bir siyaset dili, haksızlığın her santimine yayıldığı ülkede eskisi gibi bir etki gücüne sahip değildi artık. Kürt mahallesinde kendini tekrar eden bir siyaset söz konusuydu. Oysa zaman kendi mahallesinden çıkmayı kaçınılmaz kılıyordu. Herkesin hissedip de tarif edemediği politik depresyonda yeni bir siyasetçi ile tanışmaya başladık. Selahattin Demirtaş…

İddialı bir siyasal yenilenme ve açılım olan HDP projesi, Demirtaş’ın temsil dönemine denk gelmişti. İddialı bir şekil ve söylemle karşımıza çıktı. Projenin kendisi kadar önem arz eden diğer husus bu projenin siyasal taşıyıcısı ve kadroları idi.

Şüphesiz ki bir organizasyonun içindeki tüm emekçilerin alınteri vardır başarı ya da başarısızlık harcında. Ancak lidere de ayrı bir mercek tutulması gerekir.

Kısa sürede Türkiye’nin her evine “konuk” olmayı başaran, “ateş topu” olan Kürt meselesini elini yakmadan tutan, yakmadan karşısındakinin kucağına bırakabilen, tahrik gücü yüksek söylemleri göğsünde yumuşatarak indiren, demokrasi ve özgürlükler konusunda diğer kesimleri ihmal etmeden konuşan ve en önemlisi ülkeyi yönetme konusunda iddiasını ve reçetesini ortaya koyan tavrı, liderlik kültünde ve alışılagelmiş siyasette yeni bir gedik açmıştı.

Kürt mahallesinden tüm ülke siyasetine talip olma konusunda ciddi bir meydan okuma da beraberinde gelmişti.

Onlarca yıllık mücadelenin temeli üzerinde inşa edilen şeyin mayası iyi tutmuştu bu kez. Ancak müdahale zamanı gelmişti ve müdahale edildi bu beyin çalışmasına.

MÜDAHALENİN BAŞARISI(ZLIĞI)

8 yıldır ilginç hukuka aykırı girişimlerle içeride tutulan Demirtaş, insanların hayatına sızmaya devam ediyor. Öykülerle, romanlarla, hasılı yeryüzünün en etkili silahı olan edebiyat aracılığıyla insanlarla buluşmayı ihmal etmedi. Bu etkinliğin kendisi, siyasetin alışılagelmiş yöntemlerini yerle bir ettiğine dair yeni çıktılar verdi bize. Ürettikleri bir kurtarıcıyı beklemeksizin kayıt altında. Bu yönüyle Gramsci’den daha avantajlı.

Beyin çalışmasına müdahale edilmek istendiği kesin. Kısmen başarılı olduğu da söylenebilir ancak bu müdahale arzuladığı başarıyı yakaladı mı? Kimse ondan emin değil. 

Türkiye siyaseti ve geleceği açısından sivil düşünmenin ve düşüncenin önemi her gün biraz daha bizi zorlar iken fikirlerden ve fikir taşıyıcılarından korkulmamalı. Bu minvalde hukukun araçsallaştırılmasından vazgeçilerek tarafı bulunduğumuz İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin yükümlülüklerine uygun davranılmalı.

16 Mayıs 2024 tarihi Demirtaş ve arkadaşları için karar duruşması... Normalleşmeye katkı sunacak yeni bir başlangıca kapı da aralayabilir, içinde bulunulan karanlığı daha da koyulaştırabilir.

Demokratik siyasete inanan ve inanmayanlar için önemli bir gün olacak sanırım.

*Muş Barosu Başkanı

Not: Kobane yargılamasını hatırlatacak olanlar için daha önce yazdığım “Kobene/Şikago Yargılamaları” linkini paylaşıyorum.