YAZARLAR

Bu iktidar bloku Kürt Sorununu çözmek ister mi?

İktidar blokunun yaşadığı krize bir çözüm olmadıkça Cumhur İttifakı’nın Kürt Sorunu’na dair bir çözüm alternatifini gündemine alacağını düşünmüyorum. Cumhur İttifakı sorunu çözmek değil 1984’ten bu yana devam edegelen terörle mücadele perspektifini farklı araçlarla popülarize ederek toplumsal rızayı devşirmek peşinde.

Mecburî bir açıklama ile başlayayım: İktidar bloku derken Cumhur İttifakı’nı kastetmiyorum: Onu da içine alan, daha geniş, daha gevşek bir ittifak, bir blok, iktidar bloku. Cumhur İttifakı (yani iktidar blokunun siyasal alanı) bu blokun bir parçası ama farklı sermaye fraksiyonlarını -ki, malum, burjuvazi de homojen değil- ve bürokrasiyi de heybemize koymalı; bunlar arasındaki dinamik ilişkiyi odağımıza almalıyız, iktidar bloku üzerine düşünürken. Türkiye’nin dünya kapitalizmine entegrasyon biçimini ve sermaye birikim rejimini de unutmamak lazım.

Başınızı şişirmeyeyim bu doktora dersi tartışmaları ile ama yine de unutmadan eklemek isterim ki -Nicos Poulantzas’ın da altını çizdiği gibi- bir iktidar blokunun karakteristik ve tipik konfigürasyonu, üç önemli faktörün somut kombinasyonuna yani hem blok içerisinde hegemonyayı somut olarak bir arada tutan sınıf ya da fraksiyona hem bloka katılan sınıf ya da fraksiyonlara ve hem de hegemonyanın aldığı biçimlere, bir başka deyişle, iktidar bloku içerisindeki güçlerin somut ilişkisinin ve çelişkilerinin yapısına göre şekillenmektedir. Bu konfigürasyon değişti mi devlet biçimi de -devletin, ekonomik toplumsal ilişkilerle olan bağı da- değişir.(1)

İktidar bloku içindeki ilişkilerin dinamik bir karaktere sahip olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Ha keza, bloku teşkil eden unsurlar arasında bir Katolik nikahı da yok; çıkarları değişebiliyor, çatışabiliyor; aralarındaki ilişkiler de eşit bir düzlemde cereyan etmiyor. Nitekim siyasî aktörlerin, blokun diğer kurucu ortağı sermaye fraksiyonunun ihtiyaçlarını gözetmesi, her daim bir orta yol bulması da blokun bekası için elzem. Blokun bekası sağlanamayınca hegemonya krizi, hegemonya krizi çıktımı da iktidar blokunun ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü - isterseniz buna iktidar blokunun, tâbî sınıf ve toplumsal gruplardan rıza devşirme kapasite ve becerisi diyelim- sağlamak da zorlaşıyor.

Ümit Akçay Hoca “2013 sonrası süreçte reistokrasiye -Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne- geçiş ile kurumsallaşan otoriterleşme sürecinin temel dinamiğinin ekonomik büyümenin yavaşlaması, yani neoliberal popülizm stratejisinin tıkanması olduğunun altını çiziyor. Ona göre, başından itibaren bir büyüme koalisyonu olan AKP’nin ilk kez ekonomik yavaşlama ile karşılaştığı bu konjonktür, aynı zamanda AKP’nin sosyal koalisyonlar kurma kapasitesinin da daraldığı yıllar olmuştur. 2013 sonrası dönemde siyasî otoriterleşme ile birikim modeli krizi birbirlerini besleyerek ilerliyorlar.

İŞTE BU BİZİM HİKAYEMİZ

Çözüm Süreci’nin kuvveden fiile geçtiği yıllar da bu yıllardı. Tanzimat’tan (1839) sonra şekillenmeye başlayan Kürt Sorunu, son evresine 15 Ağustos 1984’teki Eruh Baskını ile girmişti. 40 yıldan bu yana devam eden bu evrede iktidar blokları değişti, bu bloklar içindeki siyasî iktidarlar değişti; “mübalağa cenk olundu”, on binlerce insan öldü ama devletin Kürt Sorunu’na bakışı çok da fazla değişmedi. O günlerden bu günlere, “Yenenler, yenilenlerin dikişsiz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını” derdim ama ne yenen oldu ne de yenilen bu 40 yıllık arbedede; devlet hep güvenlikçi politikalar ve terörle mücadele gözlükleriyle baka geldi soruna; ta ki 2013’e kadar.

Beraber hatırlayalım: Devletin, Kürt Sorunu’nu terörle mücadele dışında bir noktada ele almasına, çözmeye çalışmasına dayanan temel stratejik dönüşümün ilk izleri 2009 yılı başlarında görülmeye başlandı. 24 Mart’ta, İran seyahati sırasında, uçakta basının sorularını yanıtlayan dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kuzey Irak’ı kastederek “Kürdistan” ifadesini kullanır ve "Kürt Sorunu’nda iyi şeyler olacağını[n]" altını çizer. Mayıs ayında Çek Cumhuriyeti'ndeki Prag Zirvesi’nden dönerken yine uçakta yaptığı açıklamalarda “İster terör, ister Güneydoğu, ister Kürt meselesi deyin, bu Türkiye'nin birinci sorunudur. Halledilmesi lazımdır…İyi gelişmeler olması lazım ve olabilir. Herkes işin çok daha farkında…. O yüzden iyi şeyler olacak diyorum. Bir fırsat var, fırsatın kaçmaması lazım." Şeklinde açıklamalarda bulunur. 5 Ağustos’ta dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan Kürt Açılımı ile ilgili olarak Demokratik Toplum Partisi lideri Ahmet Türk’le biraraya gelir. Aynı günlerde Polis Akademisinde Kürt Açılımı üstbaşlığıyla bir çalıştay da düzenlenir.

Kürt Sorunu ile ilgili strateji değişimi The Economist dergisinin de dikkatini çeker. 27 Ağustos’ta Barış Zamanı (mı)? (Peace Time?) başlığıyla çıkan haber/analizde Türk hükûmetinin Kürt Sorunu’nun çözümüyle ilgili ciddi bir plan hazırlığı içinde olduğu altbaşlığa taşınır. 31 Mayıs’ta PKK ateşkesi tek taraflı uzattığını açıklar.

2010 Şubat’ında dönemin Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, demokratik açılım konusunda kararlı olduklarını ve geri adım atmalarının söz konusu olmadığını belirterek, “Ya biz bu meseleyi çözeriz, ya bu mesele bizi çözer” der. (Milliyet, 08.02.2010) 21 Şubat’ta dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, demokratik açılım kapsamında Beşiktaş’taki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde bir araya geldiği sanatçılara açılımı anlatarak, destek ister: “Sanatınızla, sanatçı duyarlılığınızla değişim hareketine omuz vermenizi sizlerden bilhassa rica ediyorum. Siz olmazsanız, sizin duyarlılığınız olmazsa, sizin öncü rolünüz olmazsa süreç eksik kalır” der. (Milliyet.21.02.2010)

2011 Eylül’ünde, dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan ve MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in PKK yöneticileri Mustafa Karasu ve Sabri Ok’la Oslo'da yaptığı görüşmeye ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı internete sızar (Hürriyet, 13.09.2011). Fidan bu görüşmeleri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla ve onun özel temsilcisi sıfatıyla gerçekleştirir.

2013’ün ilk günlerinde Barış ve Demokrasi Partisi Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ile Mardin bağımsız milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Ahmet Türk'ten oluşan heyet, Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere İmralı’ya gider (Bianet, 03.01.2013) 23 Şubat’ta da Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanı Pervin Buldan, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Diyarbakır Milletvekili Altan Tan İmralı’ya giderler. (Anadolu Ajansı, 23.02.2013) İmralı’ya 3. ziyaret 18 Mart’ta gerçekleştirilir. Barış ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanı Hakkari Milletvekili Selahattin Demirtaş, BDP Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder yine İmralı’ya giderler (Bianet 18.03.2013). 3 Nisan’da 63 kişilik Âkil Adamlar Heyeti açıklanır. Ekim ayı başında dönemin Başbakanı Erdoğan; kamuda başörtüsü yasağının kaldırılmasından, farklı dilde eğitime, seçim barajında değişikliklerden, eski köy isimlerinin geri verilmesine, öğrenci andının kaldırılmasına, alfabeye “x, w ve q” harflerinin eklenmesine kadar birçok yeniliğin yer aldığı demokratikleşme paketini açıklar. (NTVMSNBC, 01.10.2013) 2 Aralık’ta Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu yayınlanır.

27 Ocak 2014’te Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan ve İdris Baluken bir kez daha Öcalan ile görüşmeye giderler (Hürriyet, 27.01.2014) Eylül ayının son günlerinde dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Çözüm sürecinin başarıya ulaşması noktasında hükümeti[n]… varlığını ortaya koy[duğunu]” bu amaçla bir Çözüm Süreci Kurulu oluşturulacağını açıklar (Radikal 30.09.2014). 16 Temmuz’da Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun kabul edilir.

2009’dan 2015’e kadar geçen zamanda da provokasyonlar, yol kazaları olmamış değildi. Türkiye Kürt siyasî hareketinin destek vermekten imtina ettiği bir Gezi Direnişi süreci yaşadı bu süreçte. 17-25 Aralık’taki yolsuzluk ve rüşvet skandalında iktidar iyice yara aldı. İktidar bloku içinde 2013’te belirginleşen krize, 2015 Haziran seçimlerinde siyasal bir kriz de eklendi. AKP kelimenin tam anlamıyla iktidarı kaybetti. Türkiye neredeyse bir iç savaşa doğru sürüklendi. AKP 2015 Kasım ayındaki seçimleri yeniden kazandı. Gülen’in darbe girişimi “Allah’ın bir lütfu” gibi imdada yetişti; otoriteryenizmin pekişmesine, Reistokrasinin kurumsallaşabilmesine imkân tanıdı. Kürtlerin ötekileştirilmeleri siyasi krizin aşılmasının payandası haline getirildi.

2015’ten bugüne geçen 10 yılda köprünün altından çok sular aktı. 2009-2015 ekseninde Açılım Süreci -ilk Çözüm Süreci- iktidar blokunun yaşadığı hegemonya krizinin yol açtığı toplumsal rıza sorununu aşmanın bir manivelası olarak işlevseldi. 2015 Haziran seçimleri ile Açılım Süreci’nin başarısızlığı değil, Açılım Süreci’ni devam ettirmenin hegemonya krizini çözmeye yetmediği, AKP’nin sosyal koalisyonlar kurma kapasitesine bir katkı yapmadığı görüldü. Terörle mücadele stratejisinin iktidar blokunun ihtiyacı olan toplumsal rızayı tesis etmekte, yeni sosyal koalisyonlar inşa etmekte Açılım Süreci’nden çok daha işlevsel olduğu keşfedildi. Şu an devam etmekte olan süreçte de iktidar blokunun derdinin Kürt Sorunu’nu çözmek değil, aksine, yaklaşan siyasi krize bir çözüm bulmak, toplumsal rızayı yeniden kendi etrafında organize edebilmek olduğu çok açık.

İktidar blokunun yaşadığı krize bir çözüm olmadıkça Cumhur İttifakı’nın Kürt Sorunu’na dair bir çözüm alternatifini gündemine alacağını düşünmüyorum. Cumhur İttifakı sorunu çözmek değil 1984’ten bu yana devam edegelen terörle mücadele perspektifini farklı araçlarla popülarize ederek toplumsal rızayı devşirmek peşinde.

Ben, sorunun varlığı ve devamının, soruna terörle mücadele perspektifinden yaklaşmanın da işlevsel olabileceğinin görüldüğü ilk kavşakta Cumhur İttifakı’nın dönebileceğini düşünüyorum. Nitekim Kürt Sorunu’nun ilânihaye çözümünün -onun yerine yeni bir öteki bulmadıkça- MHP’nin varlık sebebine aykırı olduğunu düşünüyorum.

Siyasi iktidarın Kürt Sorunu’nu bir şekilde çözmeye, çözüyormuş gibi görünmeye hevesli, istekli olduğu tartışmasız olmasına tartışmasız. Ancak ben, sormamız gereken asıl sorunun Cumhur İttifakı'nın bunu toplumsal barışı sağlamak için mi yoksa iktidar blokunun krizini çözmek için mi istediği sorusu olduğunu düşünüyorum.


NOTLAR: 

 (1) Poulantzas, N. (2014), Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar, (Çev. Şule Ünsaldı), Ankara: Epos Yayınları, s. 282.

 


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.