YAZARLAR

Bu iş çok zor Hatice!

En zayıfları, en mağdurları, hakkı en çok gasp edilenleri gözetmesi gereken bir vicdanın; hukukta, yargıda da karşılığı, hükümleri, hâkimleri varsa, ne güzeldir onlar… Yok, cinsiyet, devlet, hiddet, şiddet, cüretten yana bir önyargıları varsa, esasında onların içindeki o hukuk tahsil eden öğrenci gence bile ayıptır.

Yargı objektif bir süreç ve sonuç mudur?
Hani kanunlar belli, yazılı, işte kitap orada, işte tahsil ve tecrübe şurada, içtihat burada diye!

Değildir Hâkim Bey, Savcı Bey.
Siz de insansınız ve kanunların ruhu kadar sizin de ruhunuz var. Kanunların tarihselliği, hatta geçiciliği kadar sizin de ideolojiniz, tarihin belli bir dilimindeki varlığınız mevcut.

Yoksa mesela yüksek yargıda kararlar oy çokluğuna kalmazdı!
Her hâkim, her savcı, her hukukçu aynı şeyleri düşünür, söyler, benzer kararları verirdi.

Hukuk felsefesi, diğer tüm düşünme, sorgulama, muhakeme biçimleri gibi, tarih ve bilgi kadar vicdana, yani akıl ile vicdanın buluşması, becerebilirlerse sevişmesi demek olan muhakemeye dayanır.
Ne öğrendiğin ne bildiğin kadar, kalbinin nasıl attığına da!

O yüzden de, demokratik iklimlerin hukuku insan haklarını gözeten demokratik felsefeden beslenir; otoriter mevsimlerin hukuku hiyerarşilerden, otoritelerden, buyurganlıktan, tahakkümden de feyz alır.

En zayıfları, en mağdurları, hakkı en çok gasp edilenleri gözetmesi gereken bir vicdanın; hukukta, yargıda da karşılığı, hükümleri, hâkimleri varsa, ne güzeldir onlar…
Yok, cinsiyet, devlet, hiddet, şiddet, cüretten yana bir önyargıları varsa, esasında onların içindeki o hukuk tahsil eden öğrenci gence bile ayıptır.

Madem yerel mahkeme, yüksek yargı, istinaf yani karar düzeltme, karar bozma gibi süreçler var; biz de “mahkeme”ye kendi “muhakememiz”le bakabiliriz.

KARAR 1:
23 yaşındaki öğrenci Kemal Kurkut, 2017 Newroz’unda Diyarbakır’da polis kurşunuyla can vermişti.
Yargı sürecinin özeti, onu “yasal çerçevede öldürülmüş” saydı, tazminat taleplerini reddetti. Çünkü “saldırgan eylemci” olarak tanımladı.
Çünkü “kimsenin yaşam hakkı ihlal edilemez” ilkesini, “usulüne uygun yakalama veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan kimsenin kaçması” gibi o ilkeyi ihlal eden yasal mırıldanmalara bağladı.

Bunların aslını bilmenin zor olduğu vakalarda, yorum, inanç, önyargı, devlete sahip çıkma gibi duyguların devreye girmesi sürpriz olmayabilir. Hukukçu değilim tabii. Bizimkisi de “yorum!”

Fakat yüksek yargıdan gelen bir yorum-karar ise, açıkçası kafa karıştırıcı.
Diyor ki:
“Hukuka aykırı yüklenen suçun, bağlayıcı emir yerine getirilmesi suretiyle işlenmesi nedeniyle ceza verilmesine yer olmayacağı…”

Görevli polislerin veya vurduğu iddia edilen polisin “bağlayıcı emir yerine getirmesi”nden söz ediliyor sanırım.
Benim yıllarca yazdığım bir mesele:
Misal, Askerî Disiplin Kanunu ve hele AKP iktidarının onda yaptığı değişiklikler, “bağlayıcı emir”i öyle keskinleştirmişti ki, alttaki astların, askerlerin yutkunması bile ciddi disiplin ihlali, oda hapsi ve daha ötesiydi.
Hakaret, aşağılama ve bazen patlayan tekme tokatı saymazsak!

“Fetocü darbe cüreti” sırasında sokağa, meydana, köprüye çıkarılan çok sayıda genç asker, ast ve hele askerî öğrenciyi “muhakemesiz” olarak üstünün, amiri subayın emrine tabi kılan, onları robotlaştıran böyle bir kanundu ve “suça taşıyan bağlayıcı emir”di.

O disiplin hükümlerine karşı onlarca yazı yazmıştım.

Darbe girişimi sonrasında Emekli Astsubaylar Derneği Başkanı beni aramış, “Çok sayıda uçak havalanmadıysa, birçok tank yerinde çakıldıysa, sizin de bu konuda çok katkınız var. Bunları çalıştırmakla görevli ama yasadışı emirlere direnen çok sayıda astsubay sizin yazılarınızdan güç bulmuştur” demişti.
Onu da bilemem ben.

Ama Diyarbakır’daki “öldürme vakası”nda “devlet görevlisi”ni gözeten karar içtihat olursa, “bağlayıcı emir ile suç” meselesi çok su götürür!


KARAR 2:
Soyadı “cana yakın, sevimli, uysal, yumuşak” manasına da gelen bir şahıs, daha önce kardeşini öldürüp 13 yıl sonunda tahliye olmuş, çünkü “bıçağı sallarken kazayla oldu” denmiş ve…
2014’de de 33 yaşındaki TRT sanatçısı Hatice Kaçmaz’ı parkta 15 bıçak darbesiyle öldürmüştü.

Yargı süreci sonunda, “tasarlayarak öldürme” yerine “kasten öldürmek” kararı çıktı.
İkisi arasındaki fark, ikincide de bir gün tahliye yolunun açık kalması.
Çünkü cezada indirim yapılmıştı.
Çünkü…
Bu ülkenin hakiki gazetecilerinden Gökçer Tahincioğlu’nun T24’teki haberine göre, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda şu yorum-karar oluşmuştu:
“Evlilik teklifini kabul etseydi, cinayet işlenmeyebilirdi.”

Yerel mahkemenin “Tutkulu sevgisi yüzünden öldürdü” diyen kararı üzerine, Yüksek Yargı’da da, aşka, sevdaya, kara sevdaya, evliliğin kutsallığına, erkeğin reddedilince köpürme ve hatta öldürme hakkına, “erkek psikolojisi"ne, aşkın öldürücü dünyasına hakikaten müthiş, romantik, romanesk bir yorum yapılmıştı.

Yargıtay dairelerindeki kadın üye sayısının azlığını dikkate alırsak, 14 üyenin böyle yorumladığı “cinayet”e sadece 5 üyenin muhtemelen “öyle yorumlanır mı” diye karşı çıkması, bu sayısallık ne anlatır bize?
Bu ülkede kadının yalnızlığını, ölüsünün dahi atıldığı kimsesizliği, haklarının ve hayatının mahkûm olduğu ıssızlığı, onu kuşatan hoyratlığı, hiddeti, şiddeti sağdan sola soldan sağa sayabiliriz belki!

Daha etraflıca şöyleydi yorum-karar:
“Sanığın eyleminin, aralarında geçen görüşme sonunda isteğinin kabul edilmemesinden kaynaklanan duygusal çöküntü ve hiddetin etkisi altında, soğukkanlı düşünmesini engelleyecek şekilde aniden gerçekleştiği…”

Devam edeceğim de burada soluklanın istedim.
Çünkü insan boğulur gibi oluyor.
Kaç adet psikolojik yorum, yoğun bir anlayış havası, adeta omuzuna, sırtına vurup teselli etme kaygısı, bir şefkat ve iyilik humması seziliyor.
Hepsi vicdandan elbette.

Devam ediyorum:
“Olay yerine, evlenme isteğinin reddedilmesi ihtimaline bağlı olarak suçta kullandığı bıçağı sağ bileğinin içerisine bağlayarak gelen ve bu nedenle şarta bağlı olarak hareket eden sanığın eyleminde tasarlama koşullarının oluşmadığı ve kasten öldürme suçunu oluşturduğu…”

Burada anlıyoruz ki, sanık öldürmeyi tasarlayarak değil, evlenmeyi tasarlayarak gelmiş!
Ama bu şarta bağlı olarak bileğine 19,5 santimlik bıçak bağlamış.
Evlenme teklifine evet dersen, yüzük kurdelesi kesecek…
Hayır dersen, seni!
Şart böyle yorumlanıyor.

Bir parkta hayır diyebilen kadınsan…
Bir şenlikte koşturan bir öğrenciysen…
Sistem senin ölümünü bile haklı veya meşru ya da normal çıkarabilecek silahlarla, pardon kurallar ve yorumlarla dolu.

Bu iş çok zor Kemal, bu iş çok zor Hatice.

Vuran veya duran polis memurları da hiç alınmasın…
Çıkaracakları en büyük ders; aşağılama, hakaret, hiddet, şiddet sarmalında bunalımdan bunalıma savrulup kendi canını bile alan meslektaşları ile onların ölüsüne bile kayıtsızlıktır! Bir yılda 108 polis intiharının üzerine henüz taptaze çıkan “mecburi göçebelik” kararıyla polisi de rehin alan şeydir Sistem!
Sistem budur:
Adaletsizliği, her güçsüzü ne eder bulur.

Not: Yıllar sonra beni yeniden günlük makale yazmaya ikna eden, Hakan Aksay’ın varlığı ve Gazete Duvar’ın niteliğiydi. İlk yazımda, bu ikincinin, o sırada ayrılanların da emeği ve eseri olduğunu yazmıştım. Bu kısa sürede Hakan’ın da hakkını, emeğini teslim etmeliyim. Umarım herkes teslim ediyordur. Şimdi, Barış Avşar ve zaten Duvar’a emeğini, yeteneğini koyan her bir çalışanla, yazanla sürecek bu önemli yolculuk. Herkesin yolu ve zihni açık olsun.


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.