Bugün Mayıs 1… Yeni 1 Mayıs şarkımız
Ozan Çoban’ın hayali, hayalimiz. İlk 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak istiyoruz. Bu yıl yapamadık, umudumuz önümüzdeki yılda.
1 Mayıs geçti. Dün, bayramı, evlerimizde kutlamak zorunda kaldık. Sokağa çıkanlar, polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Bunun için pandemi koşulları öne sürülüyor ama öyle olmadığını hepimiz biliyoruz. İçki satışını da bu sebeple durdurmaya kalktılar. Camilerde topluca buluşulabiliyor, cenazeye katılabiliyoruz ama bayramı kutlamak yasak. Cenazeler bile ayrılmış durumda: Normal bir vatandaşsanız, arkadaşınıza veda edemiyorsunuz. İktidarın “önemli” gördüğü bir insansanız, cenazeniz hiçbir şey olmamış gibi kaldırılabiliyor. AKP kongre yapabiliyor, “saray”da kongre düzenlenebiliyor ama konser vermek, sinemaya gitmek, tiyatro sahnesine çıkmak yasak. Bu noktada belediyeler devreye giriyor ama onu da engelliyorlar. Yazın ortasında, AVM’ler açıkken, açık havada verilecek konserler bu yüzden yasaklandı. Bu yasaklar sürerken AVM’de ve kapalı ortamda konser verebiliyordunuz ama...
AVM’ler, berberler, kuaförler açıkken sahile inmenin yasaklandığı bir ülke burası. Anlamak, başkalarına bu durumu anlatmak zor. Kabul etmek, daha da zor. Bu yüzden, her şeye iyi tarafından bakmaya çalışıyoruz ama o da olmuyor. Yine de bizi mutlu eden gelişmeler var: Yeni 1 Mayıs şarkımız gibi…
Hikâyenin ucu, geçtiğimiz yıla dayanıyor. Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV), geçtiğimiz yıl 1 Mayıs’ta Nâzım Hikmet’in kayıp bir şiirini Banu İşlet transliterasyonu ile okura ulaştırmıştı. Bu yıl, bu şiir, DİSK’in girişimiyle Ozan Çoban ve Güneş Demir tarafından bestelendi ve geçtiğimiz hafta içinde dinleyiciyle buluştu. Çoban ve Demir, yıllardır birlikte iş yapan, şarkılarını daha güzel bir dünya için söyleyen, bilmediğimiz ya da unuttuğumuz şarkılarla bizi buluşturan iki müzisyen. Her şey bir yana, sadece bunun için bile onlara teşekkür elzem.
“Bugün Mayıs 1”, geçmişten bugüne devrimci müzik geleneğinin izlerini taşıyan bir şarkı. Timur Selçuk’tan, Cem Karaca’dan, Fikret Kızılok’tan, Zülfü Livaneli’den, Ruhi Su’dan beslenen, nice ismin çabasını göz ardı etmeyen Çoban ve Demir, şarkıyı bestelerken sırtlarını Anadolu-pop’a yaslamış, türküden rock’a uzanan çizgide, adını andığım/anmadığım isimlerin bugüne kadar yaptıkları işlere selam çakmış. Bu anlamda, özel bir beste bu. Coşkulu söylenişi, hep bir ağızdan haykırmaya müsait yapısı ve sözleriyle ileride alanlarda söyleneceği muhakkak.
Burada, bir şeye dikkat çekmek gerek: Bu, yeni bir 1 Mayıs marşı değil. Kimileri tarafından sunuşu öyle yapılsa da yeni bir şarkı sadece. Bunu marş olarak kabul edenler, bundan sonra 1 Mayıs marşı olarak benimseyenler de olacaktır elbette ama buna gerek yok. Sözlerini ve müziğini Sarper Özsan’ın yazdığı marş, bayramın gayrıresmî marşı; çok zamandır böyle kabul görüyor. Ozan Çoban ve Günş Demir, onun yerini alacak bir marş yazmadıklarını, bunun bir şarkı olduğunu her fırsatta dile getiriyor ama bunu “yeni marş” olarak lanse edenlerin önüne geçmek mümkün değil. Gerek de yok bir taraftan, zira kimileri yeni bir marş özleminde olabilir. Bu konularda muhafazakar sayılabilecek kadar geleneğe bağlı biri olarak marşın değiştirilmemesi gerektiğini savunanlardanım ama bu da neticede benim fikrim. Bu yüzden, “Bugün Mayıs 1”i, “yeni 1 Mayıs şarkısı” olarak anmayı tercih edenlerdenim.
Ozan Çoban ve Güneş Demir, bu hafta, salı günü Açık Radyo’da yayınlanan programım Harici Bellek’e konuk oldu ve şarkıyla ilgili kimi bilgileri dinleyiciyle paylaştı. Demir, yukarıda çizdiğim yol haritasını, kendi sözleriyle şöyle tanımladı: “Bestenin ortaya çıkma sürecinde memleketimizde toplumsal ve sınıfsal meselelere değinen şarkı ve marş geleneklerinin hepsinden faydalanmaya çalıştık. Bu noktada Ruhi Su bir öncü olarak ortaya çıkıyor. Peşinden Zülfü Livaneli’nin 12 Mart sürecini anlatan şarkıları kaydettiği plağı geliyor. Hemen öncesinde Fikret Kızılok’un Nâzım Hikmet’i, Ahmed Arif’i bestelemesi, Cem Karaca’nın halk müziğindeki isyan türküsü geleneğini kullanması var -ki bu noktada ‘Dadaloğlu’ çok önemli bir örnek… Aynı dönemde Selda, hapishane temalı şarkılarıyla, türküleriyle ortaya çıkıyor; bir yandan da geleneksel âşıklar modern politik meselelere değinmeye başlıyor. 1975’ten itibaren de iş dallanıp budaklanıyor. Cem Karaca, hem orijinal sözlerle yazılmış şarkılar söylüyor, hem de toplumsal meselelere değinen şairlerin şiirlerinden faydalanarak çok büyük bir birikim ortaya çıkartıyor. Timur Selçuk ve Sarper Özsan’ın politik tiyatroyla işbirliği sonucu unutulmaz ‘1 Mayıs’ marşımız ortaya çıkıyor ve müzikal yetkinliğin coşkulu ruh hâliyle birleştiği inanılmaz besteler ve marşlar onun yanına ekleniyor. ’80 kırılmasının yarattığı beş yıl süren bir sessizlikten sonra ortaya politik müzik grupları, esas olarak Grup Yorum ve Ahmet Kaya çıkıyor. Biz, Ozan’la beraber 2000’li yıllara kadar gelen bu birikimlerden faydalanmaya çalışıyorduk. Amacımız zorlama bir sentez çıkartmak ya da kuru bir nostalji yapmak değil. Bu birikimden faydalanarak ileriye doğru nasıl adım atabiliriz, bunu görmek istiyoruz.”
Demir, besteyi şöyle tarif etti: “Şiir bir yandan marş gibi, ajitatif yönleri var fakat naif mahalle ağzını andıran bir üsluba da ulaşıyor. Bunların arasında bir denge kurabilmek için farklı ekollerden faydalanmamız gerekti. Mesela Timur Selçuk, modern siyasi taşlama açısından çok önemlidir. Bunun izleri bestemizde takip edilebilir. Koral bölümlerde Ruhi Su ile başlayan, esas olarak ‘80’li yıllardaki politik müzik gruplarının yerleştirdiği bir üslup var. Topluluk hissini, beraber söyleme hissini, örgütlü toplum hissini çok güzel yansıtan bir koro pratiği bu. Biraz da Latin Amerika’nın nueva cancion gruplarından da etkilenmiş güzel bir koral üslup… Onu uygulamaya çalıştık. Parçamız sosyal medyadan marş gibi tanıtıldı, içinde böyle unsurlar var ama biz şarkı demeyi tercih ediyoruz çünkü çok inişi çıkışı var. Bu durum, şiirin yapısından da kaynaklı. Ritmimiz, tipik marş ritmi olan 12/8’lik ritim, marşı andıran pek çok kısmı var, marşa kaydığı bölümler var ama askerî marş klişesine düşmemek için bize en yardımcı olan unsur Anadolu-rock geleneğimiz oldu. Bu, çok güzel bir üslup bıraktı bize. Dönemin duygulu ifadeli synthesizer’larının bolca kullanıldığı, bateri partisyonlarının çok güzel uygulandığı bir üslup diyebiliriz., Bestemizin enstrüman seçiminde de bu sebeple biraz buraya ağırlık verdik.”
Ozan Çoban, programda şarkıdan söz ederken, bunun “muazzam bir dayanışma” sonucu ortaya çıktığını söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: “Biz iki müzik emekçisi olarak tüm bu süreçte yaklaşık bir ay boyunca büyük bir emek sarf ettik. Bu şarkıyı, pandemide hayatına devam edemeyen, yaşamına son veren müzik emekçileri nezdinde bütün emekçilere adamak istedik. Müzisyenler emekçidir ve her emekçi gibi 1 Mayıs müzisyenlerin de bayramıdır. (…) Meydanından, alanından, simgelerinden uzakta kalmış bir 1 Mayıs’ta insanlara, emekçilere bir şarkıyla bu coşkuyu hatırlatmak istedik. Dilerim işçi sınıfı hafızasını tazeler ve özgüvenini hiç kaybetmeden, hatta daha da artırarak ve yarına daha büyük bir enerji aktararak bu 1 Mayıs’tan çıkar. En azından şarkı buna vesile olabilirse biz çok mutlu oluruz.” Çoban, bir de hayalini paylaştı: “Umarım müzisyenler konserlerine, sahnelerine, işçi sınıfı da meydanlarına kavuşur ve biz bütün emekçiler, bu şarkıyı bir gün meydanlarda beraber söyleriz. Bu benim büyük hayalim. Bir gün, çok da uzak olmayan bir tarihte, umarız yaptığımız bu beste Taksim’de yüz binlerce insanla beraber söylenir, çalınır.”
Ozan Çoban’ın hayali, hayalimiz. İlk 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak istiyoruz. Bu yıl yapamadık, umudumuz önümüzdeki yılda. O gün hep beraber haykıracağımız, “1 Mayıs” marşının yanına koyacağımız dizeler belli: “Bugün Mayıs 1 / 1 Mayıs’ta İstanbul bizim olmuş gibidir…”