'Bugüne kadar yapılmış düzenlemelerin en tehlikelisi: Etki ajanlığı'

CHP Adalet Komisyonu üyesi Kars Milletvekili İnan Akgün Alp, haftaya Meclis gündemine gelecek 'Etki Ajanlığı' düzenlemesinin yarattığı riskleri anlattı: Otoriterleşme yolculuğunun en son eşiği...

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

ANKARA – Kamuoyunda 'etki ajanlığı' olarak bilinen düzenleme Meclis Adalet Komisyonu'nda kabul edildi. Teklifte Türk Ceza Kanunu'nun 'Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk' bölümüne bir madde eklenerek yeni bir "suç" tanımı yapıldı. Maddede şu ifadeler yer aldı: "Devlet güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası verilir.”

Düzenlemenin içinde yer aldığı Noterlik Kanun Teklifi'nin önümüzdeki hafta Meclis Genel Kurulunda görüşülmesi bekleniyor. 

Düzenlemenin hak ve özgürlüklere yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğunu belirten muhalefet temsilcileri; gazetecilerin, hak savunucularının, akademisyenlerin araştırmaları, yazıları, açıklamaları sebebiyle 'casus' olarak suçlanabileceğini ifade etti. Düzenlemeyi pek çok sivil toplum örgütü de eleştirdi. Öyle ki iş dünyasını temsil eden ve çok sık açıklama yapmayan TÜSİAD, "etki ajanlığı" düzenlemesinin içerdiği risklere dair bir açıklama yayımladı ve “Mevcut haliyle, STK’ların, basının, araştırmacı ve akademisyenlerin hangi eylemlerinin suç oluşturabileceğine dair çok sayıda belirsizlik içeren yeni suç tarifinin herkes için güvensiz ve öngörülemez bir ortam yaratması riski bulunmaktadır” ifadelerini kullandı. 

CHP Adalet Komisyonu üyesi ve Kars Milletvekili İnan Akgün Alp, "Etki Ajanlığı" düzenlemesinin AK Parti iktidarının bugüne kadar getirdiği düzenlemeler içinde en tehlikelisi olduğunu söyledi. Alp, düzenlemenin yaratacağı risklere dair sorularımızı şöyle yanıtladı: 

'BU SİSTEMDE İÇ – DIŞ SİYASAL YARARI ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİL' 

Etki ajanlığı düzenlemesine neden karşı çıkıyorsunuz? 

Öncelikle düzenlemede çok muğlak ifadeler var. Suçun maddi unsurları öngörülebilir olarak düzenlenmedi. Mesela suç tanımında yer alan “'Devletin iç ve dış siyasal yararı aleyhine işlenen suç “ veya "bir organizasyonun stratejik çıkarı doğrultusundan işlenen suç” kavramları belirlilik içermiyor. Bunlar suç tanımında hiç olmaması gereken ifadeler. Bu ifadeleri suçun bir unsuru haline getirirseniz hem yargılama makamlarına çok geniş bir takdir yetkisi verirsiniz hem de sanığı aksi ispatlanamayacak bir isnatla karşı karşıya bırakırsınız. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde; yasamayı, yürütmeyi, yargıyı tek elde toplayan bu sistemde 'devletin dış ve iç siyasal yararı' ile 'iktidarın siyasal yararları' kavramları iç içe geçmiş durumdadır. Bu bile tek başına düzenlemeyi “politik suç” haline getirmektedir. 

Etki ajanlığı suçu, Gürcistan, Macaristan, Rusya gibi sağ popülist liderlerin yönetimde olduğu ülkelerde birer birer yürürlüğe girdi. Ancak bizde getirilen teklif dünyadaki örneklerinden çok daha tehlikeli bir noktada düzenliyor bu suçu. Düzenleme, Türk Ceza Yasası'ndaki tüm suçları casusluk suçunun araç suçu haline getiriyor. TCK'deki herhangi bir devletin iç ve dış siyasal yararı aleyhine olabilecek bir kastla işlenirse ayrıca casusluk suçundan da cezalandırabiliyor.

 İnan Akgün Alp

'DİKTATÖRLÜĞE GİDİŞ YASASI' 

Örneklendirebilir misiniz? 

Örneğin Kanal İstanbul Projesi. Devlet için bir stratejik proje, devletin çıkarları için önemli. Yani 'iç siyasal yarar' kabul edilir. Ben Kanal İstanbul'un yapılmasını eleştirsem, yapanlara yönelik hakaret suçu işlesem sadece hakaret suçundan ceza almayacağım. Kanal İstanbul stratejik çıkarları ilgilendirdiği için casusluk suçundan da ceza alabileceğim. 

Bu, bütün muhalefetin aleyhine kullanılabilecek bir suç ihdas ediliyor demek. Herhangi bir muhalif açıklamayı, bir karşı duruşu, bir araya gelmeyi cezalandıran, casusluk gibi ağır bir ithamla cezalandıran bir düzenleme. Tam bir diktatörlüğe gidiş yasası, otoriteleşme yasası.

Bir başka örnek; sizin sosyal medya paylaşımınız bir suç içeriyorsa mesela hakaret, tehdit... Siz o tehdit ve hakaret suçundan yargılanıyorsunuz. Ama paylaşımınız "devletin iç - dış siyasal yararı aleyhine" ise casusluk suçundan dolayı da yargılanıyorsunuz.

Mesela Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu işlediniz, aynı zamanda Cumhurbaşkanı'nın Suriye politikasını eleştirdiniz. Hem hakaretten hem casusluktan yargılanacaksınız. 

'SADECE BİR İHBARLA CASUSLUK SUÇUNDAN YARGILANABİLİRSİNİZ'

Ayrıca bu yeni suçla ilgili soruşturma yapılması hiçbir izne bağlı değil. Sadece kovuşturma yapılması Adalet Bakanının iznine tabi kılınmış. Yani sadece bir ihbarla, bir şikayetle casusluk suçundan ne kadar süreceğini bilmediğiniz bir soruşturmaya maruz kalabilirsiniz.

Bu düzenleme öyle bir caydırıcı etki yaratacak ki muhalifler, sivil toplum örgütleri, gazeteciler, akademisyenler, 'Bu eleştirimle, bu yazdığımla, bu söylediğimle casusluk suçundan takibata uğrar mıyım?' korkusuyla fikirlerini açıklamaktan korkar hale gelecekler.

'İKTİDAR SAVRULDU VE PANİKLEDİ' 

Muhalefet uzunca bir süredir iktidarın yargıyı tahakküm altına aldığını söylüyor. Tablo böyleyse neden bu düzenlemeye ihtiyaç duydu iktidar? 

Aslında bu bir süreç. "Dezenformasyon" yasasının çıkması, Cumhurbaşkanı'na tek imzayla sıkıyönetim ilan etme hakkı verilmesi, avukatlara MASAK yükümlülüğü getirilmesi, TCK madde 220/6 değişikliği, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması, belediyelere kayyım atamaları, Kobanê, 9. Yargı Paketi'nde yer alan şirketlerin mal varlığına el koyulmasına ilişkin düzenleme ve şimdi etki ajanlığıyla devam eden bir süreç. Bunun Türkçesi şudur; Türkiye otoriterleşiyor. Her bir yargı reformuyla adım adım yürürlüğe sokulan bir süreci yaşıyoruz. Bu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçişle, Cumhurbaşkanı'na verilen olağanüstü yetkilerle başladı. Şimdi de bu olağanüstü yetkilerin yansımalarını görüyoruz.

Cumhurbaşkanı endişeye de kapılıyor. Çünkü uzunca bir süredir sarsılmaz zannettiği bu düzen yerel seçimlerde aldığı sonuçla sarsıldı. Bu sarsılma iktidarı paniğe sevk etti ve otoriterleşme yasaları bundan kaynaklanıyor. 

'TÜRKİYE'Yİ DÜNYAYA KAPATACAK BİR DÜZENLEME' 

Bu düzenlemenin Türkiye'nin yakın dönemi için yaratabileceği riskler neler?

Muhalif, eleştirel sözlerin dile getirilmesi üzerinde büyük bir caydırıcı etki getirir bu tür yasalar. Ama sadece muhalefeti değil aslına sivil toplumu, akademi dünyasını da yakından ilgilendiriyor.
Mesela Türkiye'de temsilcilikleri olan uluslararası hak savunucuları var; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi uluslararası örgütler gibi. Bunlardan birisi Türkiye ile ilgili rapor yayımlasa, dese ki 'Türkiye'de 700 binden fazla göçmenin adresine ulaşılamıyor.' Bu bir tespit. Fakat "devletin iç - dış siyasi yararı aleyhine" bir durum tespiti. Bu raporu yayımlayanlar rapor süreçlerinde bir araç suçu da işlerlerse bu düzenlemeye göre bir casusluk suçu da işlemiş olacaklar. 

Yani bu düzenleme Türkiye'yi dış dünyaya, uluslararası topluma kapatacak bir düzenleme. Demokles'in kılıcı gibi casus suçlaması kurumların, örgütlerin, kişilerin tepesinde olacak. 

'BUGÜNE KADAR YAPILANLARIN EN TEHLİKELİSİ, DÜNYADA EŞİ YOK' 

Düzenleme gazetecileri nasıl etkiler?

Gazetecileri çok doğrudan etkiler. Gazeteciyi ürettiği haberle, yazıyla sorgular. 

Haberleşmeyi, ulaşımı, kültürel alanı, teknolojiyi, kamu güvenliğini, altyapıyı, enerjiyi sorgular gazeteci. Bir ekonomi muhabiriyseniz ve enerji alanında bir haber yapıyorsanız, yaptığınız bu haber AK Parti için bir stratejik yararı ihlal ediyorsa ve eğer araç suç olarak da TCK’da herhangi bir maddeyi ihlal ediyorsa "casus" olarak suçlanırsınız. 

Bugüne kadar yapılmış yasalar içinde en tehlikeli yasayla karşı karşıya Türkiye. Dünyada da eşi benzeri yok. AK Parti iktidarının yürüttüğü otoriterleşme yolculuğunun en son eşiğindeyiz. 

'İŞ DÜNYASI DA BU YASADAN SONRA RAHAT HİSSETMEYECEK'

İş dünyasından da itiraz var düzenlemeye. 

Tabii iş dünyası için de çok tehlikeli bir düzenleme. Yurtdışında stratejik sektörlerde faaliyet gösteren iş dünyasından insanlar elbette ki endişe duyacaklardır. Çünkü AK Parti'nin dış siyasal yararının nerede olduğunu hiç kimse bilemez. Dün 'kardeşim Esad', bugün 'katil Esed' olabilir. Dün 'Katil-darbeci Sisi', bugün 'Sayın Sisi' olabilir. Dolayısıyla Erdoğan'ın dış politikasına güvenerek Türkiye'de iş dünyası da kendisini rahat hissetmeyecektir bu yasadan sonra.

'ŞÜPHE HALİNDE MAL VARLIKLARINA EL KONULABİLECEK, MAL VARLIKLARI SATILABİLECEK' 

9'uncu Yargı Paketi'ndeki düzenleme en az etki ajanlığı düzenlemesi kadar tehlikeli. Başta iş dünyası olmak üzere herkesi ilgilendiriyor. Bu madde yürürlüğe girdikten sonra hiç kimsenin ekonomik güvenliği hukuki olarak garanti altında olmayacak. Şüphe halinde insanların şirketlerine, hisselerine ve mal varlıklarına el konabilecek. Örgütlü suçların işlendiği şüphesi varsa ve Terörizmi Finansmanının Önlenmesi hakkında kanun ihlal edildiğine yönelik bir şüphenin varsa yargılama sona ermeden, kesin hüküm beklenmeden şirketlerin, şahısların mal varlıklarına el konabilecek. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kayyım olarak atanabilecek. Üstelik bu kayyım yargılama devam ederken ve kesin hüküm bile olmadan mal varlığının satılmasına, paraya çevrilmesine karar verebilecek.

'MUHALEFETİN GÖREVİ TOPLUMU UYARMAK, KAMUOYU OLUŞTURMAK' 

Muhalefet olarak itirazlarınızı Meclis çalışmalarında dile getiriyorsunuz. Ancak iktidarın çoğunluğuyla bu düzenlemeler de Meclis'ten geçme ihtimali çok yüksek. Ne yapılmalı? 

İnsanların ne mal güvenliği ne can güvenliği ne hukuki güvenliği var Türkiye'de. Adım adım savunmasız bir ortama doğru sürükleniyoruz. Bu düzenlemeleri engellemek için önceden kamuoyu oluşturmak lazım. Fakat Türkiye her güne yeni kaoslarla uyanıyor ve bu düzenlemeler kamuoyunun gözünden kaçırılıyor. Muhalefetin asli bir görevi de toplumu bu hamlelere karşı uyarmak ve harekete geçirmek.