Bulgar-kıran imparator II. Basileios

Basileios, esir alınan yaklaşık 14-15 bin Bulgar askerin gözlerine mil çektirmiş; yalnızca her yüz kişiden birinin tek gözünü sağlam bıraktırmıştı. Tek gözü gören bu kişi, diğerlerine rehber olacaktı.

Google Haberlere Abone ol

İmparator II Romanos, öldüğünde ikisi de henüz küçük yaşlarda olan taht varisi oğulları Basileios ve Konstantinos’un yerine imparatorluğun idaresi; önce anneleri Theophano, sonra anneleri ile evlenen komutan II. Nikephoros Phokas, Nikephoros’un öldürülmesinden sonra ise komutan Ioannes Çimiskes’e geçmişti. İmparatoriçe Theophano, küçük yaştaki taht varisi çocuklarını ve kendini korumak için bu evlilikleri yapmaya mecburdu. Ancak Nikephoros ile evliliğinde istediği güveni bulamamış olacak ki bir gece yarısı metresi olduğu general Çimiskes ve yandaşlarını gizli bir pencereden saraya alarak imparatorun öldürülmesine yardımcı oldu. Çimiskes, amcası imparator Nikephoros Phokas’ı büyük bir soğukkanlılıkla dört adamına öldürttü ve saray görevlilerinin yaklaşmaması için de imparatorun kafasını kesip pencereden yardıma gelenlere göstertti. Bu sayede general Çimiskes’e taht yolu açılmıştı ancak ön göremediği bir engelle karşılaştı. İstanbul patriği bir katile imparator olarak taç giydirmeyeceğini söyleyince Çimiskes, imparatoru Theophano’nun teşvikiyle adamlarının öldürdüğünü söyledi. Bu durumda, İstanbul patriği Polyeuktos, tahta çıkabilmesi için imparatorun öldürülmesinde işbirlikçi olan Theophano’nun sürgüne gönderilmesini şart koşunca imparatoriçe, Çimiskes tarafından saf dışı bırakıldı.

II. BASİLEİOS TAHTTA…

Dönemin kronikçilerinden Psellos, ‘Kronographia’ isimli eserinde, Basileios’un atak, zeki ve düşünceli ancak entelektüel olmadığını, kardeşi Konstantinos’un ise miskin, tembel ve kendini lüks bir yaşayışa kaptırdığını söyler. Bu şartlar altında iki kardeş ortak bir hükümdarlık fikrini benimsemişler ve anlaşma ile bütün güç Basileios’a verilmişti. Basileios, tahta çıktığında ‘sakalı yeni çıkan bir delikanlı’ idi. Askeri veya sivil yönetimde tecrübesi olmadığı için kısa sürede kendi başına karar vermesinin pek mümkün olmadığını anladı ve hadım Basileios Parakoimomenos’tan (Başmabeyinci) yardım istemek zorunda kaldı. Hadım Basileios, İmparator I. Romanos Lakapenos’un Bulgar bir kadından olma gayri meşru çocuğu idi ve üvey ablası Helena’nın himayesinde Nikephoros Phokas zamanında parakoimomenos mevkiine yükselmiş ve sonraki imparator Çimiskes’in öldürülüşünde etkisi olmuş önemli bir kişilik idi. Gayrimeşru bir çocuk olması nedeniyle çok küçük yaşta hadım edilerek tahta çıkma imkanı ortadan kaldırılmıştı. Hadım Basileios, İmparator Basileios’u oğlu gibi sevip koruyordu, İmparator ise devlet işlerinde ciddi, atletik yapılı ve güçlü Parakoimomenos’un kararlarını destekliyor ve ona güveniyordu. Aslında Basileios, belki de bu güvence ile veya belki de gençliğin verdiği havailikle tahta çıktığı ilk dönemlerde eğlencesine çok düşkün, neşeli bir hayatı benimsemişti. Ancak onu gerçeklerle yüzleştiren, tahtın öteki yüzünü gösteren olaylar başladığında sertleşti ve ciddileşti. Bu olaylar, tahta göz diken Skleros ve Phokas ailelerinin isyanları idi.

SKLEROS VE PHOKAS İSYANLARI

Bardas Skleros, Nikephoros Phokas ve kız kardeşi Maria ile evli olan imparator Ioannes Çimiskes zamanında komutan olarak görev yapmış Bizans İmparatorluğu’nun en ünlü generallerinden biri idi. Çimiskes’in ölüm döşeğinde tahtı kendisine vaat etmesine karşılık II. Basileios zamanında hadım tarafından görevinden uzaklaştırılması sonucunda tahtta hak iddia ederek isyan etmişti.

Bardas Phokas ise, Çimiskes’e karşı ilk isyanı başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra ilk fırsatta Basileios’a karşı isyan eden Nikephoros’un yeğeni idi. Her iki general de tahtta hak sahibi olduklarını düşünüyorlardı ve genç Basileios’u çok kolay bir hedef olarak görmüşlerdi. Skleros, Basileios tahta çıkar çıkmaz birlikleri tarafından imparator ilan edilmiş ve komutan olduğu için Bizans ordusunun büyük kısmını kendi tarafına çekmeyi başarmıştı. İmparator Basileios, bu noktada önemli bir risk alarak diğer komutan Bardas Phokas’ı manastır hücresinden çıkartıp Skleros ile karşı karşıya getirdi. İki komutanın tahta karşı birleşme ihtimali küçük bir riskti, buna karşılık iki asiden birini bertaraf etmesi büyük bir olasılık idi. Bardas Phokas, savaşı teke tek yapmalarını teklif edince, Skleros kabul etti. Atların dört nala birbirlerine sürüldüğü bir düello, Skleros’un yaralanması ve savaş alanını terk etmesi ile son buldu. Basileios için sorun çözülmemişti: İki asi generali de hayatta kalmıştı. Basileios, imparatorluğu tek başına savunamayacağını anlayınca yardım isteyebileceği tek adrese gitti: Kiev Prensi Vladimir’e. Dört karısı ve sekiz yüz cariyesi olması ile övünen Vladimir’in 6 bin Vareg-Rus askeri karşılığında istediği tek bir şey vardı: İmparatorun kardeşi Porphyrogenneta Anna ile evlenmek. İmparatorluk tarihinde erguvan odada doğmuş hiçbir kadın, yabancıyla hem de bir dinsizle evlendirilmemişti. Basileios, o kadar çok çaresiz kalmış olmalı ki Vladimir’in Ortodoks dinini kabul etmesi şartı ile isteğini kabul etmek zorunda kaldı.

Bunun karşılığında da 989 yılında Varegler kuşatmadaki Bardas Phokas ordusunu yenilgiye uğrattı. Ordusunu kanlar içinde gören Bardas Phokas ise elinde kılıcı ile atını imparatora doğru sürerken birden atından düşerek öldü.

Böylece Bizans tahtı için tehlike olabilecek tek kişi kalmıştı: Bardas Skleros. Skleros çok yaşlanmıştı ve gözleri de iyi görmüyordu. Basileios, kinini bir yana bırakarak cömert bir teklifte bulundu. Skleros, yeniden sadakat yemini edecek ve kouropalates ünvanı alacak, evine güvenle dönecekti. Skleros kabul etti ve iki saray görevlisi eşliğinde imparatorun huzuruna getirildi. İmparator Basileios onu ilk gördüğünde “Demek korktuğum adam buymuş, kendi başına yürüyemeyen bir bunak!” diyerek, Skleros’un giydiği erguvan renkli ayakkabılarını işaret ederek ancak onları çıkartıp huzuruna gelebileceğini söyledi. Skleros, muhtemelen sadece imparatorluk ailesi üyelerinin giyebileceği erguvan renkli ayakkabılarını heyecandan çıkarmayı unutmuştu. Skleros dışarı çıkarak ayakkabılarını çıkardı ve yalınayak imparatorun huzuruna tekrar girdi. İmparator akşam yemeğinde dudaklarını değdirdiği şarabı Skleros’a ikram ederek barış gösterisinde bulundu. İmparator aslında planını uyguluyordu. Savaş stratejisini iyi bilen bir general ve acımasız bir imparator olarak Skleros’u bağışlamasında çıkarı vardı: O’nun imparatorluk tecrübelerinden yararlanmak. Planını yemekte uygulamaya başladı ve yaşlı generali konuşturdu, bazı yönetimsel fikirler aldı, özellikle de güçlü Anadolu aristokrasisinin ayaklanmalarını nasıl engelleyeceğini sordu. Skleros’un cevabı Basilerios’u şaşırtmamış olmalıdır: “Aristokratların ağır vergilere maruz bırakılarak sıkılmaları ve kendilerini düşünmekten başka bir şey düşünemez hale getirilmeleri gerekir.” Basileios, onun öğüdünü dinledi ve aristokratları ağır vergilerle meşgul ederek sorununu çözdü.

Basileios’un ilk döneminde imparatorluğun iç isyanları imparator olarak önünde büyük bir engel idi. Ancak tek engel değildi. Büyük amcası Parakoimomenos’un da kendisini hafife aldığını ve emirlerini açıklama yapmadan yok saydığını yıllarca fark etmiş ve sineye çekmişti. Ancak Bardas Phokas ile ihanet niteliğindeki yazışmalarını farkettiğinde hamlesini yaptı ve Parakoimomenosu tutuklatıp sürgüne gönderdi, tüm mallarına el koydu. Hatta kini o kadar büyüktü ki, amcasının başkentte adaşı Aziz Basileios adına yaptırdığı ve süslediği manastırı boşalttı, mozaiklerini söktürdü. Artık imparatorluğu kendi kurallarıyla yönetmesi için önünde hiçbir engel kalmamıştı.

985 yılı… İşte tam bu noktada imparator tüm hayatını imparatorluğa adayacağının farkında mıydı acaba…

II. Basileios, II. Basileios Menologionu, 11’inci yüzyıl.

BULGAR-KIRAN İMPARATOR II. BASİLEİOS

Basileios, artık kendi krallığının tek efendisi olarak daha sert ve kararlı olmak zorunda hisseder kendini. Çok çetin ve şiddetli bir ortamdadır. İçten ve dıştan imparatorluk sürekli tehdit altındadır. En büyük dış tehditlerinden bir tanesi kendini Bulgar İmparatorluğu’nun çarı ilan eden Samuel’dir. Basileios, kendini büyük babası I. Basileios, Heraklios ve hatta I. Iustinianos kadar güçlü görmekte ve Bizans devletine bu zamanlardaki gücünü kazandırmayı hedeflemektedir. Bunun için de önündeki en önemli engellerden birisi Bulgarlardır. Basileios’un iç isyanlarla uğraşması Samuel’in doğuya ve güneye doğru topraklarını genişletmesine fırsat verir. Basileios’un Samuel tarafından 986 yılında Serdika’da pusuya düşürülerek ağır bir mağlubiyete uğratılması; imparatora kendini aşağılanmış hissettirmiş ve Samuel’den intikamını almaya ant içmesine neden olmuştur. Bulgar milletinden bir daha asla başkaldıramayacakları şekilde intikam alacağına dair kendisine söz verir.

Basileios, aslında Bulgarlara karşı ara ara yaptığı seferlerle onlara Bizans himayesini kabul etmeleri için fırsat vermişti ancak Samuel bunu kabul etmedi ve her seferinde daha şiddetli direndi. Samuel ve ordusuna kesin darbe Kleidion’da geldi. 29 Temmuz 1014’te gerçekleşen Kleidion savaşında çok ağır bir mağlubiyet yaşayan Samuel, oğlunun yardımıyla Prilapon (Prilep) denilen kaleye kaçmayı başarsa da ordusu o güne kadar görülmemiş bir şiddet ve vahşet yaşamıştı.

Basileios, esir alınan yaklaşık 14-15 bin askerin gözlerine mil çektirmiş; yalnızca her yüz kişiden birinin tek gözünü sağlam bıraktırmıştı. Tek gözü gören bu kişi, gözleri kör olan doksan dokuz kişiye rehberlik yapacaktı. Bu içler acısı kör orduyu Samuel’e gönderdi. Bulgar Çarı ordusunu böyle acınası bir durumda görünce felç geçirdi ve oracıkta bayıldı. Yardımcıları yüzünü yıkayıp, kokular koklatarak kendine gelmesini sağladılar ve su içirdiler. İki gün sonra da kalbi bu üzüntüye dayanamadı ve 6 Ekim’de hayatını kaybetti.

Kleidion Zaferi ve Çar Samuel’in kör ordusunu görmesi, Manasses Kroniği, 12’nci yüzyıl.

II. Basileios kendisine verdiği sözü tutmuş, Bulgarlardan intikamını almıştı, hem de çok şiddetli ve vahşi bir şekilde. 30 yılı aşkın süredir savaştığı Bulgarlara karşı gösterdiği bu sertlik nedeniyle Bulgar-Kıran (Bulgar Kasabı-Boulgaroktonos) lakabını alan ve tarihe bu isimle geçen II. Basileios, ikinci sözünü de tuttu: Bizans devleti İustinianus dönemindeki sınırlarına nerdeyse ulaşmıştı, hazine doluydu ve Bizans tarihinde ikinci altın devir yaşanıyordu. Bulgar katili-Bulgar kıran imparator II. Basileios, neşeli ve zevk düşkünü babasından ve edebiyatçı büyükbabasından oldukça farklı sert, acımasız, hırslı, güçlü, tutkulu ve hayatını askeri faaliyetlere adamış, döneminde ve sonrasında devleti ve düşmanları tarafından hırsı, gücü ve büyüklüğü kabul edilmiş bir imparatordu.

Kleidon zaferi, önemli bir Bizans zaferi olmasıyla birlikte, II. Basileios’un büyük imparator olarak görülmesinin de merkezinde bulunur. Bulgar-Kıran sıfatı ile birlikte acımasız, hırslı sıfatlarının imparator ile ilişkilendirilmesinde en önemli neden, Kleidion’da Basileios’un esir alınan Bulgarları öldürmeyip kör etmesidir. Kör etmek, çok sayıda Hıristiyan’ın canını almadan, çok sayıda düşman askerini ortadan kaldıracak dehada, insani bir ceza olarak görülüyordu.

Basileios, rakiplerine korku salmak ve tebaasının hizmetinde her daim tetikte olan, yorulmak bilmeyen savaşçı bir imparator olarak kendisi için seçtiği imajı güçlendirmek adına ‘gaddarlıklarına’ dair haberleri yaymaya özel bir ilgi de duyuyordu. Bu duygu, Basileios’un Menologion’unu süslemek için yaptırdığı minyatürde de açıkça görülebilir. Minyatürde askeri kıyafetleri ile tasvir edilmiş imparator, elindeki mızrağı ile dimdik dururken ayaklarının altında ona tapan, önünde eğilen insanlar başta Bulgarlar olmak üzere tüm dış ve iç düşmanlarını sembolleştirmektedir.

EVLENMEYEN TEK BİZANS İMPARATORU

İmparator II. Basileios, askeri zekası o kadar yüksek bir imparatordu ki savaş planını kendisi yapar ve hiçbir askere söylediğinin dışına çıkma şansı bırakmazdı. Görev yerini terk ederek kahramanlık yapmaya çalışan askerleri başarılı dahi olsalar çok büyük cezalarla cezalandırırdı. Ordusunu savaş esnasında sanki satranç oynar gibi hareket ettirirdi. Askeri dehası, sabrı, acımasızlığı, disiplini ve hırsı onun Bizans İmparatorluğu’nun en büyük imparatorlarından ve generallerinden biri olmasını sağladı. Ancak bu büyüklüğü ve ününü biraz da iç ve dış savaşlarda acımasızlığı ile şiddeti ön plana çıkarmasına ve tüm düşmanlarına korku salmasına borçluydu. Aslında Kleidon zaferindeki amacı da buydu, askerleri öldürmeyip acınası bir halde Samuel’e göndermesi fiziki olduğu kadar büyük bir psikolojik şiddet idi.

Askeri taktiklerini sadece fiziki şiddet değil psikolojik şiddet üzerine de kurması, onun büyük bir askeri deha olduğunu kanıtlamaktadır. Düşmanlarına böylesine bir korku salmasına karşılık, ordusu ona sonsuz güveniyordu.

Basileios, her zaman sade ve gösterişsiz yaşaması, sevmeyi ve sevilmeyi o kadar dert etmemesi, zevkini ve sefasını hiçbir zaman düşünmemiş olması, sadece imparatorluğun büyüklüğü ve refahı ile ilgilenmesi nedeniyle tüm imparatorluğa karizması ve kararları ile sonsuz güven vermişti. Zeki ve algıları çok yüksek bir kişilik olmasına karşılık, bilim ve edebiyata hiç eğilimi yoktu. Kendisi için hiç harcama yapmazdı ve genellikle de giydiği kıyafetlere pek dikkat etmezdi. Kısa boylu ve tıknaz yapılıydı, yuvarlak sakallı bir yüzü, açık mavi gözleri vardı. Psellos, imparatorun sadece ata bindiğinde karizmatik göründüğünden ve onun haricinde hiç de imparator gibi bir duruşunun olmadığından bahseder.

Kronikçiler, Basileios’un babası Romanos gibi zevke düşkünlüğünün isyanlardan sonra değiştiğine vurgu yaparlar ve Basileios’un isyanlardan sonra sade, mütevazi ve kadınlardan uzak bir yaşamı tercih ettiğini ve tamamen imparatorluk işleri ile ilgilendiğini söylerler. Hatta Bizans İmparatorları içinde tek evlenmeyen imparatordur. Büyük bir imparatorluk ve büyük bir hazine bırakmasına karşılık taht için meşru bir varis bırakamama konusunu hiç de sıkıntı yapmamış gibidir. Kendisinin çocuğu olmadığı gibi kardeşi VIII. Konstantinos’un ise üç kızı oldu. Bu şartlar altında niye evlenmediği konusu Bizans İmparatorluğu için bir sır olarak kaldı.

*Doç Dr. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü