Bursa Bülbülü: Unutulmuş zamanlara popüler bir ayna tutunca...
Böyle bakınca, ‘Bursa Bülbülü’, Türkiye’nin ve toplumunun en büyük kültürel ve politik kırılmalarla dönüştürüldüğü bir geçiş döneminin, bir “arada kalmış” zamanın, 80’lerin keyifli bir tasviri. Ancak asıl önemlisi ‘Bursa Bülbülü’nün (Ata Demirer’in diğer kimi filmlerinde de olduğu gibi) bu ülkenin hikâyeleri en az anlatılan sınıflarından biri olan müzisyenlere, çalgıcılara ayırdığı yerin büyüklüğü.
“Maziyi anmak, geçmişte olan şeyleri olduğu gibi hatırlamak anlamına gelmez” diyor Proust. İnsanoğlunun tatsız zamanlarının kadim kurtarıcısı nostalji, bir öyküleme, bir yeniden anlatma, bir kendi geçmiş hayaline inanmak isteme hali sanıyorum. O nedenle büyük kriz zamanları, zamanın ruhundan duyulan rahatsızlığın arttığı dönemler nostaljinin de dönemleridir. Bir süredir müzikte bunun çok net tarihsel örneğini birlikte gözlemliyoruz. “Nostalji” radyo istasyonları birbiri ardına açılırken bugünün müziğini çalma iddiasındaki popüler radyo istasyonlarının içeriklerinin artık neredeyse yarısı 70’lerin, 80’lerin ve özellikle 90’ların müziklerinden ibaret. Sosyal medyada yine “nostalji” temalı sayfaların, hesapların milyonlarca takipçisi var; buna 80’ler, 90’lar temalı televizyon dizilerini, sinema filmlerini ekleyelim…
Bu rüzgârın en yeni örneklerinden biri ‘Bursa Bülbülü’. Şimdinin modası filmlerin artık tamamen dijital mecralar için üretilmesi ya hani, ‘Bursa Bülbülü’ de büyük bir reklam kampanyası ile Disney+’da gösterime girdi. Bizlere Yeşilçam’ın tatlı havasını vermek isteyen bir filmin beyaz perdede görülmemesi biraz tuhaf geliyor açıkçası ama bu dijital dönüşümün sinema sektörüne ve seyretme alışkanlıklarına etkisi bu alanda yazan dostlarımızın işi. Beni bir müzik insanı olarak ‘Bursa Bülbülü’nün baştan sona bir müzik filmi olması ilgilendiriyor.
Film, Ata Demirer’in senaryosunu yazdığı diğer filmlere aşina olanlar için benzer bir tat ve senaryo döngüsü vaat ediyor. Taşrada başlıyor ve büyük şehre uzanıyor, derken öykünün doğduğu yere dönüyor. Vuslatın pek muhtemel görünmediği bir sevda hikâyesi de filmin geneline eşlik ediyor. Demirer’in diğer filmlerinde müzik hep var ve senaryonun büyük parçası, en albenili yanlarından biri. ‘Eyvah Eyvah’ serisinin sempatik karakteri Hüseyin Badem de bir klarnetçiydi malum. Ancak bu kez tüm öykünün başrolünde müzik var demek yanlış olmaz.
Bazı filmlerini birkaç kez seyrettiğim Bursa doğumlu Ata Demirer’in müzikle ilişkisi doğduğu andan itibaren başlamış bir ilişki. Neredeyse çocuk denecek yaştan itibaren profesyonel olarak müzik yapan Demirer, gece kulüplerinde 80’lerin ruhuna uygun olarak piyanist-şantörlük yaparak başlamış profesyonel müzik kariyerine ve kendisini İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Türk Müziği Bölümü’nde bulmuş. Bildiğim kadarıyla hocaları tarafından çok da yetenekli bulunmuş, desteklenmiş. Çok az insanın doğuştan sahip olduğu “absolut kulak”; yani sesleri herhangi bir enstrüman yardımı olmadan tanıyabilme, anlamlandırabilme, ton farklarını tanıyabilme yeteneğine sahip. Herhalde komedi ve oyunculuk/senaristlik kariyeri yerine yalnızca müzikle devam etmek isteseydi hayatına, yine çok iyi tanıdığımız bir sanatçı olurdu Demirer.
‘Bursa Bülbülü’ bittiğinde aklımda tek bir cümle vardı: Ata Demirer müziği çok seviyor. Samimi bir sevgiyle müziğin, aslında buna teknik olarak gerek olmadığı zamanlarda bile yaptığı işlerin temelinde yer almasını istiyor. Bu yalnızca müzikal yeteneğini de bir şekilde sergileme çabası değil, buna ihtiyacı da yok sanatçının. Hayatının, geçmişinin kültür sermayesini filmlerine yatırıyor, kendi filmini çekiyor.
Popüler kültür ürünlerinin en verimli ve kârlı alıcısı olan Z kuşağının bugün artık anne babalarından bile duymadığı bir zamanın hikâyesini anlatmak büyük cesaret işi. Ancak en geç 70’li yıllarda doğmuş olan neslin birçok ferdinin bile 80’leri kasıp kavuran piyanist şantör modasına, fantezi müziğine aşina olmayabileceğini düşününce aslında fantastik ve çok yeni bir öykü de anlatıyormuşçasına izlenebilecek bir film ‘Bursa Bülbülü’.
Baştan sonra müzik dolu filmin bir de film müzikleri albümü yayınlandı. Albümde 11 şarkı yer alsa da, hem filmin hem de albümün “hit”i ‘Beyaz Zambaklar’ın iki versiyonu var. Ata Demirer, hem sözlerini yazdığı hem de bestesini Taşkın Sabah ile yaptığı şarkıyı bir versiyonda solo, diğer versiyonda ise Melek Büyükçınar ile birlikte icra etmiş. Filmde Özge Özacar’ın canlandırdığı Arzu karakterine de şarkılarda ses olan Büyükçınar, albümde 10 şarkıyı Demirer ile birlikte seslendiriyor. Büyükçınar tercihi çok doğru olmuş. Müzik dolu bir aileden ve konservatuar eğitiminden gelen sanatçının (genç yaşına rağmen) ses rengi, şarkıları okuma tarzı dinleyen herkeste 80’lerin kadın şarkıcılarının yarattığı duyguyu yaratacak türden.
Filmde arabesk ve fantezi müzik kültürümüzün vazgeçilmez steryotiplerinin bir örneği olan Doktor Fatih karakterini canlandıran Toygan Avanoğlu, başarılı oyunculuk performansının yanı sıra Ata Demirer-Taşkın Sabah şarkısı ‘Bursa Kızı’nı tam da gerçekte var olabilecek bir Doktor Fatih gibi yorumlamış.
70’lerden itibaren hem Türk Sanat Müziği dünyasında, hem de oradan doğan fantezi müzik ortamında besteci, aranjör, şef olarak yer alan usta müzik insanı Taşkın Sabah’ın filme müzikal katkısı eşsiz. Herhalde Demirer’i bu konuda daha doğru yönlendirecek, filme vermek istediği havayı bu denli sağlam biçimde yansıtabilecek başka bir isim düşünemezdim.
Film için orijinal şarkılar yazmak Yeşilçam’da da pek karşılaşmadığımız bir çaba. 70’li yıllarda şarkılar için filmler çekildiğini biliyoruz ama. Arabesk müzik sanatçılarının her albümünden birkaç film çıkar, o filmler isimlerini albümdeki şarkılardan alırdı. Filmin hikâyesinin şarkının adına, anlattıklarına uyup uymadığına kimse bakmazdı.
Tiyatroda büyük müzikaller ve kabareler döneminde oyunlar için yazılan harika şarkılara tanık olsak da sinemada bunun pek az örneğini gördük. Bu bağlamda Ertem Eğilmez’in son filmi ‘Arabesk’i, yine müzik dünyasını anlatıyor olması ve film için orijinal şarkılar yazılması bağlamında ‘Bursa Bülbülü’ ile karşılaştırabiliriz. 1989 tarihli ‘Arabesk’in şarkılarının arkasında Aysel Gürel – Atilla Özdemiroğlu imzaları vardı. Bir neslin bugün bile ezbere söyleyebildiği ‘Allahım Kör Et Beni’ gibi şarkılar filme bambaşka bir ruh katmış, bir müzikal havası vermişti. Ancak bu filmdeki şarkıları dinlediğinizde, şarkıların yaratıcısı iki büyük müzik insanının, özellikle Özdemiroğlu’nun arabeski pek de içeriden bilmediğini hissedersiniz. Çok yetenekli bir müzisyen olması hasebiyle Özdemiroğlu, arabesk şarkıların armonik yapılarını, bu türde sıklıkla kullanılan birkaç başat makamı özetle çözümleyip besteleri buna göre yapmıştır. Bu belki de şarkıların aslında arabesk-fantezinin birer parodisi olması için seçilen bilinçli bir yoldu, bilemiyorum.
Ata Demirer-Taşkın Sabah ortaklığının şarkıları ise o dönemi iyi tanıyan iki müzik insanının atmosfer ve nüans yaratma yeteneklerinin tatlı ürünleri olmuş. Gerek ‘Beyaz Zambaklar’, gerekse ‘Unutma Beni’, 80’li yıllarda yazılıp yayınlansaydı muhtemelen büyük satış rakamlarına ulaşırdı.
Albümdeki diğer şarkılar da manidar, birkaçından özellikle bahsetmek isterim. Arabesk-fantezi müziğin kült ismi Burhan Bayar’ın ‘Şaka Yaptım’ını duyduğumda yüzümde bir gülümseme ister istemez beliriverdi. Türkiye bu şarkıyı 80’li yıllarda Nejat Alp-Seda Sayan ikilisinden dinleyip sevmişti. Ümit Besen’in sesinden bildiğimiz, Türkiye’de türünün ilk ve en meşhur örneği ‘I Love You’, piyanist şantörlerin değişmez repertuarından, bugün ilk kez dinleyecek olanlara belki hiç tanımadıkları bir müzikal tat verecek olan ‘Sıktı mı Canını’, ‘Dübeş Attım Yek Geldi’ gibi şarkılar, 80’lerin popüler müzik atmosferinin neye benzediğine dair adeta belgesel niteliğinde kayıtlar olmuş.
‘Bursa Bülbülü’nün yaratıcıları, filmin ortalarına doğru 70’ler ve 80’lerde ses sanatçılarının çoğunun ilk adresi olan açıkhava gazinolarının ve aile çay bahçelerinin havasını yansıtırken seyirciye yukarıda saydığım şarkılar ve daha fazlasıyla adeta bir konser sunuyor.
Nostaljiden bahisle başlamıştık öyle bitirelim. “Hadiselerle beraber biz de değişiriz ve biz değişince mazimizi de yeni baştan kurarız” diyor Tanpınar. 12 Eylül’ün silindir gibi üzerinden geçtiği toplumun kalbinin yeniden atmasında, yeni tarzlarda popüler müziğin ve dönemin Unkapanı piyasasının büyük rolü oldu. Böyle bakınca, ‘Bursa Bülbülü’, Türkiye’nin ve toplumunun en büyük kültürel ve politik kırılmalarla dönüştürüldüğü bir geçiş döneminin, bir “arada kalmış” zamanın, 80’lerin keyifli bir tasviri. Ata Demirer’in film boyunca dönemin büyük sanatçılarına her vesilede saygı duruşunda bulunduğunu görmek mümkün. Ancak asıl önemlisi ‘Bursa Bülbülü’nün (Ata Demirer’in diğer kimi filmlerinde de olduğu gibi) bu ülkenin hikâyeleri en az anlatılan sınıflarından biri olan müzisyenlere, çalgıcılara ayırdığı yerin büyüklüğü.
Türkiye müzik sektörünün ve yarattığı kültürün daha nice filme konu olabilecek sayısız öyküsü var. Nitekim yukarıda adı geçen ‘Arabesk’, yine Demirer’in rol aldığı ‘Neredesin Firuze’ gibi bu dünyayı içeriden anlatan çok başarılı filmler de var. ‘Bursa Bülbülü’, müzik ve müzisyenler üzerine yapılmış başarılı filmlerden biri olarak şimdiden benim “müzik filmleri” listemdeki yerini aldı.