'Bütün çocukları aşılayalım politikası son derece yanlış'
Dr. Korcan Ayata, hızlandırılmış fazlarla acil kullanım onayı verilen Covid-19 aşılarının, belirgin bir risk olmadığı sürece çocuklara yapılmaması gerektiğini söylüyor.
DUVAR - Lisans hayatına Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde başlayan Korcan Ayata, burada geçirdiği iki yılın ardından eğitimine İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Mühendisliği bölümünde devam etti. Ardından Münih’te nörobiyoloji üzerine doktora yaptı. Şu anda Freiburg Üniversite Hastanesi’nde Astım ve KOAH Araştırma Grubu’nda çalışıyor. Dr. Ayata’yla salgın boyunca yaygın olarak karşılaştığımız infodemiyi, Covid-19 aşılarını ve bağışıklık sistemiyle aşı arasındaki ilişkiyi konuştuk.
Pandemide korkunç bir infodemiyle karşılaşıldı. Kolonyayla dezenfekte edilip üç gün balkonda bekletilen market poşetleri, evden çıkılmayan günlerde bile aşırı temizlik malzemesi kullanımı gibi çok çeşitli aşırılıklar görüldü. Sizce bu duruma ne yol açtı?
Günümüz medyası böyle bir şey bulunduğu zaman bunu hemen gündem haline ve tık tuzağı (click bait) dediğimiz insanların daha fazla sayıda linke basmaya yönlendiren haberler yapmaya başlıyor. Endişe, panik, korku uyandıran dedikodular ortaya çıkıyor ve bunlar Whatsapp, Facebook gruplarında gerçek bilgiden daha hızlı yayılıyor. Evinde oturan hiç dışarı çıkmayan insanlar ikide bir gidip ellerini yıkayarak, kolonyalar, dezenfektanlar sıkarak, ciltlerini yara yaptılar. Hiçbir işe yaramadı, bir faydası bir etkisi olmadı. Çünkü evde oturuyorsunuz biriyle temasınız yok. Eğer açık bir yaramız yoksa cildimiz bu virüsün kesinlikle geçemeyeceği bir yapı. Yani bir kum havuzunu korona virüsüyle doldursalar oraya girip kumdan kale yapsak, oynasak virüs bize bulaşmaz. Ne zaman bulaşır? El göze, ağza, burna giderse bulaşır, bunun en önemli kuralı bu.
‘BÜTÜN HAZIRLIKLAR HALININ ALTINA SÜPÜRÜLDÜ’
Salgının özellikle ilk döneminde ortaya çıkan panik havası nedeniyle dünya tarihinde ilk kez bir bulaşıcı hastalık görülüyormuş gibi bir teyakkuz hâli de oldu. Önceki deneyimlerin unutulduğu bir dönem yaşadık diyebilir miyiz?
Birçok farklı virüs var. Havadan ve solunum yollarından yayılan insanları etkileyen dönem dönem ya da mevsimi geldiğinde karşılaştığımız grip virüsleri, soğuk algınlığı virüsleri mesela. Bunların hemen hemen hepsinin bulaşma şekilleri, insanların ne zaman etrafa yayabildiği, hangi durumlarda önlem alınması gerektiği Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) ve ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin (CDC) web sitelerinde sayfalarca açıklanmıştı. Senelerdir çalışılan bu pandemi raporları, şartnameleri bir anda unutuldu. Zincirleme bir şeye doğru yuvarlandık. Oysa 2020 öncesinde de maske kullanımları, karantinalar, kısıtlamalar, test ve filyasyon kuralları son derece net bir şekilde çizilmişti. Ama virüs -bilindiği kadarıyla- Çin’den yayılmaya başladığı zaman büyük bir panik başladı ve bütün bu yapılmış hazırlıklar, planlamalar, neyin ne zaman kullanılacağı bilgileri halının altına süpürülüp tamamen sıfırdan kurallar ve metotlar ortaya çıktı. Bunlar ne derece işe yaradı? Büyük ölçüde yaramadı.
Salgının ilk günlerinden bu yana geçerliliğini koruyan tartışma konularından biri de maske kullanımı. Amacı ve koruyuculuğuyla ilgili bir toplumsal uzlaşı hâlâ yok. DSÖ’nün ya da CDC’nin önceki dönemlerde yaptığı çalışmalar bu konuda ne diyor?
Bu dönemde sansasyon yaratmayı seven insanlar gördük. “Bir maske takın, iki maske takın” gibi saymakla bitmez söylemler oldu. Ama sonuçta burada en önemli şey kapalı alanlarda maskenin bir faydası olduğuydu. Bu, pandemiden önce de böyleydi pandemiden sonra da böyle olacak. Bizim en sık kullandığımız ve en çok bulabildiğimiz cerrahi maskenin amacı, hasta kişinin virüsü dışarıya yaymaması. Bunun en büyük kullanımı budur. Sizi korumuyor, koruması da zaten mümkün değil. Hava alıyorsunuz ve geri veriyorsunuz. Maske ne yapıyor? Damlacıkları tutuyor. Yani hasta öksürdüğü, konuştuğu zaman çıkan damlacıklar maskede takılı kalıyor ve etrafa çok daha az yayılıyor. Maske bu şekilde çalışıyor. “Ben maskeyi taktım etrafta virüs var ama korunurum” diye bir şey yok. Dolayısıyla maskenin nasıl ve ne kadar koruduğu ve amacı son derece belli. Daha sonradan insanlar bunu ikişer üçer tane takarak kendilerinin de korunabileceği izlenimine girdiler. Bu ekranlardan da söylendi ve insanlara bir güvenlik duygusu verdi. “Ben maskemi taktım şimdi girerim marketime istediğim gibi alışverişimi yaparım” düşüncesiyle normalde kısa süre geçmeleri gereken kapalı alanlarda daha rahat hareket ettiler. Hepimizin bildiği gibi bulaşmanın en çok olduğu yerler, kalabalıkların bulunduğu kapalı ortamlar. Oradaki süreyi minimuma indirmek, maske takmak ve mümkünse buraları iyi havalandırmak dışında yapılabilecek bir şey yok.
Aşı üretebilen ve tedarik edebilen ülkelerde kuvvetli bir “Aşı olun” çağrısı var. Peki herkes aşı olmalı mı?
Bütün covid aşılarının ortak özelliği dünya tarihinde ilk defa hızlandırılmış geliştirme protokolü çerçevesinde hazırlanmaları. 1. 2. ve 3. faz çalışmalarının ve bunun öncesindeki klinik deneylerin hızlandırılarak yapıldığını biliyoruz. Bu gerçeği bir kenara not etmek lazım. Acil kullanım izni diye dünya tarihinde ilk defa yapılan bir onayla, bunlara izin verildi. Çin’den ve Avrupa’ya yayıldığında İtalya örneğinden biliyoruz ki bu hastalığın en çok etkilediği yaş grubu 70 yaşın üstündeki kişiler. Kronik hastalıkları olanları da düşünüp yaşı 70’lerden biraz daha aşağı indirirsek buna 50 yaş üstü diyebiliriz. Dünyadaki bütün ülkelerde hastalıktan etkilenen popülasyon bu. Dolayısıyla yaşlı nüfusun hızlı bir şekilde aşılanması ve bunun acil kullanım onayıyla yapılması amacına uygun.
‘50 YAŞ ALTINDA AŞI OLMUŞLARLA OLMAMIŞLAR ARASINDA HERHANGİ BİR FARK YOK’
Altta yatan bir hastalığı olmayan daha genç yaştaki kişileri düşündüğümüzde bu durum nasıl değişiyor?
Daha genç yaşlarda bir problem var mı? Normal şartlarda yok. Ne zaman problem var? Kronik hastalıklar ve genetik yatkınlık varsa... Hastaneye yatanların hayatını kaybedenlerin yüzde 99’u zaten 50 yaşın üzerinde. Bu belli artık. Aşılamayı hızlı yapan ülkelerden İsrail’e ve İngiltere’ye baktığımız zaman varyantın ulaşması ile beraber yeni veriler gelmeye başladı. Her iki ülkeden gelen veriler bilim insanları tarafından analiz ediliyor. 50 yaş altında aşı olmuşlarla olmamışlar arasında herhangi bir fark yok. Hastalığa yakalanma, hastaneye yatma, hayatını kaybetme oranlarına bakıldığında aşının yaptığı bir fayda yok. Göremiyoruz bunu. Hiçbir problemi olmayan bir insanı, hasta eden bir virüs değil bu. Bu açıdan son derece şanslıyız. Eğer öyle olsaydı bunu zaten 1,5-2 sene önce görürdük ve o zaman “Herkesi hemen aşılayalım. Büyük yaşlardan değil çocuklardan yapmaya başlayalım çünkü çocukları kaybetmeyelim" derdik. Öteki türlü yaptık çünkü herkesin de artık bildiği gibi hastalığın etki ettiği kişiler belli.
‘AŞILI KİŞİ VİRÜSÜ KAPMAZ, BULAŞTIRMAZ SÖYLEMİ DOĞRU DEĞİL’
Bilim insanları, aşının kişileri ağır hastalıktan koruyacağını belirtiyor. Ancak sahadaki durum farklı. Aşı olanlar hastalığı hiç kapmayacak ve bulaştırmayacak gibi bir yanılgıya kapılabiliyor. Veriler, buna dair ne söylüyor?
İsrail’den ve İngiltere’den gelen veriler, aşılı kişi virüsü kapmaz ve virüsü yaymaz söyleminin doğru olmadığını gösteriyor. İngiltere’de özellikle son bir haftada 200 binin üstünde vaka açıklandı. En çok aşılanan ülkelerden birinden söz ediyoruz, yüzde 90’ı tek doz olmuş durumda. Çünkü bu bir solunum yolu hastalığı ve virüs direkt akciğerden giriyor kanda, damarda antikorla karşılaşmıyor. Virüs, ulaştıktan sonra aşılı bireyin cevabının daha iyi olma ihtimali yüksektir. Bu cevabı hızlı veremeyen insanların önceden aşılanması onlar için çok büyük bir şans. Dolayısıyla “Gideyim hemen aşı olayım sevdiklerime bulaştırmayayım” düşüncesi güzel ama ilk aşama sevdiklerim dediğimiz yaşlı grubun aşılanması. Sonra yapılması gereken bu kişinin aşılı olsa bile dikkatli olması. Virüsü eve getirmeyeceğinin sağdan soldan almayacağının hiçbir garantisi yok.
Dikkat çektiğiniz bir başka mesele, hızlandırılmış fazlardan geçirilen Covid-19 aşılarında doz ayarlaması yapılamadığı. Bunu biraz açabilir miyiz?
mRNA aşıları ve vektör aşıları dünya tarihinde ilk defa yoğun bir şekilde kullanılıyor. Bunların doz çalışmaları olması gerektiği gibi yapılmadı ama şu an yapılıyor. Mesela Moderna’nın bir dozunun dörtte birinin bile vücuda verildiğinde çok güçlü bir yanıt alındığı gösterildi. Boşu boşuna insanlara dört kat fazlası yapıldı ya da şöyle diyeyim bu miktarla dört kat fazla sayıda insan aşılanabilirdi. Ama süreç hızlandırıldığı için bu yapılamadı. Çünkü elimizde bu bilgi yoktu. Şu an 12 yaşındaki bir çocuğa da 80 yaşındaki insana da aynı doz yapılıyor. Bu doğru mu? Bence değil. Çünkü vücutlar farklı, vücuda giren miktarı karşılayacak hücreler farklı.
Covid aşılarında fazlaca yan etki görüldü. Bunun sebepleri nelerdir?
Hızlı bir şekilde yaşlı nüfusa yapılmış bir aşı dünya tarihinde yok. Aşılar, hep en sağlıklı hücrelere yapılıyor. Okul öncesi çağında, okullarda, askerlik döneminde, işe başladıktan sonra sağlık personellerine yani genç insanlara yapılıyor. Herhangi bir problemde bu genç vücutların bunu tamir etmesi tabii ki çok daha hızlı oluyor. Ama biz şimdi hiç bilmediğimiz aşıları yaşlı bir nüfusa yaptığımız zaman görüyoruz ki çok fazla yan etki oluyor, ki bu normal bir şey. Kurtarma amaçlı aşı yaptığımız bireyler yaşlı, bağışıklık sistemleri çalışmıyor, hastalıklardan çok etkileniyorlar, bu sebeple aşı kimine ağır geliyor. Bu normal bir şey. İnsanların buna şaşırmasına ben şaşırıyorum.
‘TÜRKİYE’NİN AŞI SEÇİMİ İYİYDİ’
Türkiye’de Sinovac aşısıyla başlayan ardından Biontech’le süren ve yakında Sputnik’in de ekleneceği aşılama programını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye aşılamaya geç başlamasına rağmen ilk baştaki sağlık personellerinin ve ileri yaş grubunun aşılanması bayağı hızlı oldu. Birçok Avrupa ülkesine göre hızlı bir şekilde ilerledik. Sonra aşı tedariği ile ilgili bir problem oldu. Açıkçası tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama bir şekilde aşı gelmedi. Ancak ilk etapta gelen aşılar bitene kadar ben aslında aşılanması gereken insanların büyük bir bölümünün aşılandığını düşünüyorum. Aşı seçimi de bence güzeldi. Çünkü insanların içerik olarak yabancı olmadıkları, çocukluklarından aşina oldukları teknoloji ile yapılmış bir inaktif aşıydı. Hem tereddüt yaşayacak kişilerin aklındaki soru işaretlerini gidermek için hem de oluşabilecek aşırı reaksiyonların ve alerji ihtimalinin düşüklüğü sebebiyle bence iyi bir seçimdi.
Aşılamada 2. ve 3. doz gerekli mi?
Bundan fayda görecek insan sayısı son derece kısıtlı. Normalde sağlıklı bir insan bir doz aşısını olduğu zaman bağışıklık sistemi bunu öğrenir ve buna göre altyapısını oluşturur. Ağır hastalıktan kendini koruyacak uzun vadeli tedbirleri alır. 2. doz niye lazım? 2. yapalım virüs gelmiş gibi bir simülasyon olsun ve vücut hızlı bir şekilde antikor üretsin, antikorlar kalsın diye lazım. Ama bunun kime faydası olur? İlk başta tek dozda hızlı yanıt verme sistemi oluşturamayan kişiler için faydası olabilir. Mesela ileri yaş grubunda olan, altta yatan hastalıkları bulunan, gördüğü tedaviler yüzünden bağışıklık baskılayıcı ilaç kullananlara ikinci ve üçüncü doz aşılar lazım ve faydalı. Ama 25-30 yaşındaki birisi için bunun hiçbir manası ya da faydası da yok.
‘VAKA SAYISINA DEĞİL HASTANEYE YATIŞ ORANINA BAKILMALI’
Delta varyantı birçok ülkeyle benzer bir biçimde Türkiye’nin de gündeminde. Özellikle, Rusya’dan gelen turistlerin yoğun bir şekilde bulunduğu Antalya’da delta varyantı artıyor. Sizce bu durum salgının seyrini değiştirebilir mi?
Varyant dediğimiz, aşının ürettiği antikorların virüsün bağlanacağı noktalarda meydana gelen mutasyonlar sonucu oluşan değişiklikler. Aşının ürettiği antikorların bağlanmaları bazı durumlarda daha etkisiz hale gelmeye başladılar. Virüste bir değişiklik olursa sizin aşı değiştirmeniz lazım ki aynı oranda bir koruma sağlayın. Antalya özelinde bakılması gereken sayılar, bunlar değil. Delta varyantı “Antalya’da hastaneye yatışı etkiledi mi?” sorusunun yanıtına bakmak lazım. Aşıyla amacımız hastane yatışı engellemek ve hastalığı hafif geçirmek. Hastaneye yatışlar artmıyorsa aşı zaten çalışıyor demektir. “Vakalar 10 oldu, 100 oldu” demenin kendi başına çok bir anlamı yok. İngiltere’ye bakalım mesela, vakalar son bir haftada 200 bin oldu. Ama hastaneye yatışlara bakarsanız öyle bir artış yok. Çünkü aşılılar. Test yapıyorlar, pozitif çıkıyor ama bu insanlar normalde olduğundan daha fazla bir tıbbi müdahaleye ihtiyaç duymuyor, hastaneye yatmıyor, yoğun bakımlara gitmiyorlar, hayatlarını kaybetmiyorlar. Bunlar mutlaka var ama çok küçük bir oran şeklinde.
Hastalığı geçirenlerin aşı olmasına gerek yok diyorsunuz. Bunun nedeni nedir?
Yabancı bir patojenle karşılaştık ve buna gerekli reaksiyonu verdik, hastalığı geçirdik. Korona virüsünün bütün bilgileri kütüphaneye atıldı, bir daha gelirse hızlı yanıt verecek sistem oluştu. Peki bu insan neden bir daha aşı olsun? Ben bunu anlamıyorum. Hastalığı geçiren bir insana aşının ne zaman faydası olur? Eğer ki bu insan, bir risk grubundaysa aşı olmasında fayda olabilir. Hastalığı zaten ağır geçirmiştir, güç bela atlatmıştır o noktadan sonra bir dahaki sefere verebileceği yanıt belki çok hızlı olmayabilir. Bunun da yapılacağı zaman bana sorarsanız risklerin arttığı eylül ekim aylarıdır.
‘EN YÜKSEK FAYDAYI YANLIŞ ZAMANDA SAĞLIYORUZ’
İçinde bulunduğumuz yaz aylarında vakalar düşük seyrettiği için böyle diyorsunuz sanırım?
Bunları ben demiyorum, okuduğum kitaplar söylüyor. Mayıs, haziran ayında 2. ve 3. doz yapmak bağışıklık sisteminin nasıl çalıştığını gözardı etmek gibi oluyor. Bu durum aşı tasarlayanlar, planlayanlar, deneyleri yapanlar tarafından biliniyor ama ya uygulanmıyor ya da biraz yanlış uygulanıyor. Bana sorarsanız 3. dozlar eylül ya da ekimde yapılmalıydı. Şu an en rahat aylardayız. Bu Kuzey Yarımküre’deki tüm ülkelerde böyle. Yaz mevsiminde kapalı alanlardan uzaklaşıp daha çok açık alanlara çıkılmasıyla virüsün etkisi azalıyor. Esas riskli bölgeye daha çok var. En yüksek faydayı yanlış zamanda sağlıyoruz.
Peki Türkiye’de yaygın olarak uygulanan 3. doz gerekli mi?
Üçüncü dozun gerekli olduğuna dair yapılmış bir çalışma yok. Bu tartışıldı. FDA, Biontech’in acil kullanım için başvurduğu üçüncü doz onayı için “Bu konuyla ilgili bir veri yok, biz bunu kabul etmiyoruz” dedi. Ama bizde öyle olmadı. Dünyada belki de ilk defa çatır çatır üçüncü dozları yaptık. Üstelik erken bir zamanda yaptık ve kişilerin görecekleri faydayı azaltmış olduk. “Hem altı ay sonra antikorlar kayboluyor, etkisi düşüyor” diyorlar hem de kış sezonunun tam ortasında antikor bitecek şekilde üçüncü doz yapıyorlar. Aşıların hepsini yapalım ve temmuz ağustosta turizm sezonu açılsın diye bir çaba var sanki. Toplam doz sayısının büyük bir çoğunluğu da üçüncüz dozlar sayesinde geldi.
Türkiye’de aşılama yaşı 16’ya kadar indi. Ancak çocukların risk grubunda olup olmadığı tartışması sürüyor. Çocuklara aşı yapılmalı mı?
Nüfusu en hızlı şekilde aşılayan İngiltere, İsrail bile bu yaş gruplarına girmedi. Ne yapıyorlar, bakıyorlar hastalığı olan bağışıklık sistemi doğru çalışmadığı bilinen çocukları buluyorlar ve onları aşılıyorlar. Bu doğru bir yaklaşım. Öyle sıradan tutup “12 yaşı ya da 7 yaşı aşılayalım” yaklaşımının doğru bir şey olduğuna inanamıyorum. Güvenliği yıllardır gösterilmiş hepimizin çocukluğumuzda olduğumuz aşıları bu çocuklar da oldular. Ama bu öyle bir aşı değil. Çalışmaları, henüz tam olarak yapılmamış aşılar bunlar. Bunlarla bütün çocukları aşılayalım politikasını ben son derece yanlış buluyorum. Çocukları etkileyen bir hastalık olsaydı zaten çoktan aşılamıştık. Bu riski alacaktık çünkü diyecektik ki “Bu hastalık çok tehlikeli çocuklar için bu riski alabiliriz.” Ama böyle bir durum yok. Hasta olan hayatını kaybeden çocuklar mutlaka var, ancak bunu grafiklere döktüğümüz zaman çocuklarda bu hastalığın ciddi sorun yaratma ihtimali çok düşük. Dolayısıyla ben hiçbir şekilde belirgin bir risk olmadığı durumlarda çocukların aşılanmasını doğru bulmuyorum.
CDC verilerine göre, mRNA teknolojisi kullanılarak üretilen BioNTech ve Moderna aşılarının ikinci dozundan sonra 25 yaş altındaki kişilerde beklenenden daha fazla sayıda miyokardit (kalp kası iltihabı) görüldüğü açıklandı. Bu da genç nüfusa aşı yapılıp yapılmamasıyla ilgili soru işaretlerini artırıyor değil mi?
Bu tescillendi: Özellikle erkeklerde normalde görülenden 200 kat daha fazla miyokardit görüldü. Bu ihtimal milyonda birken milyonda 200 oldu. Bu hastalıktan hastalıktan zarar gören 25 yaş altı yok ki. Hastalığın getirdiği risk ve aşının getirdiği risk burada birbiriyle çelişiyor. 20 yaş ileriye çıktığımız zaman bakıyoruz ki hastalığın getirdiği risk, aşının getirdiği riskten daha yüksek. O yüzden diyoruz ki biz bunları aşılayalım. Bilimsel yaklaşmak lazım. Ortada bir şey var bu görmezden gelinirse bu insanlara olan güven sarsılıyor. Bir tanesi diyor ki; “Çok tehlikeli bu aşı, bunu olmayın. Olanlar ölüyor, sakat kalıyor.” Ötekiler de diyor ki “Hiçbir şey olmuyor. Milyonlarca insan oldu ben de oldum. Bu aşılar insanlığı kurtaracak.” Bunun bir ortası var, bu iki uçta değiliz kesinlikle. Normalden fazla yan etki olduğu bütün ülkelerin raporlarında var.Yapılması gereken incelemek ve veriye dayalı konuşmaktır. “Yok, bu aşılar çok güvenli” demek insanları öteki tarafa itiyor. Her iki grubun da biraz kendine gelmesi gerekiyor çünkü burada ortadakiler zarar görüyor. Özellikle aşı karşıtlığına kayma durumu var ve ben bunun olduğunu üzülerek görüyorum. Bilimsel veriye dayalı yaklaşımdan dışarı çıkmış oluyorsunuz. Orası bir hayal dünyası haline gelmiş oluyor.
Üzerine çok konuşulan bir başka şey ise gerekli faydayı görüp antikor üretmek için aşı olmadan önce ve sonra nasıl beslenilmesi gerektiği. Ancak siz bunun aşı öncesi ve sonrası diye dönemsel bir şekilde ele alınmasına karşısınız, hayatın tamamına yayılması gerektiğini belirtiyorsunuz. Bunun doğrusu nedir, nasıl olmalı?
Bebeklikten itibaren hepimizde olan doğuştan gelen bağışıklık, dışarıdan gelen bakterilere saldırıyor. Çünkü vücudumuzun bir parçası değil. Adapte edilebilen bağışıklık dediğimiz sistem ise antikor üretimini sağlıyor. Yani, “Bu tekrar gelirse ben bunu hızlı bir şekilde bertaraf edeyim” diye tehdidi tanımlıyor. Bu bilgileri kütüphaneye atıyor, tehdidi tekrar gördüğü zaman bilgileri çıkarıyor, çoğaltıyor ve farkına bile varmadan hastalığı geçirmemizi sağlıyor. Bu sistemlerin çalışması için vücudun iyi çalışıyor olması lazım. Bu hücreler çoğalacaklar, bölünecekler ve seçilecekler. Bunlar sürekli enerji kaynağı kullanıyorlar. Vücuda bunları düzenli olarak vermemiz lazım, eğer bunlar eksik olursa sistemler iyi çalışmıyor. Vitaminler eksikse iyi yanıt veremiyoruz, iyi antikor üretemiyoruz mesela.
‘İNSAN, SAVUNMASIZ BİR CANLI DEĞİL’
Burada da bağışıklık sisteminin önemi devreye giriyor sanırım. Bağışıklık sistemini güçlü tutmak için ne yapılabilir ya da ne yapılmaması gerekir?
Burada genelde yanlış kullanılan bir tabir var: Bağışıklığı güçlendirmek. Ben buna karşıyım. Çünkü bağışıklık zaten güçlü. Sizin ekstra bir şey yapmanıza gerek yok. Bizim yanlışlıklarımız yüzünden bu bağışıklık azalıyor, sorun orada. Bu yanlışlıklar nedir? Sigara, alkol, çok fazla şeker, çok fazla ekmek, çok fazla işlenmiş gıda, soluduğumuz havanın kalitesi… Bunlar devreye girdikçe bağışıklık baskılanmaya ve bozulmaya başlıyor. Bu yanlışlar düzeldiği zaman bir şey yapmaya zaten gerek yok, o kendisini toparlar. Çünkü bu evrimsel bir şey. Sağlık hizmetinin, ilaçların, aşının yani hiçbir şeyin olmadığı ortamlarda geliştik, bugünlere geldik. 50 bin yıl öncelerine giderseniz şunu görürsünüz: İnsan savunmasız o hapı alması gereken, o Omega 3’ü yemesi gereken bir canlı değil. Öyle olsaydı bugünlere kadar gelemezdik. Değişik iklim şartlarında, açlıkta, susuzlukta yani çok zor şartlarda geliştiğimiz için vücutta buna karşı gerekli evrim mekanizmaları var.
Peki biz bu evrimsel süreçte edindiğimiz mekanizmaların devre dışı bırakılmasına neden olacak ne yapıyoruz?
Bütün gün binaya giriyoruz mesela, ne temiz hava görüyoruz ne güneş ne de hareket ediyoruz. Asansörden iniyoruz, arabaya biniyoruz. Arabadan iniyoruz, yürüyen merdivenle çıkıyoruz. Yapılması gereken doğal şeyler var. Bunları ucundan sağından solundan kırpıp pratiklik olsun diye “Şuradan bir paket açayım onu yiyeyim, kalkayım hemen buzdolabından alayım” dediğiniz ve bunu harcayamadığınız zaman problem oluyor. Vücut bunu ne yapacağını bilemiyor. Çünkü vücut, “Kıtlık olabilir fazla bir şey bulduysam ben bunu depo edeyim” diye düşünüyor. Biyolojik mekanizma binlerce yıldır böyle gelişmiş, çünkü bu daha önce başına gelmiş. Görünen o ki biz bugün o depoyu harcayamıyoruz ve problem oluyor.
Ne oluyor mesela?
Fazla kilo ve obezite nedeniyle bağışıklık sistemi doğru çalışamaz hâle geliyor. Bunun ne gibi kötü sonuçları olabileceğini yıl boyunca yakından takip ettik. Ama çok da vurgulanmadı, çok az kişi dile getirdi. “Maske, hijyen, mesafeye dikkat edin bu kadar” denildi. Şimdi görüyoruz ki diğer şeylere dikkat edilmediği zaman aşılar da insana bir yere kadar yardımcı oluyor. Aşılar, gençlerde ve çocuklarda harika çalışıyor çünkü onlar sıfır kilometre bağışıklık sistemine sahip oldukları için bu kötü şartlardan çok fazla etkilenmiyor. Ama yaş biraz ilerleyip bunlar körelmeye başladığı zaman bu kötü etkilerle beraber aşağı doğru gidiş hızlı bir şekilde oluyor.
‘MODERN HAYATTA HASTALIKLARI ÖNE ÇEKİYORUZ’
Kötü şartlar, “modern” hayatın kolaycılığıyla birleşince hastalıkları çağırmış mı oluyoruz o halde?
Bu modern hayatta, hastalıkları kendimiz öne çekiyoruz. Bir çok insan bunu sistematik bir şekilde yapınca sağlık sistemine başvurma ihtiyacı da o oranda artıyor ve bu da bir tıkanıklığa yol açıyor. Modern tıp da bu şekilde çalışmaya başladı. Problem bulunmuyor, problemin alarm düğmesi kapatılıyor. “Midem yandı” diyorsunuz “O zaman antiasit ilacı verelim” deniyor. Gerçek tedavi ağrı kesiciyle, antibiyotikle değil de sorunu tespit edecek ve çözecek önerileri getirmekle olur. Bunlar tabii ki gerekli olduğunda kullanılması gereken şeyler, bunu da karıştırmayalım. Bu ilaçların hepsi kötüdür diye bir şey söylemiyorum. Burada semptom tedavisinden bahsediyorum. Bir insan şikayetle gidiyor, siz o şikayeti baskılayacak bir tedavi veriyorsunuz. Bir hafta kullanıyor ve geçiyor. Acaba gerçekten geçiyor mu? Öte yandan bunu yapacak bir sağlık mekanizması da yok. Sağlık sisteminin sınırı belli. Doktorlarımız, sağlık çalışanlarımız çok zorluk yaşıyorlar. Her gün çok sayıda kişiye bakmak zorundalar ve çok kısıtlı bir sürede muayeneleri yapmaları, tedavileri vermeleri lazım. Dolayısıyla bu bir sistem sorunu haline gelmiş durumda.
Sistemlerin doğru çalışması için neler yapılmalı?
İnsanların kendine dikkat etmeleri sadece Covid açısından değil, her tür metabolik bulaşıcı hastalık konusunda faydalı olacaktır. Sağlıklı yaşamak, hareket etmek, güneş görmek, nefes almak bunlar bütün memeli hayvanların bir parçası. Bunları devam ettirirsek bizim fizyolojik, biyolojik fonksiyonlarımız daha verimli çalışıyor. “Güneş girmeyen eve doktor girer”, “Nerede hareket orada bereket” gibi atasözleri, sabah kalkıp aklıma geldi şeklinde oluşmamıştır. Belirli deneyimlerin, binlerce yıllık gözlemlerin sonucudur.