Büyü bozulmadan önceki son tanık: Hayriye Ülker
Ömrünü madene vermiş 84 yaşındaki Hayriye Ülker, Soma’yı anlattı. Madencilerin değer gördüğü zamanlardan bahsederek “İşçi aileleri hiçbir zaman sahipsiz bırakılmadı” dedi.
Özgür Duygu Durgun
DUVAR - Salon hınca hınç dolu. İşçisi, memuru, mühendisi aynı sıralarda oturmuş şarkıya eşlik ediyor. Sahnede klasik Türk müziğinin usta seslerinden biri var. “Bağdat Gecelerinde Bir Aşk Macerası” revüsüyle dönemin İstanbul gazinolarını alt üst eden ünlü yorumcu Mualla Gökçay. Çocuklar sahne kenarından ayrılamıyor, hepsinin gözleri sahnede şarkı söyleyen güzel sesli kadına kilitli. Sahnenin kurulduğu yer ise Soma Garp Linyitleri İşletmesi'nin bulunduğu Maden Dağı.
Sadece Mualla Gökçay değil, dönemin pek çok ünlü sevilen yorumcusu konserler veriyor o yıllarda Maden Dağı’nda. Futbol maçlarından tutun da tiyatro kumpanyalarından temsillere madendeki karanlık hayata renk katan pek çok sosyal etkinliğin düzenlediği yıllar… Garp Linyitleri İşletmesi, maden havzasında yaşayan maden işçileri, memurlar, mühendisler ve aileleri için her türlü ihtiyacı düşünmüş. Çocuklar eğitim alıyor, aileler mutlu mesut… Ve bütün bunlar 1950'lerin Türkiyesi'nde geçiyor.
MADEN İŞLETMECİSİ GAZETE SAHİBİ
Hayriye Ülker, o yıllarda Maden Dağı'nda kurulan o sahnenin kıyısında gözlerini o çok güzel şarkılar söyleyen kadından ayıramayan küçük bir kız çocuğu henüz. 1938 doğumlu Ülker, bir madenci çocuğu. Gözünü açtığından emekli olana dek Garp Linyitleri İşletmeleri'nde ter döken binlerce emekçiden biri. Babası Rüstem Ülker, mesleğe Balya Madeni'nde işçi olarak başlayıp zaman içinde ustabaşılığa terfi etmiş bir işçi. Sadece Rüstem değil, ailenin tüm erkekleri maden işçisi.
Kömür Soma’da 1913 yılında Darkale’li Osman Ağa tarafından bulunmuş. Aynı yıl Akhisarlı Ragıp ve Çimeris Beyler tarafından işletmeye açılan kömür ocakları, 1914-1918 yılları arasında ordunun ihtiyaçlarını karşılamış. Mondros Mütarekesi’nden sonra Fransızlar tarafından 1918-1922 yılları arasında işletilen ocaklar, 1922 yılından 1939 yılına kadar Fail Sabri, Nuri Aziz ve Yunus Nadi tarafından işletilmiş.
Dönemin Muğla mebusu, Cumhuriyet Gazetesi sahibi ve başyazarı Yunus Nadi'nin madencilik sektöründe ne işi mi var? Tan Gazetesi’nin başyazarı Ahmet Emin Yalman'a göre, madencilik Yunus Nadi'nin “petrol ve buğday işleri” gibi çevirdiği “dolaplarından” biri yalnızca. Dönemin gazetelerine yansıyan iddialara göre Yunus Nadi, devlete yılda 60 bin ton kömür çıkarmayı vaat ettiği Soma madeninden hem haksız kazanç elde etmiş hem de doğru dürüst işletemediği madeni Etibank'a satarak mevcut servetini ikiye katlamış. İddialar öyle bir hal almış ki, Yunus Nadi ile yaptığı anlaşma gereği maden gelirinin yüzde 15'ini alması gereken maden mühendisi Macit Somer, Nadi'ye 100 bin liralık alacak davası açmış. Davanın nasıl sonuçlandığına dair herhangi bir belge bulunamamış olsa da dönemin gazetelerinden Yunus Nadi'nin Soma'daki madeni, 1939 yılında 400 bin lira karşılığında Etibank'a sattığı anlaşılıyor.
BÜYÜ BOZULUYOR
Garp Linyitleri İşletmesi ise Türkiye'de devlet eliyle yapılan linyit işletmeciliğinin ilk örneklerinden biri. 1938 tarihinde Etibank´a bağlı olarak kurulan Değirmisaz işletmesinin ardından 1939 tarihinde Tunçbilek İşletmesi de Etibank'a geçiyor. Soma maden ocağı ise işletmenin o yıllardaki sahibi olan Yunus Nadi'den devir alınarak faaliyete geçiyor.
Değirmisaz, Soma ve Tunçbilek işletmeleri 1940'da birleştiriliyor ve Etibank’a bağlı Mahdut Mes’uliyetli Garp Linyitleri İşletmesi Müessesesi kuruluyor. Bu yapı 1957 tarihinden itibaren 6974 sayılı kanunla kurulan Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) içinde yer alıyor. Değirmisaz Linyit İşletmesi 1966 yılında rezervi tükenerek kapatılıyor. Soma bölgesi, 1978 yılında kurulan Ege Linyitleri İşletmesi (ELİ) Müessesesine’ne devrediliyor. 1995 yılında TKİ bünyesindeki tüm müesseseler, bölge müdürlüğü statüsüne, 2002’den itibaren de işletme müdürlüğü statüsüne geçiliyor. Ancak 2000’li yıllarla birlikte hızlandırılan özelleştirmeler kapsamında Soma dahil TKİ’nin elindeki kimi sahalar atıl saha olarak tanımlandığı için özel sektöre devrediliyor veya rödovans karşılığı özel kuruluşlara işlettiriliyor. Ve büyü bozuluyor…
‘MADEN BİZİM CENNETİMİZDİ’
Ekmeğini madenden kazanmış on binlerce maden emekçisinden biri olan Hayriye Ülker, büyü bozulmadan önce madendeki hayata tanıklık edenlerden biri. Garp Linyitleri İşletmeleri maden sahasında 2,5 yaşında iken başladığı yolculuğunu, emekli olana dek aynı sahada yaşayarak ve çalışarak sürdürmüş. Bugün 84 yaşında olan Ülker, ömrünün yarım asırdan fazlasını madene vermiş. Madene dair hatırladığı ilk anıyla o uzaktaki geçmişi getirip önümüze tüm canlılığıyla koyuyor: “Galiba 4-5 yaşlarındaydım. Engelli bir kardeşim vardı. Küçük yaşta vefat etti. Kardeşimin cenazesi kaldırılıyor. Maden çok kalabalık, herkes gelmiş. Cenazede şeker dağıtıyorlar ve ben o şekerin peşinde koşturuyorum. Olan bitenin farkında değilim. Ne yaparsın çocukluk işte.”
Madende sadece işçilerin değil, işçilerle birlikte ailelerin de yaşadığını anlatan Ülker “Benim çocukluğum, genç kızlığım hep madende geçti. Evlendim, eşim dışarıda çalıştığı için yine madende ailemin yanındaydım. Emekli oldum yine madendeydim.” Ülker, madenden bahsederken “cennet” tanımını kullanıyor: “Anlatsam da bugün anlaşılması mümkün değil. Öyle bir birlik, beraberlik duygusu içindeydik. Evlerimiz bitişikti. Beyler sabah vardiyaya, hanımlar birbirine kahveye gider. Öğle vaktine dek yemekler yapılır, evin beyleri madenden gelip yemek yer sonra yine iş başı. Baş çavuşlar iş bölümü yapmıştır, herkes nereye gideceğini bilir madende. Öyle tepende dikilip çalış diye bağıran kimse olmaz. İşçiler, pavyon dediğimiz evlerde kalırdı. Mükellef zamanını da yaşadık. Mahkum zamanını da. Mahkumlar geldi, onlar da madende çalıştı. Hiç bir olay çıkmadı.”
MADENDE İLK İŞÇİ SENDİKASI
Hayriye Ülker'in anlattığı mükellefler, 1940 yılında çıkarılan mükellefiyet kanunu kapsamında zorunlu çalışanları ifade ediyor. 28 Şubat 1940´ta çıkarılan Milli Koruma Kanunu ile İkinci Dünya Savaşı´nın yol açtığı ekonomik sıkıntıların önüne geçilmesi için çıkarılan mükellefiyet kapsamında köylerde işi olmayan erkekler, muhtarlar vasıtasıyla mükellef memurlarına bildirilirdi. Mükellef memurları gözetiminde maden ocaklarına yollananlar arasında kaçma teşebbüsünde bulunan olursa askerler tarafından yakalandıklarında hemen kömür ocaklarına gönderilirdi. Kısacası, zorunlu bir mahkumiyet gibiymiş mükellef olmak o yıllarda.
Hayriye Ülker ve ailesinin madende yaşadığı dönemde çok sayıda mükellef ve mahkum bu ocaklarda çalışmış. Ancak her türlü zor koşula rağmen, madende çalışma huzurunun ve barışının bozulmadığını anlatıyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri de dönemin İşletme Müdürü Nadir Hakkı Önen.
İstanbullu bir aileye mensup olan Önen, İsviçre'de maden mühendisliği eğitimi almış. 1924'te Zonguldak'ta açılan Yüksek Maden Mühendisliği Mektebi- Ali'sinde hocalık yapmış. Garp Linyitleri İşletmesi'nin kurulmasıyla Soma'ya işletme müdürü olarak gönderilmiş. İşçi dostu olarak tanınan Önen'in yönetiminde işçi sağlığı uygulamalarına büyük önem verilmiş. Kamyonların kömür taşıdığı virajlı dağ yollarında kaza olmaması için bugün hala kullanılan iç bükey ve dış bükey ayna sistemi ilk kez Soma'da uygulanmış. Sendika kanunundan sonra Soma'da ilk işçi sendikası, Önen'in işletmesinde kurulmuş. Maden sahası içerisine okul da inşa ettiren Öner, işçilerin çocuklarını okuttuğu gibi, öğretmenlerin maaşlarını da kendi cebinden verirmiş.
‘DOKTOR AYAĞIMIZA GELİRDİ’
“Madendeki ilkokulun yanındaki sinema salonunda cumartesi günleri bütün okul film izlerdi” diye anlatıyor Hayriye Ülker: “Sadece eğitim değil, bütün ihtiyaçlarımız karşılanırdı. Dispanserimiz, doktorumuz, ambulansımız vardı. Herhangi bir sağlık sorunumuz olduğunda doktor ayağımıza gelirdi.”
Maaşların yeterli olduğu, geçim sıkıntısı yaşamadıklarını söylüyor: “Ama ocakta çalışanların maaşı biraz daha fazlaydı. Ocaktakiler kayrılırdı çünkü işleri zordu. Onlar için çıkan ekmekler bile daha büyüktü. İşçiler ocaktan çıkınca duş alır, tertemiz giyinip evlerine öyle giderlerdi. Her ay her aileye beş kilo şeker, yağ, makarna, pirinçten oluşan erzak verilirdi. Ailede madende çalışan iki kişi varsa iki ayrı erzak verilirdi. O kadar yağı ne yapacağımızı bilemezdik. Kömürümüz, odunumuz kamyonla gelirdi hatta emekli olduktan sonra bile odun kömüre para vermedim. Yaz tatillerinde ise kamp yerlerimiz olurdu. Soma'ya yakın Dikili, Kabakum, Bademli gibi sayfiye yerlerinde aileleri devre mülk usulü kampa yollardı işletmemiz. Çarşamba günleri madende yaşayan ailelere araba verilirdi, Soma pazarına giderdik. Pazara gidilmediğinde ise ayakçıya siparişlerimizi verirdik, ayakçı ne lazımsa eve kadar getirirdi.”
‘İŞÇİ AİLELERİ HİÇBİR ZAMAN SAHİPSİZ BIRAKILMADI’
Tarih boyunca dünyanın her yerinde en fazla ölümlü iş kazaları listesinin başında olan madencilik sektöründe hayat ocak altında zaten zor şartlarda yaşandığı için sosyal bakımdan da işçiyi gözeten, hoş tutan bir anlayış olduğundan söz ediyor Hayriye Ülker. İşçilerin toprak altında saatlerce kürek salladıkları madende yaşamak zor olmasına zor ama o dünyayı yaşayan ve bilenler için nostaljik de aynı zamanda.
Hiç mi kötü bir anı yok, tek bir kaza bile mi olmadı peki madende? Yaşanan bir kazayı anlatıyor Hayriye Ülker: “Sadece bir kaza oldu, onu da hayal meyal hatırlıyorum, 14 yaşlarındaydım. 1950'lerin başı olmalı. Sanıyorum 50 işçinin vefat ettiği söylendi o zaman ancak benzer büyüklükte bir kaza o madende bir daha yaşanmadı.” Babam iki kompresör makinesi kurmuştu. Afacan ve Efecan diye isim vermişti makinelere. Evden kompresörlerin sesini dinlerdi herhangi bir sorun olur da anında müdahale etmek gerekir diye. Öyle titiz bir ustabaşıydı. Cebinden birkaç mühendisi çıkarırdı.”
Fakat babası Rüstem'i de bir kazada yitiriyor. Annesi dul, kendisi babasız kalınca işletme sahip çıkıyor aileye. Annesine iş veriliyor. Küçük Hayriye ise okumaya devam ediyor. “İşçi aileleri hiç bir zaman sahipsiz bırakılmadı” diyen Ülker, ilkokulu madende okuduğunu ve çok iyi eğitim aldıklarını dile getiriyor.
‘KOOPERATİFTE HER ŞEY SATILIRDI’
Hayriye Ülker de yıllar sonra tıpkı annesi gibi madende çalışmaya başlıyor. Galimko adı verilen kooperatifin hem satış elemanı hem muhasebecisi oluyor. Kooperatifte satılan ürün çeşitlerini aktararak devam ediyor: “Kooperatifimizde tencereden makyaj malzemesine, sucuktan yağı pirinci şekerine, ev eşyasından çeyizliğe aklına gelen her şey satılırdı. Galimko'da biz iki kadın çalışırdık. Çoğunlukla mal almaya ben tek başıma giderdim İzmir'e. 50 milyon nakit para veriyorlardı bana, otobüse binip gidiyordum. Satın alınacak ürünler belliydi zaten. Çocuk reyonundan kıyafet mi alınacak, girerdim seçer alırdım. Soma'ya gelince bir de o ürünleri fiyatlardım. Kooperatifin bütün muhasebesini madende çalışan yöneticiler yapardı. İşletme ayrıca her işçiye 1 milyon 200 binlik fiş verirdi. İşçi dilerse giysi dilerse gıda alışverişini yapardı. Anlaşmayı bizim kooperatifimizle yaparlardı. Kilometrelerce kuyruk olurdu madendeki satış mağazamızın önünde. Yazar kasa mı var o günlerde? Her şeyi elle yapardık. Kasada bir tek kuruş kayıp olsa gözümüze uyku girmezdi.”
‘ÖZELLEŞTİRME GELDİ, BERABERLİK BOZULDU’
Mühendisler, işçiler ve memurlar arasında bir ayrım var mıydı? Ülker’in cevabı “hayır” oluyor ve ekliyor: “Mühendisi de işçisi de memuru da aynı yerde yaşadık biz. Koskoca bir aile düşün. En ufak bir kötü gözle bakmak asla olmadı. Kimse evinin kapısını kilitlemezdi. Mahkûmlar geldiği zamanda bile kötü bir olay olmadı. Kız çocuklarının okumasına önem verilirdi. Hatta madendeki bir mühendis, beni ve birkaç işçinin kız çocuklarını akşam sanat okuluna yazdırdı. Böyle bir birlik ve dayanışma vardı aramızda. Bekâr olan çok sayıda kadın memur arkadaşımız vardı sonra. Misafirhanede kalırlardı. Ben alır evimde misafir ederdim çoğunu. Diyorum ya bugünden bakınca anlattıklarımı anlaman zor. Gerçek miydi? Evet, hepsi gerçekti. Sosyal haklarıyla, birlik beraberlik duygusuyla bambaşka bir dünyaydı maden. Ne zaman özelleştirme gündeme geldi, bu dünya da bozuldu. Her şey bitti, tükendi, dayanışma kalmadı. Ben o dönem emekli olmuştum. Pek çok arkadaşım da emekliye ayrılmıştı. Ama bazılarımızın çocukları madende çalışmaya devam etti. Ne var ki, onlara bıraktığımız dünya artık eski dünya olamadı bir daha.”