Büyük Madenci Yürüyüşü: Şemsi Denizer’in hayatı Türkiye işçi sınıfı sendikacılığının bir özeti gibi
Akın Bakioğlu'nun kaleme aldığı 'Büyük Madenci Yürüyüşü', İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Bakioğlu ile sendikacılık üzerine konuştuk.
DUVAR - Akın Bakioğlu, Türkiye işçi sınıfı hareketinin tarihindeki şüphesiz en büyük olaylardan biri olan 1991 madenci grevini ve Ankara’ya doğru çıkılan uzun yürüyüşü anlatıyor. Büyük Madenci Yürüyüşü, trajik bir cephesi de olan bu büyük direnişi, işçi sınıfının kendini inşa etme deneyiminin kurucu bir anı olarak resmediyor.
"Öncelikle günümüz işçi sınıfı örgütlenmeleri 80’ sonrası yapıdan oldukça farklı. Örgütlülük modellerinde ciddi değişimler yaşandı. Sendikal mücadelenin giderek parçalandığını ve işyeri özeline sıkıştığını görmekteyiz" diyen Bakioğlu işçi sınıfının geçmişten bugüne mücadelesini konuştuk.
Emek mücadelesi tarihi açısından baktığımızda Büyük Madenci Yürüyüşü’nün işçi sınıfı üzerindeki etkileri ve eylemin yarattığı atmosfere dair neler söylersiniz?
Büyük Madenci Yürüyüşü 80’lerin sonlarında başlayan, işçi sınıfı ve sendikal mücadelesindeki değişimin son dalgalarından biridir. Sadece Türkiye’de değil dünyada da benzer grevleri görmek mümkün. Kapitalizmin Türkiye’deki seyri açısından Zonguldak maden işçilerinin sergiledikleri direniş hem kazanımlarıyla hem kaybedişleriyle önemli bir yerdedir. Dünya ölçeğinden bakıldığında Sovyetlerin dağılış sürecinde olduğu, enerji politikalarının değiştiği, küresel ticaretin hızlanmaya başladığı bir döneme denk gelmektedir. Yerelde ise 80’ darbesinin ücretli emek üzerindeki baskısının görece devam ettiği ve Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) satılma söylemlerinin olduğu günlerde yapılmıştır Zonguldak Madenci Grevi. 89’ Bahar eylemleri çerçevesinden bakıldığında kamu işçilerinin neoliberal politikalara karşı koymasıdır aynı zamanda da. Bu nedenlerle Türkiye’de ve dünyada çok büyük ilgi görmüştür. Sanatçılardan siyasetçilere kadar herkes Zonguldak’a gelerek greve destek vermiştir. Ek olarak, önce 1991 genel seçimlerinde sonra 92’ yerel seçimlerde Anavatan Partisindeki ciddi oy düşüşlerinde, grev sırasında partinin takındığı olumsuz tavrın etkisi büyüktür.
Büyük Madenci Yürüyüşü tek başına bir olay olarak değil 80’ sonrası kamu işçilerinin çoğunun özelleştirme ve neoliberal politikalara karşı koyuşunun en üst noktası olarak okunmalıdır. Her ne kadar kamu işçileri bu eylemler sonrasında ücret artışları elde etse de sendikal hakları ve diğer özlük haklarında önemli kaybedişler de yaşamışlardır. Sendikaların bir bütün olarak değil de işkolu özelindeki örgütlü yapıları bu kaybedişlerde etkili olmuştur. Günümüzde de böyle bir görünüm vardır maalesef.
'SINIF MÜCADELELERİ SİYASETİN EN ÖNEMLİ BELİRLEYENİDİR'
Türkiye’de siyasi tarih ile emek tarihi arasındaki makas her daim keskin olmuştur. Sizce bunun sebebi nedir?
Sınıf mücadeleleri siyasetin en önemli belirleyenidir. Özellikle 80’li yıllarda işçi sınıfının yok olduğu ve artık sınıf çatışmasının toplumsal değişimi açıklayamadığını öne süren tezlerin karşısında yaşanan tüm gelişmeler bunun aksini bizlere gösterdi. Günümüzde gerek ulusal anlamda gerekse de ulusal anlamdaki siyasi kırılmaların arkasında sınıf mücadelelerinin seyri vardır. Bahar Eylemleri dönemi dünyadaki siyasi iklimin de ciddi değişime uğradığı tek kutuplu bir dünyaya evrildiği bir dönemdir. Bu yüzden siyaset ve emek hareketleri birbirinden ayrı okunamaz.
Kitabınızda öne çıkan meselelerin başında sözlü tarihin yoğun işlenişi yer alıyor. Sözlü tarih ile yazılı tarih arasında nasıl farklar var? Saha çalışmasında nelerle karşılaştınız?
Teorik olarak işçi sınıfının ne olduğu, üyelerinin gündelik hayattaki pratiklerini nasıl anlamlardıklarıyla doğrudan ilişkilidir. Bu dışarıdan bir bakışla kavranamayacak kadar karmaşık ilişkiler anlamına gelmektedir. Bu nedenle öznesini dinleyen ve anlamlandıran çalışmalar masa başındaki çalışmalardan daha fazla söz söyleyebilir. Sözlü tarih çalışmaları doğası gereği yazılı tarihsel belgelere ek olarak yapılır. Birbirinin karşıtı değil birbirini destekleyen çalışmalardır. Kitaptaa hem vakanüvistik tarihe hem de işçilerin anlatılarına yer vermeye çalıştım. Tarihi yaşayarak yazanların anlam dünyalarını sosyolojik açıdan daha kıymetli görmekteyim. Bu nedenle Zonguldak Kömür Havzası tarihini işçi sınıfı hareketlerine göre yeniden ele alarak beş dönemde inceledim ve işçilerin çalışma ve gündelik hayat deneyimlerini bu tarihin içerisinde ele aldım. Bu nedenle kitap gün gün grevi anlatmıyor. İşçilerin gündelik yaşamına ve çalışma hayatına odaklanarak greve giden süreci bir bütün olarak kavramaya çalışıyor. Her ne kadar kitabın başlığı Büyük Madenci Yürüyüşü olsa da çalışmada sadece bu olaya odaklanmıyor işçi sınıfının çalışma ve gündelik hayatının bir sonucu olarak bu yürüyüşü ele almaya dikkat ediyorum.
Saha çalışması sırasında pek çok madenci köyünü ziyaret etme şansı da buldum. Çalışma dışında işçilerle derinlemesine tartışmalara da girdiğimiz oldu. Zonguldak Kömür Havzası’nda nereye gitseniz grevle ilgili anısı olan birisine rastlamanız tesadüf değildir. Ben de madenci bir aileden geldiğim için samimi görüşmeler gerçekleştirdim. Saha araştırması sırasında en şaşırtıcı görüşmelerden birisi madencilik faaliyetini “Yüzüklerin Efendisi” eserindeki Entler ve Orklar arasındaki savaşa benzeten katılımcıyla yaptığım mülakattır. Doğa sömürüsü ve kapitalizm daha iyi ifade edilemezdi açıkçası.
GMİS, Büyük Madenci Yürüyüşü’nün önemli bir yürütücüsüydü. Burada Şemsi Denizer’in adını anmak gerek. Eylemle birlikte kamuoyunun da tanıdığı bir başkan oldu Denizer. Aynı zamanda eylemin de kaderini değiştirdi. Bu süreci nasıl yorumluyorsunuz?
Şemsi Denizer’in hayatı Türkiye işçi sınıfı sendikacılığının bir özeti gibi. Grev öncesindeki ve sonrasındaki katkıları da göz ardı edilemez ancak kısa sürede geçirdiği değişim çok önemlidir. Grevin ilk günlerinde Denizer yaptığı bir konuşmada “Maden işçisi işçi sınıfının öncü gücüdür. Ocakları kapatırız düşüncesinde olanların başına 1,5 milyon Zonguldaklı ile Türk işçisi ile Türkiye’yi başlarına geçiririz” derken grevden sonra maden işçileri için “Kendi çıkarlarını göremiyorlar, onun için de açlıktan kurtulamıyorlar, bu sendikanın yönetimi olmasaydı aç kalırlardı” diyecek kadar ciddi bir değişim geçirmiştir. Sendikal önderliğin önemini yadsımamakla birlikte grev sırasında Türkiye Taşkömürü Kurumun’nda yaklaşık kırk bin işçinin çalışıldığı da unutulmamalıdır. İşçilerin hepsi sendikalıdır. Ancak grevi örgütleyen ve en az sendika kadar değerli olan bir diğer bileşen ise işçi komiteleridir. İşçi komiteleri grev öncesinde kendi çalıştıkları işletmelerde örgütlenmiş, önceleri işçilerin pratik kazanımları için mücadele vermişlerdir. Hatta yer yer sendikanın bazı kararlarına karşı çıkarak denetleme görevini de yerine getirmişlerdir. Büyük Madenci Yürüyüşü sırasında en dikkat çekici şey ise düzendir. Fotoğraflara baktığınızda işçilerin neredeyse askeri düzenle yürüdüklerini görürsünüz. Bu düzenin sağlanmasınsa ve sendika yönetimi ile işçiler arasındaki iletişimin sağlanmasında işyeri komitelerinin işlevi çok önemlidir. Ancak grev sonrasında Denizer ile komitelerin de arasının açıldığını ve bilinen komite üyelerinin iş yerlerinin değiştirildiğini sonraları da emekli edildiklerini görüyoruz. Denizer’in bütün bu olumsuz düzenlemelere karşı direnmediğini biliyoruz.
'GÜNÜMÜZ İŞÇİ SINIFI ÖRGÜTLENMELERİ 80' SONRASI YAPIDAN FARKLI'
Günümüze gelirsek, işçi eylemleri ve emek mücadelesi had safhaya çıktı. Bugünü, geçmişle karşılaştırdığımızda ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?
Öncelikle günümüz işçi sınıfı örgütlenmeleri 80’ sonrası yapıdan oldukça farklı. Örgütlülük modellerinde ciddi değişimler yaşandı. Sendikal mücadelenin giderek parçalandığını ve işyeri özeline sıkıştığını görmekteyiz.
Bütün bu olumsuz tabloya karşın son yıllarda TEKEL işçilerinin göstermiş olduğu, devam eden yıllarda ise metal sektöründe çalışanların şimdilerde ise nakliye işçilerinin yoğunluklu olarak göstermiş oldukları eylemler umut vermektedir. Her ne kadar ulusal gündeme çok fazla yansımasa da Emek Çalışma Topluluğu’nun 2019 ve 2020 yıllarındaki raporlarına göre üç yüz yirmi beş bin işçi genel eylem vakalarına katılım göstermiştir. Yakın zamanda dünyanın çeşitli yerlerinde göçmen ve mülteci işçilerin de haklarını aramak için örgütlenmesi ve emek mücadelesine girişmesi de şaşırtıcı olmayacaktır. Sınıf mücadelesi de her şey gibi değişime uğramak zorunda. Eskisi gibi görünmeyen örgütlenme biçimleri işçi sınıfının değiştirici, dönüştürücü gücünün yok olduğunu düşündürebilir ancak değişim sınıfların karşılıklı mücadelesi sonucunda şekillenmiştir, gelecekte de bu böyle olacaktır.
Günümüz Türkiyesi’nde siyasal örgütlenme ile işçi örgütlenmesi arasındaki ilişkide eksikler nelerdir?
Bunu eksiklik olarak tanımlamayı doğru bulmuyorum. Sınıf mücadeleleri içerisinde bulundukları şartlara göre şekillenirler. Diyalektik bir yaklaşımla gelecek ne sadece sınıf hareketlerine indirgenebilir ne de yapısal şartların doğrudan işaret ettiği yönde aranabilir. Bu çatışmanın karşılıklı sonuçlarının işaret ettiği eksende şekillenir. İşçi sınıfı dünyada bir bütün olmasına rağmen birbirinden çok farklı görünümleri de olabilir. Çelişkili görünen bu durum hayatın ta kendisidir. Günümüzde bunları sınıf içi farklılıklar ve sınıf kültürü kavramlarıyla anlamlandırmaya çalışıyoruz.
En geniş anlamıyla örgüt birbiriyle benzer gruplarlar oluşturanların sosyal yapılar, normlar ve gündelik hayatla kurdukları ilişki içerisinde anlamlanır. Küreselleşmenin ve tek kutuplu bir dünyanın örgütler üzerindeki etkilerini yaşayarak deneyimledik. Önümüzdeki süreçte dijitalleşen dünyanın etkilerini de hızlı bir şekilde deneyimleyeceğimizi düşünüyorum. Covid Pandemisi sonrası çalışma hayatının gündelik hayatla nasıl iç içe geçtiği daha görünür hale geldi örneğin. Amerika’da çalışanların ciddi bir kısmı, var olan işlerini bırakarak yeni işlere girmeye ve özlük haklarıyla ilgili taleplerini sanal örgütlenme yollarıyla aramaya başladılar. Aynı şekilde Türkiye’de çoğunluğu nakliye işçisi olan ve neredeyse tamamı güvencesiz çalışma koşullarına sahip emekçilerin hareketleri de önemli gelişmelerdir. En basit anlamda kendilerini bir grup haklarını almak için mücadeleye girdikleri diğerlerini karşıt bir grup olarak görüp hak mücadelesi vermek de işçi örgütlenmesine içkindir. Ancak sınıf hareketlerinde en dikkat çekici taraf eylemlerin iş yeri temelinde sıkışması gibi görünüyor. İş yeri ve kısa süreli kazanımlar eylemliliklerin temel belirleyenleri olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin günümüzdeki eylemlere istenen ücret özelinde baktığımızda talep edilen ücretlerin yoksulluk sınırının altında olması dikkat çekicidir. Küresel kapitalizmin baskı ortamı buradan bile okunabilir. Taleplerin ihtiyaçlardan daha çok haklara doğru gelmesi kazanımları arttıracaktır.
'SERVET DAĞILIMINDAKİ EŞİTSİZLİK GİDEREK DERİNLEŞİYOR'
Emek mücadelesinin değişen dünyayla birlikte geleceği noktaya dair öngörüleriniz nelerdir?
Dünyada servet dağılımındaki eşitsizlik giderek derinleşiyor. Covid Pandemisi sonrası bu durum daha da ivme kazandı. Zenginler daha çok zenginleşirken fakirler daha çok fakirleşti. Aşıların, ilaçların, maskelerin, çalışmama lüksünün, çalışma zorunluluğunun ne anlama geldiğini hepimiz yaşayarak deneyimledik. Demin de söylediğim gibi hayat karmaşık ve çelişkili ilişkilerden oluşur. Ancak bazen bu ilişkiler hiç olmadığı kadar açık bir şekilde görünür hale gelirler. İçinden geçtiğimiz süreç de böyle, pek çok şeyin daha açık bir şekilde görünür olduğu bir süreç.
Sınırlarımızda ve özellikle Yemen'de 10 yılı aşkın savaşlar sürüyor. Bütün bu olumsuz tabloya karşın ABD’deki “black lives matter” eylemleri, Avrupa’nın farklı kentlerinde kolonyal döneme ait figürlere karşı yapılan eylemler, Güney Amerika’daki öğrenci hareketleri, Fransa, Lübnan, Finlandiya, Sudan gibi ülkelerde zamlar, yoksulluk, adaletsizlik gibi çeşitli nedenlerle yapılan eylemler hemen akla gelenlerden. Buna ek olarak ikinci dünya savaşı sonrası en büyük zorunlu göç hareketlerinin daha büyüğünün geçtiğimiz on yılda yaşandığını görmekteyiz. Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde dünyanın büyük bir değişim süreci içerisinde olduğunu görmekteyiz. Sözgelimi Marsa değerli maden çıkarmak için giden şirketlerle Demokratik Kongo Cumhuriyeti madenlerinde çalışan köle işçiler aynı dünyada yaşıyor. Günde 18 saat çalışmak zorunda olan çocukların üzerinden Dünya atmosferinde birkaç gün geçirmek için geziye çıkan uzay turistlerinin roketi geçebiliyor. Bu çelişkilerin daha da derinleştiği ve geleceğin sınıf mücadelesi ekseninde belirleneceği bir dünya öngörmek zor değil.
'AFGANİSTAN'DAN GELEN MÜLTECİLER ÜZERİNE ÇALIŞIYORUM'
Okurlarınızı bekleyen yeni çalışmalarınız nelerdir?
Bu aralar Afganistan’dan gelen mülteciler üzerine bir çalışmaya başladım. Mülteciler ülkemizde gerek güvencesiz çalışma koşulları gerekse de artan yabancı düşmanlığından olumsuz anlamda en çok etkilenen grubu oluşturuyor. Dünyadaki eşitsiz servet dağılımının bir sonucu olarak zorunlu göç günümüzün en önemli problemlerinden. Bildiğiniz gibi Türkiye, dünyada en çok mültecinin olduğu ülke ve işleyen bir göç politikası halen yok. Bu durum sosyal politika ve sosyolojinin ilgi alanları arasında.