Büyük teknoloji devleri yapay zekâ konusunda dizginlenmeli

Sosyal medya şirketlerinin kullandığı algoritmalar, aşırılıkçılığın ve toplumsal karmaşanın yayılmasına yol açıyor.

Google Haberlere Abone ol

Devdatt Dubhashi & Şalom Lappin

Yapay zekâ araştırmacısı olan Stuart Russell, üçüncü bölümü yayınlanan ‘2021 Reith’ adlı çevrimiçi dersinde, yakın gelecekte insanlık açısından varoluşsal bir tehdit haline gelebilecek kadar acımasızca zeki bir yapay zekâ fikrini değerlendiriyor. O, ellerimizle yarattığımız ve hepimizi yok edebilecek bir makine.

Bu, uzun zamandır araştırmacılar ve basın tarafından rağbet gören bir konu. Ne var ki, teknolojinin şu anki durumunu hesaba kattığımızda, yapay zekâdan kaynaklanacak varoluşsal bir tehdidin hem muhtemel hem de her halükârda çok uzak olduğuna inanıyoruz. Bununla beraber, son yıllarda güçlü ama çok daha küçük ölçekteki yapay zekâ sistemlerinin geliştirilmesi dünya üzerinde hâlihazırda önemli bir etki yaratıyor ve var olan yapay zekânın kullanımı ciddi ekonomik ve sosyal zorluklara yol açıyor. Bu zorluklar uzağımızda değil; acil ve üzerinde düşünülmesi gerek.

YAPAY ZEKÂ SİSTEMLERİ AYRIMCILIĞI KÖRÜKLÜYOR

Bu zorluklar arasında, otomasyonla bağlantılı geniş çaplı işsizlik, eşlik eden siyasi ve sosyal sarsıntılarla birlikte kişisel verilerin ticari ve politik manipülasyon amacıyla kullanılması ihtimalleri yer alıyor. İyi bildiğimiz sorunlardan biri, bir işe aday olan kişinin seçimini, kredibilitesini ve diğer kritik kararları veren yapay zekâ programlarının kullandığı veri kümelerine etnik ve cinsiyet bazlı ayrımcılığın dahil edilmesi.

Öte yandan, karşımızdaki en acil tehlike, yapay zekâ verilerinin analiz ve üretiminin sosyal medyada dezenformasyon ve aşırılıkçı fikirlerin yayılmasında oynadığı rol. Bu teknoloji, botlara ve amplifikasyon (içerik çoğaltıcı ve yayıcı) algoritmalarına güç verir. Bunlar birçok ülkede yerel çatışmaların körüklenmesinde doğrudan rol oynuyor. Irkçılığın, komplo teorilerinin, siyasal aşırılığın ve birçok şiddet içeren, akla-mantığa aykırı hareketin güç kazanmasına yardımcı oluyorlar.

Bunun gibi hareketler, dünya genelinde demokrasinin temelleri için bir tehdit teşkil ediyor. Yapay zekâ güdümlü sosyal medya, ocak ayında, ABD’nin başkentinde gerçekleşen ayaklanmayı harekete geçirmede etkin bir rol oynadı ve küresel salgınla birlikte aşı karşıtı hareketi de teşvik etti.

Bütün bu olayların geri planında, bağlantılı veri işleme teknolojisini geliştiren ve bu teknolojinin kullanıldığı sosyal medya platformlarına ev sahipliği yapan büyük teknoloji şirketlerinin sahip olduğu güç yatıyor. Engin kişisel veri rezervleriyle, aşırılık yanlısı yayınlar ve siteler için hedef kitleleri saptamak amacıyla karmaşık hedefleme yöntemleri kullanıyorlar. Reklam gelirlerini arttırmak için bu içeriği teşvik ediyor ve böylece bu tür yıkıcı eğilimlerin büyümesine aktif biçimde yardım ediyorlar.

DEVASA ŞİRKETLER DEVASA GÜÇ DEMEK

Onlar, sosyal medya piyasası ve birtakım başka dijital hizmet üzerinde neredeyse tekel kontrolüne sahipler. Meta adlı şirket, Facebook, Instagram, WhatsApp ve YouTube’u kontrol eden Google’a sahip olması nedeniyle sosyal medya alanının büyük bir kesimine egemen durumda. Bu güç yoğunlaşması, yalnızca birkaç tane şirkete siyasi alanda kararlar verme hususunda geniş kapsamlı bir etki sağlıyor.

Dijital hizmetlerin kamusal alanda taşıdığı önem göz önünde bulundurulduğunda, büyük teknoloji devlerinin ekonominin diğer alanlarındaki piyasaları kontrol eden şirketler için geçerli olanlarla aynı düzenlemelere tabi olmasını beklemek mantıklı olabilir. İşin gerçeğiyse, bu çoğu zaman böyle olmaz.

Sosyal medya ajansları, antitröst yönetmelikleri, reklam mevzuatındaki haklar ya da ırkçı kışkırtmalara karşı geleneksel basın ve yayın kuruluşları için geçerli olan yasalarla sınırlandırılmıyorlar. Buna benzer bir düzenleme, (sağcı kablo tv kuruluşları ve fanatik yayınların bizlere gösterdiği üzere) sorumlu biçimde davranılmasını garanti altına almasa da bir sınırlandırma imkânı sunar.

Hükümetin büyük teknoloji şirketleri bağlamında gittikçe artan düzenlemelerine karşı üç ana gerekçe öne sürülüyor. Öncelikle, ifade özgürlüğüne engel olacağı iddia ediliyor. İkinci olarak, bilim ve mühendislik alanındaki ilerlemeleri yavaşlatacağı savunuluyor. Son olaraksa, sosyal sorumluluk sahibi şirketlerin kendilerini en doğru biçimde düzenleyebilecekleri iddia ediliyor. Bu gerekçeler aslında baştan sona aldatıcı.

İfade özgürlüğüne ilişkin kimi kısıtlamalar, haklı biçimde, kamu yararını savunma ihtiyacından kaynaklanıyor. Reklamcılıktaki gerçek, en iyi örnektir. Irkçı kışkırtmalara ve toplu karalamalara karşı çıkarılan kanuni yasaklar da bir diğer örnektir. Bu kısıtlamalar, liberal demokrasilerin (ABD hariç) büyük kısmında genel olarak insanları nefret suçundan korumaya yönelik yasal yaklaşımın ayrılmaz bir parçası olarak kabul görür.

SORUMLULUĞU KULLANICIYA ATIYORLAR

Sosyal medya platformları, barındırdıkları materyallerin içeriğiyle ilgili sorumluluğu, bireysel kullanıcılar tarafından yaratıldığını öne sürerek çoğu zaman reddeder. Gerçekte, bu içerikler kamusal alanda yayınlanır ve bu yüzden tam olarak ‘mahrem iletişim’ diye yorumlanamaz.

Mesele güvenlik olduğunda, hükümet eliyle uygulanan düzenlemeler, son dönemde kullanılan mRNA bazlı Covid aşıları gibi biyomühendislik alanındaki büyük ilerlemeleri engellemiyor. Aynı şekilde, otomobil şirketlerinin yüksek verimli elektrikli araçlar üretmelerini de engellemiyorlar. O halde, neden yapay zekâ ve bilgi teknolojisindeki ilerlemeleri yavaşlatmak gibi hiç görülmemiş bir etkiye sahip olsunlar ki?

Son olarak, özel şirketlerin kendilerini sosyal sorumluluk duygusuyla yeniden şekillendirme vaatlerine güvenilebileceği fikri tam anlamıyla boştur. İşletmeler para kazanmak amacıyla var olurlar. İş lobileriyse çoğu zaman kendileriyle ilgili olarak, toplumsal refah hususunda endişe duygusundan yola çıkan ‘sosyal sorumluluk sahibi’ bir endüstri imajı çizerler. Pek çok durumda bu iddia, denetlemelerden uzak kalmayı hedefleyen bir halkla ilişkiler manevrasıdır.

Kâr yerine sosyal faydaya öncelik tanıyan herhangi bir şirket süratle yok olup gider. Bu gerçek, Facebook’la ilgili gizli bilgileri açıklayan Frances Haugen’in yakın zamanda Kongre’de verdiği ifadede ortaya kondu ve Haugen, şirket yöneticilerinin, elde ettikleri kârı devam ettirmek amacıyla kimi ‘algoritmalarının’ yol açtığı zararı yok saymayı tercih ettiklerini belirtti.

Bazı zamanlarda, tüketici baskısı kurumsal aşırılığı sınırlamak bağlamında bir kaldıraç görevi görebilir. Ne var ki buna benzer olaylara ender rastlanır. Aslında, mevzuat ve düzenleyici kurumlar, halkı kurumsal gücün olumsuz etkilerine karşı korumak söz konusu olduğunda demokratik yapıya sahip toplumların sahip olduğu yegâne etkili araçtır.

Büyük teknoloji sektörü gibi güçlü ve karmaşık bir endüstriyi denetlemenin ideal yolunu bulmak zor bir mesele. Bununla birlikte, yapıcı önerilerde ilerleme kaydedildi. ABD Federal Ticaret Direktörü Lina Khan, piyasalarda devam eden tekelci uygulamalarla mücadele edebilmek amacıyla bazı antitröst önerileri hazırladı. Avrupa Komisyonu, veri koruma ve gizlilik yasalarının hazırlanmasında öncü bir rol üstlendi.

Her ikisi de akademisyen olan MacKenzie Common ve Rasmus Kleis Nielsen, hükümetin ifade özgürlüğünü kısıtlamaksızın sosyal medyada dezenformasyon ve nefret söylemine kısıtlama getirebileceği yollar hakkında dengeli bir tartışma yürütüyor. Bu mesele, teknoloji şirketlerini denetlemekle bağlantılı sorunların en karmaşık ve acil olanı.

Büyük teknolojinin denetlenmesi ihtiyacı gayet açık. Çeşitli alanlarda yol açtığı hasarlar, bilim ve mühendislikte ulaştığı büyük başarıların bizlere sağladığı faydaları gölgeliyor. Kurumsal gücün küresel doğası, demokratik ülkelerde egemen olan ulusal hükümetlerin büyük teknoloji sektörünü dizginleme kabiliyetini günden güne daha da güç bir hale getiriyor.

Dijital teknoloji şirketlerine karşı etkin bir denetim oluşturmak için devasa ticaret gruplarının ve uluslararası ajansların uyum içerisinde hareket etmesi gibi acil bir ihtiyaç söz konusu. Bu minvaldeki kısıtlamaların yokluğunda, büyük teknoloji sektörü, toplumsal karmaşa yaratan, halk sağlığına zarar veren ve demokrasiyi tehdit eden aşırılıkçılık, tutuculuk ve mantık dışılık gibi unsurlara uygun bir ortam sunmayı sürdürecek.


Yazının orijinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)