Byung-Chul Han’ın ‘gizli bahçesi’
Byung-Chul Han'ın 'Yeryüzüne Övgü' kitabı İnka Kitap tarafından Nafer Ermiş çevirisiyle yayımlandı. Han kitapta, yeryüzünün en yalın hâli olarak nitelediği bahçeden hem dünyaya hem de insana bakıyor.
Rebecca Solnit, 'Gerilla Bahçecilik, Şehir Tarımı ve Devrimci Senaryolar' başlıklı metninde; dinginlik, iç barış, kaçış ve doğayla yeniden buluşma bağlamında ele aldığı bahçenin, tüketim kültürüne karşı yeni bir üretim merkezine dönüştüğünü vurgulamıştı. Şöyle diyordu Solnit: “Bahçelerin daha iyi bir dünya ümidi ve hayallerinin ya da sadece daha iyi bir komşuluğun ya da her ikisinin tek şeye dönüştüğü verimli bir merkez noktası ya da ön cephe hâline geldiği bir çağda yaşıyoruz (...) Bir bahçe, dünyaya karşı yaklaşımınızı sergilediğiniz bir yer olabileceği gibi dünyadan elinizi eteğinizi çektiğinizin göstergesi de olabilir ve bu ikisi arasındaki fark her zaman çok net görülmeyebilir (...) Churchill bahçeciliği ve savaşı birbirine zıt şeyler olarak görüyordu çünkü bahçeyle uğraşmak ona göre kendi huzurlu ve kişisel alanına çekilmek demekti. İçinde bulunduğumuz dönem bunun aksini, toplumsal olaylara dâhil olmayı gerektiriyor (...) Bahçecilik ve onu bütünleyen diğer işlerin hepsi sağlam birer metafor. Tüm dünyayı bir bahçe olarak düşünebilirsiniz ve buradan yabani şirket otlarını temizleyip yerlerine ümit ekebilir, domates ve pazı davanıza sadık kalacağınızı tüm dünyaya gösterebilirsiniz.”
Byung-Chul Han, belli noktalarda farklı düşünse de Solnit’e benzer şeyler söylüyor; bahçe ve yeryüzü arasında kurduğu bağlantıyla kendisini mutlak kabul eden öznenin tutsaklığını aşma yolunda bir kapı açıyor. Han, 'Yeryüzüne Övgü'de, yeryüzünün en yalın hâli olarak nitelediği bahçeden hem dünyaya hem de insana bakıyor.
BAHÇECİLİK BİLGELİĞİ
Yeryüzüyle gözümüz arasında bulunan teknolojinin son ürünü akıllı telefonlar, toprakla ve doğayla kurduğumuz ilişkiyi tuhaflaştırdı. Han, bunun tersini nasıl denediğini ve söz konusu eylemin kendisine neler kattığını anlatıyor 'Yeryüzüne Övgü'de. “Gizli bahçem” dediği alanda geçirdiği vakitlerde, “geleceğin yeryüzünü nasıl düşlediğini” ve sessizlikte nasıl eğleştiğini” aktarıyor okura.
Bahçede geçirdiği zamanlar, Han’a toprağın canlılığını, sesini ve yaşayan bir organizma olduğunu, yeryüzünün gücünü ve kırılganlığını yeniden öğretirken yeryüzüne özen göstermenin, onu görüp işitmenin insanın bir ödevi olduğunu hatırlatıyor.
Dört mevsimlik bir yolculuğa çıkan Han, bahçecilik bilgeliğini keşfediyor bir bakıma. Bahçıvanın dünyaya boş vermişliğinden ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgiye, oradan fizik ve metafizik geçişkenliğine dek pek çok şey görüyor bahçesinde. Fark ettiği bir başka şey ise zaman: “Bahçe zamanı başkalarının zamanıdır. Bahçenin kendisine ait bir zamanı vardır, onu ben yönetemem. Her bitkinin kendine ait bir zamanı vardır. Bahçede birçok kendine ait zaman kesişir. Sonbahar çiğdemleriyle ilkbahar çiğdemleri birbirine benzer ama tamamen farklı zaman duyguları vardır. Her bitkinin, bugünlerde zamansız ve zaman fakiri hâline gelen insandan daha üstün ve belirgin bir zaman bilincinin olması çok şaşırtıcı. Bahçe, yoğun bir zaman deneyimini mümkün kılıyor. Bahçede çalıştığım süre içinde zaman zengini oldum.”
Düşünürlerin zamana dair fikirleri, bahçede daha bir anlam kazanıyor Han’a göre; teori ve pratik, ayağı toprağa basarken buluşuyor. “Bilgi sevgidir” ifadesi dallanıp budaklanıyor orada. Yazar bununla bağlantılı olarak “bahçe kurtuluş yeridir” diyor.
Han’ın “kurtuluş”tan kastı ise “yeryüzüne dönüş.” Kişinin ısrarla savunup inandığı “üstünlüğünden” ve körleşmesinden sıyrılması anlamına geliyor bu. Başka bir deyişle yerle, toprakla ve doğayla ilişki kurmak, yabancılaşmanın üstesinden gelme ve mutluluğa erişme imkânı sunuyor: “Yeryüzüne dönüş (...) mutluluğa dönüş demektir. Yeryüzü mutluluğun kaynağıdır. Bugün onu terk ettik, özellikle de dünyanın dijitalleşme sürecinde. Yeryüzünün canlandırıcı, mutluluk verici gücünü alamıyoruz artık. Bütün dünya ekran boyutlarına indirgenmiş durumda.”
DİJİTAL DÜNYA DIŞINDAKİ YAŞAM ALANI
Bahçecilik, Han için tutkulu bir uğraş hâline geliyor hızla. Yaz-kış çiçek açacak bir bahçe için çalışırken doğanın ve yeryüzünün sesini işitip metafizik bir isteğin ortasında buluyor kendisini. Bazı bitkiler etrafında oluşan efsaneler ve mitlerle birlikte, çiçeklerin doğasını öğreniyor. Elbette toprağı da: “Toprak sadece faydalı olmakla kalmıyor, bilakis cömert ve misafirperver de davranıyor. Kışın bile muhteşem bir hayat ortaya çıkarıyor.”
Han, bahçede çiçeklerle ve toprakla uğraşırken hangi dünyanın dışında kaldığını, daha doğrusu kendisini hangi dünyanın dışına attığını da açıklıyor: “Dijital kültür, insanları küçültüp birer parmak-varlık hâline getirdi. Dijital kültür sayı sayan parmağa dayanır ama tarih anlatıdır. O saymaz. Saymak tarih sonrası bir kategoridir. Ne tweetler ne de enformasyon, toplanıp bir hikâye oluşturur. ‘Timeline’ da bir hayat hikâyesi anlatmaz, bir biyografi değildir. Toplamsaldır, öyküleyici değildir. Dijital insan, sürekli sayma ve hesaplama için parmaklarını kullanır. Dijital dünya sayıyı ve saymayı mutlaklaştırır (...) Dijital dünya toplamsal olanı, saymayı ve sayılabilir olanı bütünleştirir/totalleştirir (...) Günümüzde sayılabilir olmayan artık varlığını sürdüremiyor ama varlık öyküleyicidir, anlatıdır, sayı değildir. Sayıda hikâye ve anımsama demek olan dil eksiktir.”
'BAHÇEDE SESSİZLİK YAPIYORUM'
Han’a göre bahçecilik bir öğrenme süreci: Toprağın canlılığı, çiçek isimleri ve yeryüzünün sesi de bu sürece dâhil. Hatta çiçek isimlerine “aşk sözcükleri”, çiçeklerden ilham alan bahçıvana ise “koleksiyoncu” diyor. İkisinin bulunduğu ortamda doğanın şiirini okumaya koyulan yazar, bahçenin yön verdiği farklı ruh hâllerinde geziniyor.
Çiçekler ve yapraklar, Han’a bilmediği bir dil öğretiyor; bahçe bir dünyaysa oradaki her bitki ve onların kolları birer yabancı dile benziyor. Dört mevsim boyunca yeşillenip solan bu bitkiler, yeni birer kelime misali yazarın zihnine kazınıyor. Bu kelimelerle kurduğu cümleler ona, bahçedeki çeşitlilik karşısında her şeyi aynılaştıran günümüz sistemini eleştirme fırsatı verirken bahçeciliğin neye denk geldiğini anlatmasını sağlıyor: “Bahçemde korunmaya son derece muhtaç bitkilerim var. Onlara sıcaklık vermek istiyorum. Sevgi, ihtimam göstermektir aynı zamanda. Bahçıvan, bir âşıktır.”
Han da böylesi bir aşkı Berlin-Seul hattında ağaçlar, çiçekler ve zaman zaman işgalciliğe soyunan yabani otlar arasında yaşayıp anlatırken “çiçeklerinin oyuncu çekingenliğine” tanık oluyor. Bu sırada, oyalanıp özgürleştiği bahçesinin bir başka anlamını daha açıklıyor: “Bugün bizim söyleyecek çok şeyimiz var, iletişim kuracağımız çok şey var çünkü biz birileriyiz. Biz hem sessizliği hem de susmayı unuttuk. Benim bahçem sessizliğin mekânıdır. Bahçede sessizlik yapıyorum (...) Bahçem benim için geri kazanılmış bir gerçeklik/edimselliktir.”
'Yeryüzüne Övgü', insanın toprağa ve doğaya yaptığı saygısızlıklar karşısında Han’ın bir serzenişine dönüşüyor. Yazar, “yeryüzünü korumak zorundayız, yoksa kendi verdiğimiz zararın altında kalıp yok olacağız” derken güneşin ve yağmurun beslediği bahçede kurtuluş için düşünüp kalem oynatarak umudunu yeşertmeye uğraşıyor. “Güzel, bizi ona özen göstermeye çağırır, bunu öğrendim ve tecrübe ettim” cümlesiyle söz konusu çabayı taçlandırıyor.