CAATSA totonun sonu: Asıl pazarlık şimdi başlıyor
Türkiye’ye yaptırım kararını açıklayan “topal ördek” Trump olsa da asıl sorumluluk yaptırım sürecini yönetecek olan Joe Biden’a kaldı. Ankara’nın ipleri daha da gerecek adımları tercih edip Rusya ile yeni angajmanlara girmesi durumunda Biden yönetimi yaptırımların kapsamını genişletip CAATSA menüsünün şu an için ellenmemiş maddelerini de pekâlâ pakete ekleyebilir. Washington 14 Aralık’ta, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey’nin tabiriyle Erdoğan’a “dişini gösterdi” ama ısırmadı.
Yasanın adı “Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası”. İki yılı aşkın süredir üzerine kaç yazı kaleme aldığımı hatırlamıyorum. Amerikan belgelerinde İngilizcede baş harflerinden oluşan bir kısaltmayla “CAATSA” şeklinde kodlanıyor. Biz Türkçede “katsa” deyip geçiyoruz. Güzide Türkiye televizyonlarında izlediğiniz uzman(!)ların yorumlamaya çalışırken şekilden şekle girdikleri o yasa bu yasa işte. ABD’de üç buçuk yıldır yürürlükte. ABD Kongresi söz konusu yasayı Rusya’nın Ukrayna’ya ve 2016 Amerikan seçimlerine müdahalesine tepki olarak Trump’ın başkanlık koltuğundaki ilk altı ayı içinde çıkartıp önüne koydu. Trump isteksiz de olsa imzalamak zorunda kaldı. Bir de konumuzla hayli ilgili olan NDAA 2021 var; Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası. NDAA için kısaca savunma bütçesi yasası diyebiliriz. Onun detayına birazdan geleceğim. Önce bir CAATSA’yı netleştirelim. Zira ikisini karıştıran çok, aralarındaki bağı hiç kuramayan daha çok!
CAATSA’nın 231. Maddesi Rusya Federasyonu’ndan hatırı sayılır bir meblağda silah ya da savunma ekipmanı satın alımı yapan ülke, kişi ve kurumlara ABD’nin 12 seçenekli bir menüden yaptırım uygulamasını öngörüyor. Bir NATO müttefiki olarak Türkiye’nin 14 Aralık 2020 tarihinde maruz kaldığı yaptırım paketinin ABD hukuku açısından altyapısı bu. Ankara ısrarla son güne kadar Rosoboronexport ile Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) arasındaki S-400 tedarik sözleşmesinin CAATSA’nın ABD’de yürürlüğe girdiği Ocak 2018 tarihinden önce (11 Nisan 2017'de) imzalandığını, dolayısıyla yasanın geriye işletilemeyeceğini savundu. Ancak bu argümanın Washington açısından bir karşılığı olmadığının en önemli kanıtı aynı yasanın tam olarak aynı şekilde daha önce Çin Halk Cumhuriyeti’ne uygulanmış olmasıydı. Pekin ile Moskova arasındaki Su-25s sözleşmesi de S-400 sözleşmesi de 2015’te yapılmış, dahası Çin uçakları Aralık 2017’te teslim almıştı. Yani CAATSA ilk kez Türkiye için geriye dönük işletilmedi, Çin için de aynı durum söz konusu olmuştu.
Çin örneği yasanın nasıl bir takvim üzerinden işletildiğine ilişkin de bir fikir veriyor aslında. Çin’in SSB’si diyebileceğimiz EED’ye ve EED’nin İsmail Demir’i Li Shangfu’ya getirilen yaptırımlar Trump yönetimi tarafından Su-25’lerin teslimatından yaklaşık dokuz ay sonra açıklanmıştı. Türkiye için yaptırımlar ise S-400’lerin teslimatının yapıldığı Temmuz 2019’dan yaklaşık 17 ay sonra açıklandı. Kaba bir hesapla Washington’ın Ankara’ya S-400 krizini çözmek için normalin iki katı süre tanıdığını söylemek mümkün. Bu süreçte ABD Başkanı Donald Trump ile Kongre’deki has adamı Güney Carolina Senatörü Lindsey Graham’ın hatırı sayılır rol oynadığını teslim etmek lazım. S-400’lerin aktive edilmemesi durumunda Washington’ın kabul edebileceği bir ara formül arayışını Trump-Graham ikilisi bizzat yürüttü. Oysa Ankara’nın Trump üzerinden bir tazyik ile yaptırımların ötelenmesi yönündeki stratejisinin er ya da geç duvara toslayacağı Türkiye’nin Washington’da resmi lobisini yapan Mercury şirketinin yetkilileri tarafından dahi Beştepe’ye açıkça söylenmişti. “ABD Başkanı'nın bu yasayı uygulamama şansı yok. Bir an önce uygulansın ve gölgesini Türk-Amerikan ilişkilerinin üzerinden bir an önce kaldırmaya çalışalım” demişlerdi. Ya da en azından bana, Erdoğan’a öyle söylediklerini söylemişlerdi.
Trump’a yaptırımları öteletmek ne kadar anlamlı ise üç gün önce açıklanan yaptırımları “acımadı ki” havasında hafife almak da ancak o kadar anlamlı olabilir. Sadece yaptırımlar açıklandıktan sonra ABD dolarının TL karşısında büyük bir tırmanışa geçip geçmeyeceğiyle ilgili olan piyasa aktörlerinin “hafif geldi hafif a dostlar” coşkusunun Beştepe’yi de bir nebze rahatlattığı ortada.
Türkiye’nin mali kurumlarının ABD Merkez Bankası ile doğrudan alışveriş yapması yasaklansaydı ya da iki ülke mali kurumları ve bankalarının dolarla işlem yapması yasaklansaydı ya da iki ülke bankaları arasındaki transferler toptan yasaklansaydı tüm bunlar Türk ekonomisi üzerinde atom bombası etkisi yapabilirdi elbette. Böyle bir noktada bırakılmamış olmak kötünün iyisi bir durum. Ancak hangi yaptırımların seçilmiş olduğu ile başkanlık koltuğunda kimin oturduğundan ziyade Amerikan kapitalizminin ruhu arasında kuvvetli bir orantı var. Washington’ın doğrudan “ekonomik hasım” olarak konumlandırdığı Çin’e uygulamadığı şiddetteki yaptırımları Türkiye’ye uygulaması beklenemezdi. Dahası ABD’nin Türkiye’nin tekrar IMF’ye yolunun düşmesinden yana bir beklentisi varken bu kurumdaki veto hakkını Türkiye aleyhine işletmeyi yaptırım olarak Ankara’nın önüne koyması akıldışı olurdu.
Ancak yaptırımların şiddetini salt -halihazırda sokaktaki insanı ziyadesiyle sarsmakta olan- ekonomik krizi derinleştirip derinleştirmeyeceği üzerinden okumak Erdoğan hükümetinin karşı karşıya olduğu dikenli jeopolitik pazarlığı ortadan kaldırmayacak.
14 Aralık yaptırım paketinin beş maddesinden en sıkıntılı olanı kuşkusuz daha önce Millî Savunma Bakanlığı altında bir müsteşarlık iken Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesinin ardından doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan SSB’nin kurum olarak “kara liste”ye alınmış olması. Washington’ın bu hamlesiyle bugünkü sistem çerçevesinde TSK’nın ihtiyaçlarının karşılanmasında ana kaynak olan SSB aslında başta NATO üyesi ülkeler olmak üzere ABD ile ticaretini önemseyen tüm ülkeler açısından radyoaktif hale geldi.
Henüz yaptırım kararı ortada yok iken Kanada’nın Bayraktar İHA’ları için gönderdiği motor dahil diğer parçalara ilişkin ihracat izinlerini nasıl tak diye askıya aldığını anımsamak bundan sonra Türkiye’nin savunma sektörünün nasıl bir alacakaranlık kuşağına girmekte olduğunu anlamak açısından ipucu niteliğinde. Ermeni lobisinin kuvvetli olduğu Kanada lisans iptaline gerekçe olarak Türkiye’nin Karabağ’daki emellerinin anlaşılamamış olmasını göstermişti. Ankara kurnazlık yapıp SSB’yi by-pass edecek ve tedarikçi olarak başka bir kurumu belirleyecek bir mevzuat değişikliğine gitse bile yaptırımların sebep olacağı psikolojik iklim pek çok ülkeyi Türkiye’den uzak durmaya zorlayacaktır.
Yaptırım ikliminin ne kadar süreceği ise Ankara’nın atacağı ya da atmayacağı adımlara bağlı olacak. Yazının girişinde bahsettiğim 2021 savunma bütçe yasasına (NDAA) Türkiye’ye yönelik yaptırımların ancak hangi koşullarda kaldırılabileceğine ilişkin bir madde sokarak ABD Kongresi Başkanının elini kolunu bağladı. Aslında Kongre Trump’a güvenmediği için Türkiye maddesini metne koydu. Ancak aynı çerçeve 20 Ocak'ta başkanlık koltuğuna oturacak Joe Biden için de geçerli olacak. 2021 savunma bütçe yasası gereğince Biden’ın yaptırımları kaldırabilmek için Senato Dış İlişkiler ve Silahlı Kuvvetler Komisyonlarına 3 konuda net garanti vermesi şart: “1) Türkiye’nin topraklarında konuşlu bulunan mevcut S-400 sistemine artık sahip değil 2) Türkiye ikinci parti S-400 siparişini iptal etti 3) Türk hükümeti S-400’ün ardılı olarak nitelendirilebilecek herhangi bir sistemi almayacağı konusunda net güvence verdi.”
Türkiye’ye yaptırım kararını açıklayan “topal ördek” Trump olsa da asıl sorumluluk yaptırım sürecini yönetecek olan Joe Biden’a kaldı. Ankara’nın ipleri daha da gerecek adımları tercih edip Rusya ile yeni angajmanlara girmesi durumunda Biden yönetimi yaptırımların kapsamını genişletip CAATSA menüsünün şu an için ellenmemiş maddelerini de pekâlâ pakete ekleyebilir. Washington 14 Aralık’ta, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey’nin tabiriyle Erdoğan’a “dişini gösterdi” ama ısırmadı, şimdi karşı hamleyi bekliyor. Bugüne kadar taraflar pozisyon korumanın ötesine geçmemişti. Asıl pazarlık yeni başlıyor.