Çalıkuşu Feride’nin feracesinden çıkan kadınlar
Çalıkuşu Latin harfleriyle ikinci baskısının yapıldığı 1939’da sansüre uğrar. Gerekçe, romanın dini ritüeller ve sembollerden bahsetmesi, İstanbul’un güzelliklerini övmesi...
Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanı, Vakit Gazetesi’nde tefrika edildiği 1922’den bugüne kaç kuşağın hatırasında yer etmiştir kim bilir? Beyaz perdede, beyaz camda kah Türkan Şoray, kah Aydan Şener, kah Fahriye Evcen’in bedeninde karşımıza çıkan Feride ise yerli roman kahramanlarının en şahanelerindendir. Fahriye’yi bir yana bırakıp, Türkan mı, yoksa Aydan mı daha çok Feride olabildi, diye tartışırız zaman zaman arkadaşlarla. Daha sonra Feride’ye üstün gelebilecek bir rol oynamadığı için olsa gerek, tartışmayı Aydancılar kazanır genelde. Hem Aydan’ın Hayrullah’ı, bu rol için biçilmiş kaftan olan Sadri Alışık’tır. Bu da ona avantaj kazandırır.
Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu’nda, babasının görevi sırasında Arap yarımadasında doğmuş fakat erken yaşta öksüz/yetim kalmış Feride’yi önce kısa süreliğine İstanbul’a, varlıklı anne sülalesinin görkemli konağına yerleştirir. Türlü haşarılıklar ve bir kız çocuğuna yakıştırılmayan oyunbazlıklar, teklifsizliklerden bezen anne sülalesi, mensup oldukları zümreye yakışır batı tarzı eğitim alacağı bir Fransız okuluna yollarlar Feride’yi. Ele avuca sığmaz bu çocuk, genç kızlığa yaklaştıkça onunla “baş etmek” de zorlaştığından bu okulda disipline gireceğini de hesaplıyorlardır tabii. Fakat unutmayalım, o dönemde çoğu misyonerlik faaliyeti de yürüten bu yabancı okullar, muhafazakar kesimden epey tepki almaktadır. Çocuklarını bu okullara yollamayı göze alan aileler, batı kültürüne yakın ve varlıklı, yüksek statülü olanlar ile aydın addedilenlerdir.
Misyoner okullarının kız öğrencilerinden şu yazıda bahsetmiştim. Feride’nin bu sörler okulunda günleri, filmlerde yeterince yer verilmeyen dini ve kurumsal disiplinin dayatmalarına itaatsizlikle, ritüelleri, yasakları, ahlaki normları sorgulayan alaycı bir hafiflikle geçer. Feride’nin dini inançla kurduğu zayıf ilişki ilkin bu okulda Hıristiyanlığın kimi ritüelleriyle dalga geçmesinde karşımıza çıkar.
Katolik kızların paskalyada ilk komünyonlarını yapıp İsa ile nişanlanmalarını anlamsız ve komik bulur. Töreni takip eden günlerde kızların, “İsa’yı karşılarına çıkan bir hatta birkaç genç erkekle aldattıklarını” anlatır eğlenerek ve gizli bir hasetle. Öğretmenliğe başladığı dönemde Feride’nin statüsünü ve mezun olduğu mektebi gözlerinde büyüten İstanbullu, yoksul bir Ermeni aile çocuklarına peygamberler tarihini anlatması karşılığında ona reçel yapmayı öğretmeyi vaad eder. Ailenin beklentisi ona öyle anlamsız gelir ve peygamberler tarihi hakkındaki bilgisi o kadar sınırlıdır ki, “reçel yapmasını bilmek benim peygamberler tarihi hakkındaki bilgilerimden herhalde çok daha hayırlı bir ilim” diye düşünür. Reşat Nuri’nin cüretkarlığına bakınız! Feride’nin okul yıllarında ve sonrasında da sürecek bu radikal tavrına rağmen, çocuksu tabiatının ona kattığı sempati ve ebeveynsizliğinin yarattığı acıma katı bir disiplinle idare edilen sörler okulunu kovulmadan bitirebilmesini sağlar. Okulun disiplinine, dinin merkezde olduğu eğitim sistemine başkaldıran Feride, batılı eğitim tarzının genç kızlara sağladığı özgüvene ve donanıma ise hayranlık duyar. “Çantasını eline alarak Amerikan kızları gibi kendi kendine vapura binmek” ve seyahat etmek en büyük hayallerinden biridir. Dönemin tesettür kurallarına uygun düşmeyen bir kılıkta yabancı bir erkeğe yakalanınca kendini Marika diye tanıtması da, okulda Müslüman kızların, diğer etnik kimliklerden kızlara nazaran toplum içinde nasıl bir cendereye sokulduklarını fark edebilecek tecrübeyi kazandığını gösterir.
Feride, henüz öğrenciyken kendisine zıt karakterdeki, “kız gibi narin” bulup alay ettiği teyze oğlu Kamran’a aşık olur. Her hareketini, kılık kıyafetini alaycılıkla karşılasa da, çevresindeki diğer erkekler gibi hoyrat olmayan, ataerkine körü körüne bağlılık sergilemeyen, fiziksel gücü ve dayanıklılığı varlığının temeli saymayan bir erkeği seçmesi dikkate değerdir. Hakim cinsiyet rollerine ilişkin ön kabuller bağlamında kadınsı sayılamayacak Feride, yine aynı minvalde erkeksi sayılamayacak birine tutulmuştur. Teyzesinin de ısrarıyla Kamran’la nişanlanıverince işin rengi değişir. Çocuksu halleri ne kadar sempatik görünse, öksüz ve yetim olması nazını çekmek için mazeret sayılsa da, bir gelin adayı aileye yakışır, ağır başlı, uyumlu ve itaatkar olmalıdır. Misafirin yanına çıkmaya çekinen, tuvalet giymeyi, nişan yüzüğü takmayı kendisine yakıştıramayan, “gelin kız” diye hitap edilmesini tuhaf bulan, mahallenin çocuklarıyla ağaçlara tırmanıp salıncakta sallanan, kaç-göç nedir bilmeyen Feride nişanlı kız kimliğini bedenine büyük gelen bir kıyafet gibi taşıyorken, Kamran’ın ihanetiyle dünyası başına yıkılır.
Bu noktada Reşat Nuri, gururu sahip olduğu çok az şeyden biri olan Feride’yi, kendisinin Maarif müfettişi olarak ömrünün önemli kısmını geçirdiği kuş uçmaz, kervan geçmez Anadolu yollarına revan eder. Büyük şehirlerinde, liman kentlerinde, ticari uğraklarında yarım kalmış bir batılılaşma hamlesinin izlerini taşıyan, geriye kalan yerleşimlerde ise ihmal edilmişliğin, yoksulluğun, bağnazlığın, yeni olana yönelik kuşkunun büyük ölçüde hüküm sürdüğü, Osmanlı toplumunun İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e yol aldığı 1922’nin Anadolusudur bu coğrafya. Yazar, müfettişlik yıllarından kendisinde kalanları kaleme aldığı Anadolu Notları’nda kaderine terkedilmiş bu toprakları ve insanlarını şöyle anlatır: “Bazı bir ova yolunda saatlerce gidersiniz. Karşınıza bir köy yolu çıkar… Hayretle düşünürsünüz: ‘Ben bu alçak toprak kulübeleri, bu sokakları; tekerleğinin biri çıkmış bu öküz arabasını; onun üstüne tünemiş tavukları, yarı çıplak çocukları; biraz ötede omzunda testi ile su taşıyan yalınayak küçük kızı, sırtında bir çalı demetiyle yokuştan inen peştemallı büyükanayı bir saat evvel bir daha, iki saat evvel bir daha gördüm… Sakın araba beni bir daire etrafında döndürüp dolaştırdıktan sonra hep aynı yere getirmesin. Bu benzerlik bana, bir yandan can sıkıntısına, ye’se benzeyen bir yürek üzüntüsü verir.”
Batı kültürüyle yetişmiş, özgür ruhlu fakat genç ve yalnız bir kadın olarak Feride’yi orada sarsıcı tecrübeler beklemektedir. Anadolu’da bir öğretmenliğe tayin olma talebiyle İstanbul’daki Maarif Nezareti’ne başvurduğunda maruz kaldığı muamele daha sonra başına geleceklerin işaretidir. “Bir hamam kubbesi ahmaklığı”yla konuşan memur, “Onun gibi kadınların hocalıktan ziyade sanata heves etmeleri gerektiği, çalışırsa, mesela iyi bir terzi olup hayatını kazanabileceğini” söyleyerek savuşturur Feride’ye. İlk tayin yerinde ise “cinsi cazibesini kullanarak tayin emri çıkarttırdığı” şayiası yayılır. Namus kumkuması kadın öğretmenlerle Feride’yi açlıkla süzen sakallı, dinibütün erkek hocaların husumetine kurban gitmesine ramak kalmışken genç bir kadın meslektaşının desteğiyle canını kurtarır. Neyse ki ahlaki ikiyüzlülüğün hüküm sürdüğü her ortamda bunun farkında veya bu durumun mağduru olan birkaç cesur karakterle karşılaşacaktır Feride.
O şehirden bu kasabaya, o kasabadan bu köye sürgün edildiği yıllar boyunca buna benzer birçok karşılaşması olacaktır Feride’nin. Gittiği yerlerde horlananların, yoksulların, muhafazakarlık ve yobazlığın kurbanı olanların, azınlıkta kalan ve derdini anlatamayanların yanında olmayı seçer. Hayatını kolaylaştıracak olmasına rağmen aile şeceresini, itibarlı mektebini, büyük şehirli genç kadın kimliğini ortaya sürmez. İlk tayin yerinde, Manastırlı varlıklı bir ailenin kızıyken, “ille de kılıçlı zabite varacağım” diye evlendiği genç subayın, üç çocuğun ardından başka bir kadın için terk ettiği çaresiz ve dertli bir anneyle karşılaşır. Zalim kocasının çocuklarıyla birlikte başından atmak istediği bu kadına, “o sizi tekmeliyorsa, siz de onu tekmelersiniz, olur biter” diyerek telkinde bulunur. Ne de olsa aynı kaderi yaşamamak için gözünü karartıp Anadolu’ya atmıştır kendisini. Sabaha kadar kendisine dert yanıp ağlayan bu kadına güç vermek için epey uğraşır. Annesinin başka birine aşık olarak evi terk ettiği ve sonra fuhuşa zorlandığı Munise’yle karşılaştığı Zeyniler köyünde ise hem din temelli eğitim sisteminin dayatmalarıyla mücadele eder, hem de Munise’nin annesi ile gizlice buluşup hikayesini anlayışla dinler. Ona hakkını teslim eder, üvey anne zulmü gören ve fahişenin kızı denilerek damgalanan Munise’ye daha özgür ve mutlu bir hayat yaşatma sözü verir. İstanbul’dan sürgün edilmiş, yoksul düşmüş Ermeni bir aileyi ailesi gibi benimser.
Bazen İstanbullu ve misyoner okulu mezunu olduğu duyulduğundan, bazen de sırf genç, güzel ve yalnız bir kadın olduğu için hırpalanır, tacize uğrar ve hakkında türlü söylentiler çıkarılır. Cinsel arzuları ve duygusal beklentileri yokmuş gibi davransa da, ısrarlı beğeni işaretlerine hiç karşılık vermese de, nereye giderse gitsin kendisine hayran olan, aşık olan veya sadece cinsel arzu duyan erkeklerin bezdirici ilgisi ona hemcinslerinin de dahil olduğu bir düşman kitlesi kazandırır. Bu sebepten öğretmenlikte tutunamayıp mürebbiye olarak girdiği konağın oğlunun da tasallutuna uğrayınca, sınıf ile cinsiyetin kesiştiği ayrımcılığa ve şiddete başkaldırır: “Kadın hizmetçi, evlatlık kabilinden insanlara böyle muameleler yapmak adettir!” Çağdaşı bir çok kadının düşünse de dile getirmekten imtina edeceği buna benzer tespitler yapar cinsiyet rolleri ve ilişkileri konusunda: “Ah bu erkekler! Hepsinde aynı gurur, aynı kendini beğeniş. Bizim de bir kalbimiz olduğunu, bizim de ‘mutlaka’ isteyecek bir şeyimiz olabileceğini bir türlü akıllarına getirmek istemiyorlar.”
Roman boyunca Feride’nin karşısına çıkan üç olumlu erkek karakter vardır: onun tarafından reddedildiğinde kaderine razı olup geri çekilmesini bilen, onun “onurunu kurtarmak” için düelloya girmeyi göze alan İhsan; onunla göstermelik bir evlilik yaparak tacizden, dedikodudan uzak bir hayat yaşamasını ve sonra da Kamran’a geri dönmesini sağlayacak olan asker tabip Hayrullah Bey ile bir İstanbul Ermenisi olan otel müstahdemi müşfik Hacı Kalfa. Bunların ortak özellikleri görmüş geçirmiş, terbiyeli ve medeni insanlar olmalarıdır.
Çalıkuşu Latin harfleriyle ikinci baskısının yapıldığı 1939’da sansüre uğrar. Gerekçe, romanın dini ritüeller ve sembollerden bahsetmesi, İstanbul’un güzelliklerini övmesi, İslami bağnazlığı ve etnik ögeleri gündeme getirmesidir. Sansürü aşmak için Reşat Nuri romanda ufak tefek tadilatlar yapacaktır. Anı kitaplarından anlıyoruz ki, buna rağmen roman, uzun süre ailelerce kız çocuklardan uzak tutulur, yatılı okullarda okunması ceza sebebi olur. Tek parti döneminin ideolojik tektipleştirme seferberliğinin etkisi mühim olmakla birlikte, bu sansürde, genç bir kadının ataerkil toplum düzenine, çokeşliliğe, ahlaki muhafazakarlığa başkaldırmasının, tek başına mesafe ve kültür olarak başka bir ülke kadar uzak Anadolu topraklarına yolculuk yapmasının, orada bağımsız bir yaşam kurmaya çalışmasının, bekar anne olmasının, yalnızlaştırılmaktan, baskıya ve tacize maruz kalmaktan yılmamasının, düştüğü yerden her seferinde kalkmasının büyük payı vardır. Reşat Nuri, bir erkek yazar olarak Feride’ye elinden geldiği kadar güçlü ve cesur bir karakter çizmiştir: “Penceremin karşısında dimdik yükselen dağın manzarası ilk günlerde beni eğlendiriyordu. Fakat, ondan da yorulmaya başladım. İnsan, bu dumanlı yamaçların rüzgarı içinde saçı başı dağılarak, etekleri uçarak dolaşmadıkça, yalçın kayalar üstünde, keçi yavruları gibi sıçrayıp eğlenmedikçe neye yarar?” Muhafazakar, milliyetçi ve cinsiyetçi politikaların tüm dünyada yükseldiği çağımızda en direngen muhalif grup olan, aileye, devlete, eril tahakküme, her türlü kapatmaya karşı koyan ve Çalıkuşu Feride’nin feracesinden çıkan bütün kadınlara selam olsun!
Funda Şenol Kimdir?
Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.
Selim Sırrı Tarcan: Bedeni ve zihni terbiye etmek 18 Ekim 2024
Batının vaatkar bedeni: Baraj Gazinosu’nun Avrupalı artistleri 04 Ekim 2024
Dişil enerji dedikleri ne ola ki? 20 Eylül 2024
Annemin karnıyarık tenceresi 30 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI