Çalınan hayatlar, güneşe kapalı pencereler
‘Babette'in Şöleni’ filminde Babette’in yemekleri gibi Vianne’in ‘baştan çıkarıcı’ çikolatalarının kasabalıların tutkularını canlandırması, akla ve özgürlüğe çağıran aydınlatma yaratması şık bir artıdır, ama aşk ile de bezenen anlatının Marquez tarzı büyülü gerçekçi bir öyküye sahip olması bir başka artısıdır.
Ondokuzuncu yüzyılda, Danimarka’nın uzak bir köşesinde bir köy Jutland… Önce, köylülerce saygı duyulan pietist papaz babalarıyla, babalarının ölümü ardından sahip çıktıkları kilise içinde ömrünü tüketmiş iki kız kardeş… Fransız 1848 devriminin iç savaşa yol açan şiddeti ve öldürülme korkusuyla mülteci yaptığı, Paris’teki ünlü Café Anglais'nin baş aşçısı Babette Hersant başını sokacak yer karşılığı Filippa ve Martine kızkardeşlere ücretsiz hizmet etti, tam on dört yıl... Ve bir gün Babette onların yaşamında olağanüstü bir değişim yarattı.
’Yemek konulu film’ denilince ilk akla gelenlerden biri olan Babette's Feast/Babette'in Şöleni (1987) kısa öyküsüne yukarıda değindim… Şölen, babalarının 100.yaş gününde kız kardeşler ve cemaatin yaşlı yedi üyesine Babette’in kazandığı büyük bir piyangonun tamamını harcayarak armağan ettiği ziyafetten başka bir şey değil…
Babette : Babanızın doğum günü kutlama yemeğini ben hazırlamak istiyorum.
Martine : Ama sevgili Babette, bir akşam yemeği partisi vermek niyetinde değildik. Ablam ve ben mütevazi bir akşam yemeği ve ardından bir fincan kahve düşünüyorduk.
Filippa : Biliyorsun, misafirlerimize daha fazlasını teklif etmedik.
Babette : Fransız yemeği hazırlamak istiyorum.
İsrail’in ünlü gastronomi dergisi Al Hashulchan’ın editörü, yemek kitabı yazarı Janna Gur on yıl önce İstanbul ziyaretinde gazeteci Gülsin Harman’ın “…yemek editörlüğüne başlamadan önce çevirmenlik yapıyormuşsunuz. Bir kitapta sizi etkileyen bir yemek sahnesi ya da yemekle ilgili bir detay var mı?” sorusuna bir süre düşündükten sonra Babette’in Şöleni filminin adını verir.
“…Muhafazakâr, küçük bir köye bir kadın gelir…Hayattan keyif almayı düşünmeyen dindar insanların arasında yaşarken bir anda eline büyük bir para geçer. Bütün parayı bir ziyafet için harcamaya karar verir… Lüks malzemeler alır. En önemli sahne ziyafette yemekleri tattıkları an. Herkesin suratı yavaş yavaş değişmeye başlar...”
Danimarkalı yönetmen Gabriel Axel’in çektiği Babette'in Şöleni aynı yıl ‘en iyi yabancı film Oscarı’nı da alacaktır. Isak Dinesen takma adını kullanan, filme de uyarlanan Out of Africa (1985) yazarı Barones Karen Christenze von Blixen-Finecke’nın öyküsü gerçekte Norveç liman kasabası Berlevåg'da geçmektedir. Ancak yönetmen Axel, çekim mekânı bu yerin çok pastoral olduğunu görünce Jutland’da küçük gri bir köy inşa ettirecektir. Bu bilgi bir yana Isak Dinesen ünlü yazar Balzac’ın romanlarında yaptığı gibi 19. Yüzyıl toplumsal yaşamına, bu kez yemeği ‘şehvetli lüks günah’ olarak niteleyen ama birden karşılarına çıkan ve kabulde zorlanmadıkları dünyevi zevkle de inançları sarsılacak bir topluluğa, gençliklerini yaşayamadan tatsız tuzsuz geçen zamanları ve eski aşklarını sorgulayan kızkardeşlerin dünyasına kalemiyle girmiştir.
Babette, yeğeninin yardımıyla buz, içinde şarap, şampanya, konyak ve şeriler ve diğer malzemeleri Jutland’a getirtecektir. Kızkardeşlerden Filippa taşınanlara bakarak sorar:
-Bu şarap değil mi?
-Bu bir Clos de Vougeot 1845, Rue Montorgeuil, Chez Philippe’den.
Martine kendini, evini sanki cadılar bayramı için kullandıran biri gibi niteler, babasının cemaat üyesi yedi yaşlı kişiye açıklamak zorunda kalır.
-Kötü bir niyetimiz yoktu. Filippa ve ben sadece Babette’in isteğine uymak istedik. Nereye gideceği hakkında bir fikrimiz yoktu. Ve şimdi kendimizi tehlikeli ve hatta şeytani güçlerle karşı karşıya bulduk. Size yemekte nelerin sunulacağını bile söyleyemem. Tanrım beni affet. Babamı ne kadar sık düşündüğümü bir bilseydiniz…
Köylü yaşlı adam: Yiyecek veya içecekler hakkında tek kelime etmemeliyiz.
Sunumda başlangıç Blini Demidoff au Caviar (Havyarlı kremalı krep), Soupe à la tortu (kaplumbağa çorbası) yer alacaktır. Ana yemek Cailles en Sarcophage avec Sauce Perigourdine (kaz ciğeri ve trüf mantarı sosuyla ve Milföy hamurunda bıldırcın), La Salad (Vinegret soslu hindiba ve ceviz salatası), Les Fromages (Rokfor peyniri, papaya, incir, üzüm ve ananas ile peynir tabağı) bulunmaktadır.
Öncesinde şampanya Veuve Cliquot 1860, arada ikram Blinis Demidoff, yine şarap Clos de Vougeot Pinot Noir, ayrıca Fransız tatlı şarabı Sauternes, Savarin au Rhum avec des Figues et Fruit Glacée (incir ve glase meyvelerle süslenmiş romlu ıslak kek), meyve ve kahve.
Yemeğe sürpriz konuk olarak katılan ve bir zamanlar Martine’in taliplisi üst rütbeli subay Lorens “Her akşam sizinle oturup yemek yiyeceğim. Vücudumla değil, o zaten önemsiz ama ruhumla.” diyecektir eski aşkına.
Kızkardeşler Babette’in bu yemek sonrası Paris’e döneceğini düşünmektedir, oysa onun bekleyeni yoktur, kocası ve oğlu öldürülmüştür. Ve parası da kalmamıştır, Café Anglais’de olduğu gibi on iki kişi için on bin frank harcanmıştır.
Film, Martine’nin şu sözleri ile biter: “Şimdi, hayatının geri kalanında yoksul olacaksın.”
Babette yanıtlar: "Bir sanatçı asla yoksul değildir…”
Babette bu dünyada sanatçıdır ama inançlı Filippa’ya göre o cennette de büyük bir sanatçı olacaktır… Babette ise müminlerin/tad, yemek ve hazzın şeytani gücüne yenik düşmesinin başardığı sessiz zaferini dudaklarında sakladığı gülümsemeyle kutlamaktadır. ‘Gözü kapalı insanların gözlerini açmış’, adeta bir aydınlanma yaşatmış, sofra/ziyafet aydınlanma ritüelinin mekânı olmuştur. Aydınlanan hiç kimse artık eskisi gibi olmayacaktır.
4.yüzyıldan başlayarak nefis köreltmeyi emreden, et ve sütün bile az tüketilmesi gerektiğini öneren, böylelikle şehveti özendirdiğine inanılan kötülüklerden korunulacağını savunan Hristiyanlığın yüzlerce yıl kapalı tuttuğu pencereyi açmıştır Babette. Ama dindar ve yoksul Martine ve Filippa gibi insanların aklına getirmediği ise Manastırların, tarih boyunca balık mönüsü ile ayrı zenginleşen mutfağa ve ün kazanan peynir imalathanelere ve şarap üretimi için geniş bağlara sahip olduğudur.
HAYATI DEĞİŞTİREN ÇİKOLATA
Öyle görünüyor ki, çikolata fabrikaları ancak 1900’lü yıllarda varlık göstereceği için kilise yasak listesine almakta geç kalmıştır. (Türkiye’nin ilk çikolata fabrikası ise, 1927'de Feriköy'de kurulmuş.)
Neyse ki, Çikolata/Le Chocalat (2000) filminde, genç kadın Vianne’in kızı Anouk ile beraber her şeyi arkada bırakarak küçük bir çikolata dükkânı açmak için geldiği kasabanın Belediye Başkanı Comte de Reynaud kilise adına yasak işini üstlenir…
Kurduğu çıkarcı düzeni kilise/tanrı korkusu yardımıyla sağlayan varlıklı Comte de Reynaud şehvetle ilişkilendirdiği çikolatanın tehlikeli ve şeytani bir gıda olduğunu ilan etmiştir. Ve dinle bağı olmayan bu yabancının ‘günaha çağrı’ çikolatalarının satıldığı bir dükkânı açmasına da papaz efendiyi de yanına alarak şiddetle karşı çıkmıştır.
Joanne Harris’in aynı adlı romanından uyarlanan, Lasse Hallström’un çektiği filmde, Vianne’in ‘baştan çıkarıcı’ çikolatalarının kasabalıların tutkularını canlandırması, akla ve özgürlüğe çağıran aydınlatma yaratması şık bir artıdır, ama aşk ile de bezenen anlatının Marquez tarzı büyülü gerçekçi bir öyküye sahip olması bir başka artısıdır.
Başka ‘çikolata’ üzerine filmlerde vardır. Örneğin, Charlie’nin Çikolata Fabrikası (2005)… Roald Dahl'ın romanından yapılan Gene Wilder’ın 1971 tarihli Willie Wonka rolünü canlandırdığı Willie Wonka & The Chocolate Factory, Amerika’da neredeyse günümüze kadar yapılmış en iyi çocuk filmlerinden biri olarak kabul görüyordu. Tim Burton çağdaş, dijital çağın olanaklarını kullansa da ilk filmden uzaklaşamamıştır. Ama bir sahne var ki, Stanley Kubrick'in ünlü 2001: Uzay Macerası’ndaki bir grup Australopitekus yiyecek için birbirleriyle kıyasıya kavga ederken yanıbaşlarında beliren esrarengiz siyah taş ile ilgili alegorik sahnedir bu. Evrimin en önemli adımlarından biri olan akıl kullanımı, aklın ve tabii ki lezzetin bir başka buluşu Wonka çikolataları ile yer değiştirir ve bu defa insanlığın şafağının perdesi Wonka çikolata ile açılır.
Meksika'lı aktör, yazar ve yönetmen Alfonso Arau tarafından, Laura Esquivel'in çok beğenilen romanından uyarlanan Acı Çikolata (1992) filmini sadece adında çikolata geçtiği için ayrı tutmak gerekir. Genç Pedro'ya derin aşkını, yemek pişirerek, yemekler aracılığıyla ancak açıklayabilen Tita'nın öyküsü Latin yazarların başarıyla taşıdığı roman üslubu büyülü gerçekçilikle anlatılır.
Ve Çikolata filminin de kahramanı olan çikolataya atfedilen şu efsanevi afrodizyak-cinsel arzuyu artırdığı bilgisinin de biraz magazinsel olduğunu söylesem de -yaygın mutluluk verici özelliği bir yana-, çikolata sizi tad/haz dünyasına çağırıyorsa elinizi uzatmakta özgürsünüz.
Kanımca Babette'in Şöleni ve Çikolata filmleri damak tadı sanatından başka bir şey söylüyor: Birkaç yıl önce Montaigne üzerine yazdığım bir yazıda geçen, Sabahattin Eyüboğlu’nun Montaigne’nin ‘Denemeler’ini okuyanın şu iki dersi almadan edemeyeceğini belirttiği sözler buraya çok yakışacaktır:
"Doğanın istediği gibi düşün ve yaşa: hiçbir kitabın, hiçbir dogmanın kölesi olma.”
Fransız Usulü Soğan Çorbası
Babette menüsüne başka bir çorba koymuştu ama, Fransız usulü Soğan Çorbası tarifine ne dersiniz? Önce et suyunu (altı su bardağı) hazır etmeniz gerekir.
4 adet beyaz soğan (acılığını almak için tuz ile ovun ve suda durulayın), 2 çorba kaşığı tereyağı, 2 diş sarımsak, tuz-karabiber, defne yaprağı Üzeri için: 4-6 dilim baget ekmeği, Gruyère ya da Emmental peynir rendesi (yerine kaşar peyniri rendesi; isteğe göre bardaktan biraz az beyaz şarap)
Doğranmış kuru soğanları bir tencerede erittiğiniz yağda uzun süre kısık ateşte karamelize edin. Sarımsak, tuz, defne yaprağı, karabiber ekleyerek sürdürün. Et suyunu tencereye yavaşça ekleyin, kısık ateşte 20 dakika pişirin. Pişen çorbayı blenderden geçirin. Kaselere aldıktan sonra üzerlerine peynir rendelenmiş birer dilim baget ekmek yerleştirin, 180 derece fırında kızartın. Ve sıcak servis yapın.