'Can Atalay sonuçlar Resmi Gazete'de yayınlandığı an serbest bırakılmalıydı'
Saadet Partisi Milletvekili Serap Yazıcı Özbudun, Meclis'te yaptığı konuşmada "Can Atalay 14 Mayıs seçim sonuçları Resmi Gazete'de yayınlandığı anda serbest bırakılmalıydı" dedi.
DUVAR - TBMM Genel Kurulu’nda 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi görüşmelerinde Adalet Bakanlığı bütçesi üzerine söz alan Saadet Partisi Antalya Milletvekili Serap Yazıcı Özbudun, "Can Atalay 14 Mayıs seçim sonuçları Resmi Gazete'de yayınlandığı anda serbest bırakılmalıydı. Şu ana kadar serbest bırakılmaması başka bir anayasa ihlalidir. Yaratılan yapay anayasa krizi ortamında Yargıtay'ın adli uyuşmazlıklarda temyiz merci olduğu AYM'nin ise süper temyiz merci olmadığı şeklindeki ifadelerin hiçbir hukuki karşılığı yoktur" diye konuştu.
Serap Yazıcı Özbudun, konuşmasında şunları söyledi:
"Adalet Bakanlığı'na genel bütçeden tahsis edilen oran 1,8 kadar bir pay almış durumda. Bir önceki yıla baktığımız zaman Adalet Bakanlığı'nın önceki yıldan bu yılı artış oranı da ancak enflasyon oranında hesaplanmış durumda. 198 milyar liranın yüzde 70'i personel giderlerine, yüzde 16'sı mal ve hizmet satın almalara tahsis edilmiş. Geçtiğimiz yıldan bu yıla Adalet Bakanlığı bütçesinde adalet hizmetlerinin kalitesini artırmaya yönelik herhangi bir kalem ayrılmış değil. Yıllardan beri süre gelen adalet hizmetlerinin ifası sırasında karşılaştığımız sorunların hepsi aynen devam edecek. Bunlardan en çarpıcı olanı da tabi ki yargılamalardaki yavaşlık, etkinlik ve verimliliğin olamaması. 198 milyar ne kadar düşük bir rakam olursa olsun, bu rakam bu fakir halkın cebinden bizlerin vergilerinden tahsis edilecek.
Bu fakir halk acaba vergileriyle finanse ettiği Adalet Bakanlığı'nın ürettiği hizmetlerden memnun mu? Sorumuzun cevabını TÜİK verilerine bakarak bulabiliriz. Bu verileri incelediğimiz zaman; 2004'ten 2022 yılı dahil olmak üzere vatandaşların adalet hizmetlerinden memnuniyetinde bir azalma olduğunu görüyoruz. TÜİK verileri her ne kadar güvenilmez olduğu izlenimini verse de buradaki verilerin olgusal gerçeklerle ve benim de akademik çalışmalarımdaki tespitlerimle örtüştüğünü söylemek isterim. 2004 yılına baktığımız zaman Türkiye Kopenhag siyasi kriterlerinin gereğini yerine getiren bir devlet olarak AB'ye üyelik sürecinde müzakerelere başlama imkanını elde etmişti. Sonraki yıllarda maalesef Türkiye önce bir durağan sürece girdi. Daha önemlisi izleyen yıllarda bir takım olaylar çerçevesinde hukuk devletinin gereklerinden ve insan haklarının korunması ilkesinden uzaklaşmaktan imtina etmedi.
'TÜRKİYE'DE ANAYASA DÜZENİ MEVCUT DEĞİL'
İlki; 2013 yılında Gezi Parkı protestolarında karşılaştığımız olaylar. Emniyet güçleri öylesine ölçüsüz güç kullandılar ki çok sayıda yurttaş yaralandı bunlardan 11'i vefat etti, 11'i görme yeteneğini kaybetti. Sonra 2016 yılında 15 Temmuz darbe teşebbüsünün bastırılması çerçevesinde bir olağanüstü hal ilan edildi. Darbe teşebbüsünün bastırılmasından fevkalade memnuniyet duyuyoruz. Olağanüstü hal ilan edilebilir. Olağanüstü hal rejimi bir hukuksuzluk, keyfilik rejimi değildir. Tam aksine hukuk devletinin gereklerine en çok ihtiyaç duyulan bir dönemi ifade etmektedir. 2 yıl süren olağanüstü hal dönemde 30'dan fazla olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi kabul edildi. Bunlar çok ciddi anayasaya aykırılık sorunları içeriyordu. Daha önemlisi çok sayıda yurttaşın anayasal haklarının ihlaline ilişkin bir takım uygulamalara sebep olmuştu.
Olağanüstü halin her türlü ifade hürriyetini askıya aldığı bir ortamda işte bu Meclis'in çatısı altında maalesef Türkiye'nin hükümet sisteminde çok radikal bir değişiklik yapıldı. Bu değişiklik ne Meclis'te serbestçe tartışıldı ne de kamuoyunda. Daha da vahimi halk oyuna sunulduğunda mühürsüz oy pusulaları seçim mevzuatına aykırı bir biçimde geçerli kabul edildi ve böylece bu anayasa değişikliğinin halk oylamasında kabul edildiği ilan edildi. Ama halk oylamasına ciddi bir meşruiyet gölgesi düşmüş oldu. Olağanüstü hal ortamda alışılagelmiş olan hukuksuzlukları anayasızlaştırma girişimini konsolide etmeye, kurumsallaştırmaya yönelik bir anayasa değişikliği oldu. Bugün artık Türkiye'de hukuk devletine dayanan, insan haklarının korunduğu bir anayasa düzeninin mevcut olduğunu iddia etme olanağı yoktur.
"CAN ATALAY SONUÇLAR RESMİ GAZETE'DE YAYINLANDIĞINDA SERBEST BIRAKILMALIYDI'
Anayasanın emredici hükümlerine uymayan iktidar, aslında gelecek 5 yıl içinde bu hükümlere uymayı bize taahhüt etmektedir. O nedenle başka bir gerekçeye hiç sığınmayın bu bir itirafnamedir. Türkiye AİHM Sözleşmesi hükümlerine, kararlarına uymayı anayasasıyla, imzaladığı uluslararası belgelerle taahhüt etmiştir. Peki gerçekler neyi gösteriyor? Osman Kavala ve Demirtaş kararlarında gördüğümüz gibi Türkiye bu kararların gereğini yerine getirmiyor. Türkiye gerçekten bir hukuk devleti mi? Hakikat şudur; Can Atalay 14 Mayıs seçim sonuçları Resmi Gazete'de yayınlandığı anda serbest bırakılmalıydı. Şu ana kadar serbest bırakılmaması başka bir anayasa ihlalidir. Yaratılan yapay anayasa krizi ortamında Yargıtay'ın adli uyuşmazlıklarda temyiz merci oldu, AYM'nin ise süper temyiz merci olmadığı şeklindeki ifadelerin hiçbir hukuki karşılığı yoktur. Bizler AYM'nin süper temyiz merci olduğunu ileri sürmüyoruz. Anayasamızın 148'inci maddesinde bir değişiklik yapıldı ve şu hüküm eklendi; herkes anayasada ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde garanti edilen haklarından birinin kamu gücü tarafından ihlal edilmesi halinde AYM'ye bireysel başvuruda bulunabilir. Kim bu kamu gücü? Yasama organı, yürütme organı, yargı organı ve idari makamlar. Peki, Can Atalay’ın hakkını ihlal eden kamu gücü neresi? Yargı organı. O hâlde Anayasa Mahkemesi bir süper temyiz merci olarak mı karar verdi, yoksa 27 Ekim 2023’te Resmî Gazete’de yayınladığı kararla Anayasa’nın kendisine verdiği bir yetkiyi mi kullandı? O nedenle yurttaşların zihninde gereksiz karmaşalara sebep olmayalım.
Bir süredir iktidar bloğuna mensup milletvekilleri kamuoyunda bir zihinsel hazırlık yaptıklarını düşünüyorlar, bize 'Darbe anayasasından kurtulalım, yeni bir anayasa yapalım, sivil ve demokratik anayasa yapalım' çağrısında bulunuyorlar. Kim inanır size? Şu an yürürlükte olan anayasa hükümlerini uygulamayanların neden acaba yeni bir anayasaya ihtiyacı var, bu birinci soru. İkinci soru: Şu an elimizdeki anayasanın üçte 2’sini siz bir darbe ortamından beter bir ortamda değiştirdiniz. Ne yaptınız? Her türlü ifade hürriyetinin askıya alındığı olağanüstü hâl döneminde getirdiniz, bu anayasayı değiştirdiniz, hiç kimse tartışamadan bunu kamuoyunun oyuna sundunuz, referandum yaptınız, üstelik hukuku da ihlal ederek sonuçları açıkladınız. Şimdi, böylece aslında bir sorunun cevabını bulmuş oluyoruz. Bu darbe anayasasından yakınanlar neden yakınmış oluyorlar acaba? Bana kalırsa bu mevcut anayasada yapmış oldukları otoriter hükümler, otoriter değişiklikler kendilerine yetmiyor, dahasını gerçekleştirmeyi hedefliyorlar."