Çanakkale geçilmez, hem gezilir hem yaşanır
Çanakkale, “ne ararsan var” denilecek kadar çok alternatifi barındıran yerlerden. Geçmişte hak ettiği ilgiyi göremese de son yıllarda bırakın tatilcilerin, taşınmak isteyenlerin de can attığı illerin başında geliyor. Anlayacağınız artık insanlar Çanakkale’den sadece “geçmiyor”, hem geziyor hem yerleşiyor.
Ortaokul ve lise yıllarında hentbol takımındaydım. Yani ‘80’li yılların sonu, ‘90’lı yılların başı... Ama çok fazla okul takımı olmadığı için ya bir maç yaparak ya da hiçbir karşılaşmaya çıkmadan il şampiyonu olur, bölge gruplarına giderdik. Orada da malum sonuç... Bölge sonuncusu olur, epey gol yer ama turnuvanın en centilmen takımı seçilirdik. Ailemizden bağımsız, arkadaşlarla tatile gitme fırsatı gibi görürdüm o günleri. İşte bu gruplardan biri de Çanakkale’deydi. İlk kez bu sayede gördüm Çanakkale’yi. İkinci kez de muhtarı hariç tamamı Beşiktaşlı olan Ahmetçeli köyünü haber yapmak için gittim.
Bu sefer epey gezme şansım olmuştu Çanakkale’yi. Kaz Dağları’ndan Şehitlik’e kadar hemen her yere gittik. Tek sorun, -emekli asker- rehberimizin tüm ısrarlarımıza rağmen Şehitlik’te bizi Anzakların mezarına götürmemesiydi. O kadar çok ısrar ettik ki sonunda hava karardığında gidebildik ve pek de bir şey göremedik. Ama insanların mezarların yanına bıraktığı fotoğrafları ya da anı objelerini görünce çok şaşırmıştım.
Sabah tura başladığımda okuduğum Atatürk’ün sözleri hâlâ zihnimdeydi:
"Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”
'DUR YOLCU!'
Şehitlik’i anlatmaya ilerleyen satırlarda döneceğim. Önce “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın / Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.” sözleriyle bizi karşılayan Çanakkale’nin diğer yönlerine biraz bakalım istiyorum. Gelibolu Yarımadası ile Biga Yarımadası üzerinde kurulu olan Çanakkale, hem Asya’da hem de Avrupa’da toprakları dolayısıyla boğazı olan iki ilden biri. Mitolojiye göre deniz tanrısı Poseidon karaların arasına girip toprakları ikiye bölerek bugünkü Çanakkale Boğazı’nı açmış. Sınırlarının büyük bölümü denizle çevrili olduğu için komşusu az: Edirne, Tekirdağ ve Balıkesir. İl topraklarının yarısından fazlası ormanlarla kaplı. Ama önem arz eden bir su kütlesi maalesef bulunmuyor. Tuzla Gölü, Hoyrat Gölü ve Ece Gölü ile diğer ilçelerde yer alan bazı ufak baraj gölleri ve göletler var. Çok ama çok uzun yıllardır kurutularak tarım arazisi hâline getirilmeye çalışılan Ece Gölü’nün gerçekten enteresan hikâyesi var. Yerim dar olduğu için detaya giremeyeceğim. Meraklısı, Necdet Zeki Gezer ve Kemal Gözler’in yazısını şuraya tıklayarak okuyabilir.
Akdeniz ve Karadeniz iklimi arasına sıkışmış ilde en dikkat çekici özelliklerden biri de yılın hemen her zamanı rüzgâr olması. Alışkın olmayınca bazı günler, insanı çileden çıkarması işten bile değil.
Ege Denizi’nde Türkiye’ye ait en büyük adalar olan Gökçeada ve Bozcaada Çanakkale sınırlarında. Baba Burnu, Anadolu’nun en batı noktası. Günümüzde Babakale köyü nefis balıkları, kalesi ve doğasıyla özel bir coğrafya. Türkiye’nin en batı noktası İncirburnu ise Gökçeada’da.
EGE’NİN BİR SAHİL KASABASINA YERLEŞME HAYALİ
Nedendir bilmiyorum ama 2020’de Çanakkale nüfusunda bir azalma olmuş; 542 bin 157’den 541 bin 548’e gerilemiş. İnsan böyle illerin nüfusunun düzenli olarak artacağını sanıyor. Gerçi çoğu büyükşehir öyle ama Çanakkale uzun yıllar Türkiye’nin gizli hazinesi olarak kalmış. Ama 2021’de katbekat artmış; 557 bin 276’ya ulaşmış. Sonra da artmaya devam etmiş.
Çanakkale, yüzyıllar boyunca farklı toplumların egemenliğinde kalmış. İmparatorluk döneminden bu yana özellikle Osmanlı-Rus Harbi’ni takip eden dönemde sürekli göç almış. Toplumu Türkmenler, Pomaklar, Yörükler, Çerkezler ve az sayıda Boşnak’tan oluşurken son yıllarda farklı bir göç daha yaşıyor.
Son yıllardaki göçün en büyük sebebi, 6 Şubat depremlerinden sonra insanların “Ege’nin bir sahil kasabasına yerleşme hayali”ni gerçekleştirmeyi artık ertelememesi. Deprem korkusunun başı çektiği sosyoekonomik etkenlerden dolayı komşusu Balıkesir gibi Çanakkale de İstanbul’dan en çok göç alan illerden biri. Yayımlanan son TÜİK verilerine göre; Çanakkale’nin nüfusu son bir yılda 11 bin 116 kişi artmış. Bir de buna hem İstanbul’da hem de Çanakkale’de yaşayıp ikametini Çanakkale’ye aldırmayanları eklerseniz ciddi bir rakam ortaya çıkar. 50 bine yakın da üniversite öğrencisi var. Bu durumun şehre katkıları olduğu gibi bazı şeyleri olumsuz etkilediği de aşikâr.
Elbette “Ege’nin bir sahil kasabasına yerleşme hayali”ni gerçekleştirenlerin allandıra pullandıra anlattıkları insanları epey etkiliyor. Şehrin sakinliği, trafik azlığı, ev kiralarının düşüklüğü, sosyal hayatın canlılığı, doğal güzellikleri, tarihî yerleri, feribot ve deniz keyifleri, plajları, Gökçeada, Bozcaada ve Assos gibi popüler tatil bölgeleri, çay bahçelerinde ya da restoranlarında günbatımı fotoğrafları, “organik” tarım ürünleri ile ilgili öyle yazılar, videolar ve sosyal medya paylaşımları var ki insanın saniyesinde tası tarağı toplayıp Çanakkale’ye yerleşesi geliyor. E İstanbul da uzak değil. Tüm düzeninizi bozmadan bir ayağınız hâlen İstanbul’da olabilir sonuçta. Bunlarda bir gerçeklik payı olsa da bir de madalyonun öbür yüzü var.
ÇANAKKALE, ESKİ ÇANAKKALE Mİ?
Forbes dergisinin “Türkiye’nin en yaşanabilir kentleri” listesinde 2019 yılında bir numara olan Çanakkale, 2024’te ilk 10’a bile giremedi. Maalesef beyaz yakalılar, gittikleri köyleri, kasabaları ve hatta şehirleri büyük oranda değiştiriyorlar. Hem sosyal hem de ekonomik yapısını... Muğla yazımda bu konuya detaylı değinmiştim.
Çanakkale için sözü Ekşi Sözlük’ten “s brent” rumuzlu yazara bırakacağım ve bu konuyu kapatacağım:
“Feribot kuyruğu vb. konulardan bağımsız olarak söylüyorum; kimse kusura bakmasın ama bu şehir b.ku yemiş. Köyleri emlakçı muhtarların eline düşmüş. Köylüsü tarla satıp araba alma (bu en naif istek bu arada) derdinde. Gençleri işsizlikten motor-araba başında hayatını kaybedip duruyor. Akıllı olan İstanbul’da zaten. Bakın gençler içki içip motor-araba başında İzmir-Bursa yolunda hız yaparsanız tatsız olaylar yaşarsınız. (Özellikle Erenköy civarlarında) gidin kendinize adam akıllı meşgale bulun. Otu-uyuşturucuyu-içkiyi lütfen elinizden usulca yere bırakın. Ormanları içki şişeleriyle dolu (...) Yazın yangınlar yine kaçınılmaz. Esnafı esnaflık bilmez. Bu şekil esnaf tayfayı hiçbir yerde göremezsiniz. Adam yıllardır işlettiği dükkâna yakışmıyor. Oraya ait değil hâlâ. İşte, tarla satıp dükkân açan adam böyle belli eder kendini. Ustasının eli tatsız, yemekler 5/10. zaten yemek kültürü, tarifi çok zayıf. Olan da eh işte. Ama meşhur derler bir de kendilerine. He anca kendi köyünde meşhursundur sen. Kısaca doğal güzellikleri giderek yok olan, tarlaları 10 katlı bina ya da gecekondudan hallice prefabrik gudubetler dikilmek suretiyle talan edilmiş, ormanları bira şişeleriyle dolu, merkez caddeleri sidik-lağım kokulu, saçma sapan bir yer artık Çanakkale.”
ÇANAKKALE 'RİTÜELLERİ'
Neyse biz enseyi karartmayalım ve doğaya, canlıya, kültüre saygılı insanları düşünerek Çanakkale’nin gezilecek yerlerini anlatmaya başlayalım. Öncelikle bazı “ritüelleri” gerçekleştirmek lazım. Bunların başında Brad Pitt’in oynadığı Troy filminde kullanıldıktan sonra Çanakkale’ye getirilen, Kordon’daki Truva Atı’nın önünde fotoğraf çektirmek geliyor. Feribot iskelesinin yakınında bulunan, 1896’da yaptırılan, yirmi metre yükseklikteki ve beş katlı saat kulesi de bence çok güzel.
Çanakkale Boğazı’nın en hâkim konumuna yapılmış “Dur Yolcu” yazısının yanına gitmek istiyorsanız burası askerî bölge olduğu için özel izin almanız gerekiyor. O nedenle yazıyı arkanıza alarak fotoğraf çektirmek yeterli olacaktır. Hani “Çanakkale içinde Aynalı Çarşı” diye bir türkü var ya gerçekten Çanakkale içinde Aynalı Çarşı diye bir yer var. İsmini bir zamanlar atlar için satılan “ayna” adlı gözlüklerden aldığı söyleniyor. Bu tarihî çarşının orijinal kapısı ve kitabesi günümüze kadar ulaşmış ama kitabesinde “Aynalı Çarşı” adı geçmiyor. İçinde turistlere yönelik hediyelik eşyalar satılıyor.
TRUVA’SI, HEKTOR’U, PARİS’İ, HELEN’İ
“Seni alçak, seni parlak oğlan, seni çapkın
Seni ırz düşmanı seni.
Hiç doğmaz olaydın keşke,
Ya da kalaydın ölümüne dek evlenmeden.
Çok isterdim bunun böyle olmasını
Hem çok da iyi olurdu hani
Ne baş belası kesilirdin o zaman
Ne de yüz karası olurdun başkalarına
Nasıl kaçırdın ta uzak ülkelerden
Kargı salan erlerin gelini, güzel yüzlü kadını
Baş belası yaptın onu babana, halkımıza, ilimize”
Yunan mitolojisindeki Truva Savaşı’nı Hektor’un Paris’i azarladığı bu sözlerle özetlemek istiyorum. Bilmiyorsanız gerisini filmlerden, kitaplardan, internetten kolaylıkla öğrenebilirsiniz. Çanakkale’de 1963 yılından beri her yılın ağustos ayında Uluslararası Troia Festivali gerçekleştiriliyor.
Çanakkale’ye yirmi beş kilometre uzaklıktaki Tevfikiye köyü sınırlarındaki Troya, Dünya’nın en ünlü antik kentlerinden biri. Ünü Batı’nın ilk yazılı edebiyat ürünlerinden Homeros’un İlyada ve Odyseia destanlarına dayanıyor. Troya’da yapılan kazılarda dokuz kültür katının varlığı saptanmış. Erken dönemleri MÖ 3000 yıllarına kadar iniyor. Filmlerin, dizilerin etkisiyle ziyaretçisi epey çok. Onun kadar meşhur olmasa da Çanakkale’deki Apollon Smintheus Kutsal Alanı, Aleksandria Troas Antik Kenti ve Parion Antik Kenti’ni de ziyaret etmeyi ihmal etmeyin.
Buralardan çıkarılan eserler, Çanakkale’nin merkezindeki Çanakkale Troya Müzesi’nde sergileniyor. Aslında bu müzeyi gezdikten sonra antik kentleri gezmek bence daha keyifli olacaktır. Böylece hayal gücünüzü kullanarak, ziyaretlerinizden daha çok keyif alabilirsiniz. Çanakkale’de ayrıca gezebileceğiniz müzeler şöyle: Çanakkale Kent Müzesi, Çanakkale Deniz Müzesi, Çanakkale Seramik Müzesi, Kilitbahir Kale Müzesi.
'ÇANAKKALE İÇİNDE VURDULAR BENİ'
Zamanı biraz ileri saralım ve Truva Savaşı’ndan diğer önemli bir savaşa, tüm dünyanın kaderini etkileyen Çanakkale Savaşı’na geçelim. Öncelikle hafızaları tazeleyelim ve çoğu insanın yaşadığı yanılsamayı düzeltelim; Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı’nın bir parçası değil, I. Dünya Savaşı’nın bir cephesi. Çanakkale’yi Çanakkale yapan asıl savaşlar, 1916 yılının başlarına kadar devam eden kara savaşları olsa da 18 Mart 1915, Çanakkale Deniz Savaşları’nın yıl dönümü.
Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihî Alanı, 33 bin 444 hektarlık alanı kaplayan, gayet büyük ve gezmesi epey zaman gerektiren bir yer. Tarihî Alan sınırları içerisinde 138 sivil mimarlık örneği, kırk dokuz anıtsal yapı, elli Türk şehitliği, yirmi dokuz Türk anıt ve kitabesi, otuz dört yabancı mezarlık ve anıt ile kaleler, tabyalar gibi tarihî yapılar yer alıyor. Bu bölgede bir de Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi, Namazgâh Tabyası Müzesi ve Çanakkale 1915 Hilali Ahmer Hastanesi Canlandırma Alanı var. Açık hava müzesi niteliğindeki alanın her noktasında 1915 Muharebeleri’nin izlerini görmek mümkün.
Bu alanın bir de Avustralya ve Yeni Zelanda’dan özel misafirleri oluyor. Her yıl 25 Nisan’da Anzak Günü düzenleniyor. 24 Nisan gece yarısı Çanakkale kent merkezinden Gelibolu Yarımadası’na geçiliyor ve Anzak Koyu’nda sabahın ilk ışıklarına kadar savaşta hayatını kaybedenlerin anıldığı Şafak Merasimi gerçekleştiriliyor.
Ardından törenler ve mezarlık ziyaretleri yapılıyor. Burada bilmeyenler için küçük bir parantez açalım; Savaş sırasında Britanya İmparatorluğu’nun ordusunda savaşan, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerden oluşan kolorduya “Anzaklar” deniliyor. Törene, yetkililer dışında Türk ziyaretçi kabul edilmiyor.
ASSOS ve 'YENİ' ÇANAKKALE
Meşhur Assos’un bulunduğu Behramkale, tescilli bir Osmanlı köyü. Köy sınırları içindeki Assos Antik Kenti’nin çevresi yaklaşık dört kilometre uzunluğundaki surlarla çevrili. Akropol (yukarı şehir) ve güneye doğru inen teraslar üzerinde diğer yapılar bulunuyor. En üst noktada yer alan ve tanrıça Athena’ya adanmış tapınak, MÖ 525 yılına tarihleniyor. Agora, güney yamaçlarında teras üzerinde. MÖ 348 ile 345 yılları arasında Aristoteles, Kral Hermias’ın daveti üzerine buraya gelmiş ve dünyada bilinen ilk felsefe okulunu burada açmış. Kente ait arkeolojik buluntular; Boston Güzel Sanatlar, Louvre, İstanbul ve Çanakkale Arkeoloji müzelerinde sergileniyor.
Yollarına yapılan ıslah çalışmaları büyük tartışmalara sebep olan Assos antik limanı, bugün gözde bir tatil mekânı. Limanda oteller ve restoranlar bulunuyor. Denize girmek için genelde Kadırga Koyu tercih ediliyor ama sakinliği seviyorsanız Sokakağzı ya da Sivrice koylarını tercih edebilirsiniz. Ben daha çok Sokakağzı’nı tercih ediyorum. Hatta daha bir ay önce oradaydım. Bilecik’ten çocukluk arkadaşım Göksel, düğününü yine kendisinin işlettiği Sincap Kamp’ta yaptı. Yine arkadaşımız Luxus’ten Alper Bakıner’in konserinin ardından yelpazemiz Ege müziklerinden Bilecik oyun havalarına kadar genişledi. Anlayacağınız keyfimize diyecek yoktu. Aslında bu düğün, yukarıda anlattığım “yeni” Çanakkale”nin özeti gibiydi.
GÖKÇEADA VE BOZCAADA
Gelelim bayram gibi tüm Türkiye’nin tatile aktığı zamanlarda ziyaret etmenizi önermeyeceğim ama yılın diğer bölümlerinde büyük keyif alabileceğiniz Türkiye’nin iki büyük adasına...
İstanbul’da yaşarken Gökçeada’da kamp yapmak, arkadaşlarla en sık yaptığımız ve çok keyif aldığımız aktiviteydi. Bunun için adanın arka tarafını, Eşelek köyündeki Aydınlı Plajı’nı tercih ediyorduk. Sörfçüler ve kampçılar için ideal. Şifalı çamur banyosunun yapıldığı Tuz Gölü de burada. Bir keresinde 19 Mayıs tatilinde gitmiştik ve çadırda hayatımın en soğuk gecelerinden birini yaşamıştım.
Gökçeada’nın eski Rum köyleri gerçekten çok güzel. Kimisi terk edilmiş kimisi hâlen yaşamın olduğu yerler. Bu köylerden Eski Bademli ve Zeytinli köyleri, Tepeköy, Dereköy koruma altında. Hepsi de insanı tarihte farklı yolculuğa çıkartıyor. Otellerin ve lokantaların çoğu Aşağı Kaleköy’de. Yukarı Kaleköy, eski kale kalıntılarının eteğine kurulmuş. Türkiye’nin tek sualtı millî parkı ilginç kaya oluşumlarına sahip Yıldızkoy’la Yelkenkaya arasında kalan bölüm. Uğurlu Köyü, Gizli Liman, İnceburun ve Şirinköy de görülmeye değer.
Bozcaada’ya bir kere gittim. Çok popüler olmasının bende itici bir etkisi olmuştu hep. Önyargımı kırıp -ama tatil sezonu dışında- gittiğimde gerçekten orada olmaktan büyük keyif aldım. Limanda sizi restoranlar ve turistik mekânlar karşılıyor. Adanın iç tarafları bence daha güzel. Mesela adanın tam ortasında Çamlık Mesire Alanı ve burada da bir restoran var. Adanın arka tarafını gezdikten sonra güneşi bu restoranda, adanın meşhur şarapları ve peynirleriyle batırmıştık ve canımızı acıtmayacak bir hesap ödemiştik. Umarım hâlen öyledir.
Ağustos ayında “Bağ Bozumu Şenlikleri”nin yapıldığı adada, dört şarap fabrikası bulunuyor. Hepsinde tadım ve alışveriş yapabilirisiniz. Ayrıca tarihî mekânları ziyaret edebilir, denize girebilir, rüzgârgüllerinin ve terk edilmiş deniz fenerinin bulunduğu bölgeye gidip günbatımını izleyebilirsiniz. Bu arada Bozcaada’nın köyü olmayan tek ilçe olduğunu biliyor muydunuz?
DÜNYANIN İLK GÜZELLİK YARIŞMASININ YAPILDIĞI YER
Kaz Dağı’nın ya da diğer adıyla İda Dağı’nın güzelliğini anlatmaya kelimelerin yetmeyeceğini Balıkesir yazısında söylemiştim. İki ilde de yer alan bu coğrafyada insan kendisini kaybedebilir, o kadar muhteşem. Açıkçası sınır o kadar bariz olmadığı için de neresini hangi ilde anlatacağım diye çok zorlandım. Tamam, gezi yazılarında geçen köyleri, tarihî mekânları da güzel ama bence maceralara yelken açmak için keşfe çıkmak en iyisi olacaktır. Bırakın, yol sizi nereye götürüyorsa oraya gidin. Ha yok endişeli biriyseniz de Zeytinli köyündeki Kaz Dağları Tanıtım Ofisi’nden kendinize rehber bulabilirsiniz. Altın madenlerinin de gözünü diktiği bu bölgeyi gezme planlarını size bırakarak, yazımı mitolojik bir hikâyeyle bitirmek istiyorum:
Tanrılar, Thetis ile Peleus’un düğünü için toplandıklarında, düğüne davet edilmeyen Eris (Nifak); Athena, Hera ve Afrodit’in bulunduğu yere altın bir elma atar. Elmanın üzerinde “en güzeline” yazılıdır. Üç tanrıça arasında “en güzel benim” tartışması başlar. Zeus, en güzelin seçilmesinde hakem olarak İda Dağı’nda bulunan Paris’in görevlendirilmesini buyurur. Tanrıçalar, Paris’in önünde güzellikleriyle övünerek, ona armağanlar vaat ederler. Paris’e kendisini seçmesi durumunda Hera evrenin krallığını; Athena savaşta yenilmezliği, Afrodit ise kadınların en güzeli Helena’nın aşkını sunar. Bunun üzerine Paris, üç tanrıçadan en güzelinin Afrodit olduğuna karar verir ve altın elmayı ona verir. İşte dünyanın ilk güzellik yarışması da böylece yapılmış olur.
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024
Burası Adıyaman, âlem düşman kesilir seni sevdiğim zaman 13 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI