Cannes 2023: Ödüller ve festivalden son izlenimler
Bu yıl 76'ncısı düzenlenen Cannes Film Festivali, dün akşam yapılan ödül töreniyle sona erdi. Merve Dizdar, 'Kuru Otlar Üstüne' filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü aldı.
Ahmet Boyacıoğlu
Festivalin merakla beklenen ve en çok izlenen etkinliği şüphesiz ödül töreni. Seçim nedeniyle Türkiye’ye cumartesi günü döndüğümüz için bu yıl töreni internetten izlemekle yetinmek zorunda kaldım.
Törenden önce kırmızı halıda birçok ünlü ve tanıdık isim yürüdü, kanımca en çok ilgi çeken isim 85 yaşındaki Jane Fonda idi. Festival sırasında davetiye bulamadığım tek etkinlik ‘Jane Fonda ile Buluşma’ydı. Bunun da nedeni sabah saat yedide festivalin sitesine otuz saniye geç girmemdi. Neyse ki böyle etkinlikleri sonradan internetten izleme olanağı var.
En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Wim Wenders’in Japonya – Almanya ortak yapımı ‘Kusursuz Günler’ (Perfect Days) adlı filminin oyuncusu Koji Yakusho’ya gitti. Herkesin beğendiği film, Tokyo’da tuvalet temizleyen ve son derece basit ama mutlu bir hayat süren bir adamı anlatıyor. Ben filmi izlerken oyuncunun Şener Şen gibi baktığını düşündüm. Mummer Brav da aynı duyguya kapılmış.
MERVE DİZDAR: EN İYİ KADIN OYUNCU
En İyi Kadın Oyuncu Ödülü bizim oldu. Merve Dizdar’ın konuşmasını dün sizinle paylaşmıştım. Tekrar okumanızı rica ediyorum. Merve’nin ‘Kuru Otlar Üstüne’ filmiyle sinemamıza kazandırdığı karakter kesinlikle akıllardan silinmeyecek. Kadınların bu derece toplumdan dışlanmaya çalışıldığı şu tuhaf dönemde böyle bir ödülün gelmesi ayrıca çok iyi oldu.
Hirokazu Kore-eda ‘Canavar’ (Monster) adlı filmi ile En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı. Ödülünü alırken 2018 yılında bir okulda şiddete uğrayan bir çocuk ile ilgili gazete haberinden yola çıkarak senaryoyu yazdığını söyledi.
Mansiyon olarak tanımlanabilecek Jüri Ödülü Aki Kaurismaki’nin ‘Düşen Yapraklar’ (Fallen Leaves) filmine verildi. Çok iyi film. Ödülü almak üzere filmin oyuncuları sahneye çıktı. Kaurismaki birkaç yıl önce Berlin’de ödül aldığında da yine sahneye çıkmamış, festival yönetmeni Dieter Kosslick ödülü salonda oturduğu koltuğa kadar getirmişti. Kaurismaki birçok Finli gibi içkiyi çok sever, akşam saatlerinde o kafayla sahneye çıkmak zor oluyor tabii. Umarım bu cümle sansüre uğramaz.
En İyi Yönetmen Ödülü ‘The Pot Au Feu’ adlı Fransız filminin yönetmeni Tran Anh Hung’un oldu. İzleyemediğim filmlerden biriydi. Festivalde bazan aynı anda iki yerde birden olmak gerekiyor, gösterimler üst üste biniyor. Bu yıl 60. yıldönümünü kutlayacağımız Antalya Altın Portakal Film Festivali ile ilgili toplantılar da yaptığımız için bazı filmleri kaçırdık. Juliette Binoche’un oynadığı film yemek üzerineymiş.
İkincilik Ödülü olan Jüri Büyük Ödülü’nü açıklamak üzere Quentin Tarantino geldi ve kısa bir konuşmadan sonra yaşayan bir efsane olan Roger Corman’ı sahneye davet etti. 1926 Doğumlu Corman yapımcı ve yönetmen olarak gerçekleştirdiği düşük bütçeli filmlerle tanınıyor. Bizim sinemamızın finansman sorunlarını aşmak için Corman gibi bir yapımcıdan öğrenilecek çok şey olduğunu düşünüyorum. Jüri Büyük Ödülü’nü Jonathan Glazer’in yönettiği, ‘İlgi Alanı’ (The Zone of Interest) kazandı. Daha önce sizinle paylaştığım bu film hem sinema dili, hem de Auschwitz toplama kampına çok farklı yaklaşımı nedeniyle herkesin beğenisini kazanmıştı.
ALTIN PALMİYE 'BİR KAZANIN ANATOMİSİ'NE
Gelelim büyük ödül Altın Palmiye’ye. Ödülü sunmak için Jane Fonda sahneye çıktı. "İlk kez 1963 yılında festivale geldim, birçoğunuz daha doğmamıştı ve hiç kadın yönetmen yoktu" diye söze başladı ve ödülü açıkladı. Justine Triet imzalı ‘Bir Kazanın Anatomisi’ (Anatomy of a Fall) sanıyorum iki nedenle Altın Palmiye’ye değer görüldü. Birincisi film Fransız yapımı, ikincisi yönetmen kadın. Daha önce ‘Hitchcock taklidi, televizyon kanallarında her gün karşımıza çıkabilecek sıradan bir polisiye’ olarak tanımladığım film hakkındaki düşüncem değişmiş değil.
Sonuç olarak 21 filmin yarıştığı, ünlü yönetmenlerin boy gösterdiği bir yarışma izledik. Ben Cannes’da büyük ya da küçük ödüller olduğuna inanmıyorum. Böyle bir şeçkinin arasından jüri yedi filmi ön plana çıkarttı ve ödüllendirdi. Bunlardan birinin Nuri Bilge Ceylan’a ait olması, Merve Dizdar’ın En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü alması sinemamız için çok önemli. Özellikle son yıllarda ülkemize ve sinemamıza yurt dışında duyulan ilginin çok azaldığı düşünülünce bu ödülün anlamı daha da büyüyor.
Son olarak yarışma dışı gösterilen iki filmden söz etmek istiyorum. Indiana Jones’un beşinci (ve herhalde son) filminin festivalde gösterilmesinden daha önemlisi 80 yaşındaki Harrison Ford’un Cannes’a gelmesi ve sinemaya veda mesajı vermesiydi. 154 Dakika uzunluğundaki film bilgisayar teknolojisinin sinemada neleri mümkün kıldığını göstermesi açısından ilginçti. Film 1944 yılında, ikinci dünya savaşında Alp dağlarında giden bir trende başlıyor. Burada Harrison Ford çok genç olarak karşımıza çıkıyor. Sonra 1969 yılında aydan dönen astronotları karşılayan New York kentine gidiyoruz, arkasından sırasıyla Fas, Yunan adaları, Sicilya’da devam eden macera New York’ta sona eriyor. Film eleştirmenlerce çok beğenilmediyse de herkes bir şekilde izleyecektir, buna eminim.
80 Yaşındaki Martin Scorsese Amerikan tarihindeki bilmediğimiz karanlık (ve kirli) olayları anlatmakta çok başarılı bir yönetmen. 2002 Tarihli ‘New York Çeteleri’ni anımsayın, ona benzer bir film yoktur. Cannes’da yarışma dışı gösterilen ‘Flower Moon Katilleri’ (The Killers of Flower moon) 206 dakika uzunluğunda, son derece önemli ve özgün bir filmdi. Eğer festival yönetimi Scorsese’yi yarışmaya katılması için ikna edebildeydi sonuçlar çok farklı olurdu. 2017 Yılında yayınlanan ve gerçek olaylara dayanan aynı adlı romandan yola çıkan film, Flower Moon adlı bir kasabada geçiyor. Atalarından kalan topraklardan sürülen Osage kabilesi Oklohama’nın Flower Moon kasabasına yerleşiyor. Kısa bir süre sonra bulunan petrol nedeniyle kabile üyeleri çok zengin oluyor. Uyanık Amerikalılar evlilik ve sonradan işlenen cinayetlerle bu zenginliği ele geçirmeye çalışıyorlar. Robert De Niro ve Leonardo DiCaprio’nun kötü adamlar olduğunu da belirtelim. Scorsese basın toplantısında ‘filmin aşk, güven ve ihanet üzerine olduğunu’ belirtti. Robert De Niro da canlandırdığı karakteri anlamanın mümkün olmadığını söyledi. Festivalde sadece iki gösterimi yapılan ve davetiyeleri hemen tükenen ‘Flower Moon Katilleri’ mutlaka izlenmesi gereken bir başyapıt.
Önümüzdeki yıl tekrar birlikte olmak dileğiyle.