Cannes 2023: Sıradan bir polisiye, paranoyak bir kral
Kötü düşünceli insanlar "Firebrand"den "Henry sana söylüyorum, Charles sen anla" dersini çıkarabilir. Daha tahta yeni çıkmış olan 3. Charles ve Kraliyet ailesi bu filmi pek sevmez gibi geldi bana...
Ahmet Boyacıoğlu
Fransa Kültür Bakanı, festival sırasında bakanlığın sinemaya 350 milyon euro destek vereceğini açıkladı. Böyle açıklamalar festival günlerinde duyurulunca daha çok ilgi çeker. Venedik Film Festivali programında yer alması muhtemel filmlerin listesi de birkaç gün önce sızdırıldı. Yarışmada bir sürü ünlü yönetmen var. Venedik’in yönetmeni Alberto Barbera’ya sordum, "Ben kimseye bir şey söylemedim" dedi. Hep öyle olur zaten.
Filmin başında bir adam evinin önünde ölü bulunuyor. Kaza mı, cinayet mi? Tek olası sanık, o sırada evde olan eşi. Araları da pek iyi değil zaten. Kadın başarılı bir yazar, adam da yazar ama yazamama krizinde. Film, 'Öldürdü mü, öldürmedi mi?' sorusuna 150 dakika boyunca cevap arıyor. Almanlar bu tür polisiye filmleri çok severler, televizyon kanallarında haftada iki-üç kez böyle filmlerle karşılaşırsınız. Alfred Hitchcock’un 70 yıl önce çok iyi örneklerini çektiği, sinemaya hiçbir yenilik getirmeyen bu tür filmlerin yarışmada ne işi var anlamak mümkün değil. Üstelik burada çıkan yazılarda filme ödül şansı verenler bile var. Alman oyuncu Sandra Hüller’in başrolündeki bu Fransız filminin adı "Bir Kazanın Anatomisi" (Anatomy of a Fall). Yönetmen Justine Triet.
FIREBRAND
Tarihte gerçekten yaşanmış olaylar ve yaşamış kişilerden yola çıkan filmler çok ilginç ve aynı zamanda öğretici olabiliyor. Genelde yayınlandığı zaman çok ses getiren bir roman, bir yapımcı ya da yönetmen tarafından beğenilirse film hakları satın alınıyor. Birkaç yıl sonra da filmi sinemalarda izleyebiliyoruz.
2012 yılında basılan Elisabeth Fremantle imzalı 'Queen’s Gambit' adlı romanın sinema uyarlaması Brezilyalı yönetmen Karim Ainouz tarafından yapılmış. Bu kendisinin festivale seçilen altıncı filmi. Yani o da "Olağan Şüpheliler" grubuna dahil. "Firebrand" yanan odun anlamına geliyormuş, ikinci bir anlamı ise 'kışkırtıcı, ortalığı karıştıran'. Film, bizi 1540 yılının İngiltere’sine götürüyor. Bir cümle ile anlatmak gerekirse Sekizinci Henry’nin altıncı eşi Kraliçe Katherine Kerr’in yaşadıklarını izleyeceğiz. Sekizinci Henry pek normal bir insan değil. Daha önceki eşlerinden ikisinin başını kestirmiş. Kraliçe her şeye rağmen İngiltere’nin daha özgür, daha yaşanır bir ülke haline gelebileceğine inanıyor. Sarayın içinde entrikanın biri bin para, her odada başka bir komplo kuruluyor ve dinin gölgesi sarayın üzerinde. Ülkede huzursuzluk yaratan en büyük sorun daha önce İngilizceye çevrilmiş olan İncil’in okunmasını kralın yasaklamış olması. Sarayda büyük bir güce sahip olan Kardinal da bunu hiç istemiyor zaten. Çünkü insanların İncil’i okuyup anlamalarının kilisenin gücünü kıracağını biliyor. Herkesin kaderi kralın iki dudağının arasında. Başı kesilerek idam edilmekten daha kötüsü de var: Yakılmak. Kraliçenin devrimci olarak niteleyebileceğimiz muhaliflere destek vermesi kendi hayatının da tehlikeye girmesine neden oluyor. İrlanda, İngiltere ve Fransa’nın Kralı Sekizinci Henry rolünde makyaj nedeniyle neredeyse tanınmaz durumdaki Jude Law var. Papağanına İspanyol kralı Carlos’un adını vermiş, bir dediği bir dediğini tutmuyor, paranoyak, üstelik ağır hasta. Tam bir kötülük kaynağı. "Firebrand" 16. yüzyılın atmosferini çok iyi veren, yapımına çok para harcanmış bir tarihi film. Ancak bir noktadan sonra izleyici kralın kötülüklerinden bunalıyor. Bu kadar da olmaz ki. Ben sadece şunu söyleyeyim. İyi kraliçemiz filmin sonunda hayatta kalmayı beceriyor.
Kötü düşünceli insanlar bu filmden "Henry sana söylüyorum, Charles sen anla" dersini de çıkarabilirler. Daha tahta yeni çıkmış olan 3. Charles ve Kraliyet ailesi bu filmi pek sevmez gibi geldi bana...