Cannes: Dünyanın güncel sorunları üzerine bir meditasyon, RMN
Cristian Mungiu’nun RMN adlı filminde bize güncel bir Avrupa panoramasını başarıyla sunduğu söylenebilir.
Bir Amerikalı yıllar önce ‘Bir filmin ilk on dakikasında bir şey olmazsa sonra da hiçbir şey olmaz’ demişti. Cristian Mungiu’nun RMN adlı Romanya, Fransa, Belçika ortak yapımı filminde ilk 60 dakikada neredeyse hiçbir şey olmuyor. Romanya’nın Transilvanya bölgesinde köy irisi, kasaba küçüğü bir yer. Gençler iş bulmak için köyü terk etmiş. Almanya’dan köyüne geri dönen bir adam, onun ormanda korkunç bir şey gördüğü için konuşamayan oğlu, adamın eski sevgilisi… Köyün ekmek üreten fabrikası bir Avrupa Birliği projesinden maddi destek alabilmek için iki Sri Lankalıyı işe alıyor. Zaten ücreti düşük bulan köylüler de ekmek fabrikasının ‘işçi aranıyor’ ilanları ile pek ilgilenmiyorlar.
Bu kez Emin Alper’in ‘Kurak Günler’ filmindeki derin Anadolu’nun derin Romanya versiyonu ile karşı karşıyayız. Deri renkleri de farklı olan Sri Lankalıların gelişi köyde huzursuzluk yaratıyor. Bir kadın Sri Lankalılar ekmek fabrikasında çalışmaya başladıktan sonra ‘Elleri hamurun içinde’ diyerek ekmEk almayı kesiyor, bunu da kilisede herkes ile paylaşınca cemaat kadına hak veriyor. Papaz da bir yorum yapmaktan kaçınıp ekmek boykotuna bir anlamda destek oluyor. Burada benim aklıma İkinci Dünya Savaşı döneminde Vatikan’ın Nazilerle iş birliği yaptığı geliyor.
Sri Lankalıları köyden atmak için imzalar toplanıyor. Papaz elçilik görevini üstlenip ekmek fabrikasına gidiyor. Ancak fabrika yönetimi çok çalışkan iki işçisini kovmayı kabul etmiyor. Zaten Avrupa Birliği’nde alacakları maddi katkı da çok önemli.
Filmin Noel zamanı geçtiğini belirtmekte fayda var, hani Noel’de sevgi hep ön plana çıkar ya. Sri Lankalıları kiliseye almıyorlar, ‘Müslümanlar giremez’ diyorlar. Sonra Sri Lankalıların Katolik olduğunu duyunca çok şaşırıyorlar. Dindar olmak yetmiyor, asıl önemli olan cahil olmamak. Bu arada Noel kutlamaları, konserler devam ediyor.
Bir çözüme ulaşılamayınca kasaba halkı papazın ve belediye başkanının yönlendirmesiyle kültür merkezinde toplanıyor. Neredeyse on beş dakikayı bulan, sabit kamera ile tek plan çekilmiş bu çok başarılı sahne dünyamızın güncel sorunları üzerine bir foruma dönüşüyor. Herkes eteğindeki taşı döküyor. Zaten etnik yapı çok karışık, Romenler ve Macarlar yıllarca birbirleriyle çatışmışlar, sonra el birliğiyle Çingeneleri kovalamışlar. Yabancılar zaten hiçbir zaman sevilmemiş. Herkes birbirine ağızına geleni söylüyor. Söz alıp yabancıları savunmak isteyen Fransız sivil toplum örgütü üyesi genç de ülkesindeki İslam karşıtlığı, yabancı düşmanlığı ve sömürgecilik nedeniyle ağızının payını alıyor. Aslında halk Avrupa Birliği kurallarından hiç memnun değil. Kasabanın doktoru olaya tıbbi açıdan yaklaşıyor. Uzak ülkelerden gelen insanların farklı gen yapıları olduğunu, hiç bilinmeyen hastalıkları taşıyıp yayabileceklerini söylüyor. Benim aklıma şimdi de Nazi toplama kampı doktoru Mengele geliyor. Yabancıların kovulmasını isteyenler 400’den fazla imza ile çoğunlukta, 28 fabrika çalışanı da kalmaları için imza vermiş.
Aslında sorun ekonomik. Köy halkı verilen ücreti beğenmeyip çalışmayınca yabancı işçileri işe almaktan başka bir çare yok. Ben de 1978 – 1985 yılları arasında Almanya’da çalıştım, kimse beni kovalamaya kalkmadı. Dünyanın giderek daha kötü bir yere dönüştüğü kesin.
Tartışmanın sonunda sinirli bir katılımcı fabrika sahibinin Mercedes arabasını gündeme getiriyor. Fabrika sahibi arabanın kiralık olduğunu söyleyerek kendini savunuyor. Başka biri ‘Papazın da Mercedes’i var’ diye araya giriyor. Papaz Mercedes’in annesine ait olduğunu söylüyor. İnsanlar gülüyor.
Buraya bir tarihsel parantez açmak gerekiyor. Ülkemiz 1970’lerde, şimdi olduğu gibi bir ekonomik dar boğazdan geçerken hükümet lüks araç ithalatını yasakladı. Hiç unutmuyorum, bir iş adamı kocaman Mercedes’inin önünde fotoğraf çektirip ‘Ben CHP’ye oy vermiştim, şimdi bu arabayı ne yapayım’ diye yakındı. İlhan Selçuk da köşesinde ‘Okurlarım bu kişiye arabasını ne yapması gerektiğini söylerler’ diye bir yazı yazdı. Sanıyorum en büyük sorun paranın paylaşılmasında. Kapitalin az olduğu ülkelere kapitalizm girince insanlar birbirlerinin boğazını sıkmaya başlıyor, komşusunun cebindeki paraya gözünü dikiyor. Belki lüks araç ithalatı kısıtlaması bugüne dek sürseydi, yani ayağımızı yorganımıza göre uzatsaydık, azla yetinmeyi öğrenseydik, ülkemiz şimdi çok daha iyi durumda olurdu. Ne dersiniz?
Biz filmimize dönelim. Irkçılık bir kere hortladı, bu işin sonu iyi değil. Sri Lankalıların kaldığı eve molotof kokteyli atılıyor. Halk ekmekleri boykot ediyor. Sonuçta Cristian Mungiu’nun bize güncel bir Avrupa panoramasını başarıyla sunduğu söylenebilir. Tek sorun filmin ilk 60 ve son 5 dakikasının konudan kopukluğu. Ancak bu eksikliklere karşın RMN izlenmesi gereken bir film.