Caravaggio’nun resimleri: Şiddetin görsel şöleni
Özel yaşamı ne kadar şiddet dolu olursa olsun Caravaggio, kendine özgü tarzıyla dikkatle izlenen örnek bir sanatçı olmuştur.
Judith ve Holofernes öyküsünde Assurlular İsrail’i kuşatmış ve İsrail halkı teslim olmak üzeredir. Güzel ve zengin bir dul olan Judith süslenip en güzel giysilerini giydikten sonra hizmetçisi Abra’yı yanına alıp Assurluların kampına gider. İsraillileri kolayca yenmeleri için onlara yardım edeceğini söyler. Holofernes’in huzuruna çıkarılan Judith üç gece onunla kalır. Bu süreçte hem diğer komutanların hem de Holofernes’in güvenini kazanır. Dördüncü gecede ziyafet verir ve çok sarhoş olan Holofernes derin bir uykuya dalar. Çadırın önündeki askerlerden bir kılıç alan Judith, Holofernes’in başını keser.

Galleria Borghese, Roma.
Sanatın tarihinde şiddetin yüceltildiği anlayışlar hep oldu. Örneğin, Fütürizm Manifestosu’nda şiddetin idealleştirilmesi çarpıcıdır. Manifestoda eski sanatın uyuşukluğuna karşı, saldırganlık idealleştiriyordu. Hatta savaş istenmekle kalınmıyor, militarizmin dünyanın tek mikrop kırıcısı olduğu ilan ediliyordu. Bu şekilde günümüze kadar dini konulu veya hanedanları yüceltirken şiddeti idealleştiren resim ve heykeller yapıldı. Gelecekte de yapılacağını tahmin etmek zor değil…
Sanatçılar ve sanat çevreleri de şiddetin mağduru oldu. Faşist ve baskıcı rejimler kendileri için tehdit olmasa bile sadece kendilerinden olmadığı için sanat insanlarını yok etmeyi marifet sandılar. Şili’de Viktor Jara, İspanya’da Federico García Lorca ilk akla gelenler. Ülkemizde de bu türden dehşet olaylarını yaşadık. Sanatçıların maruz kaldığı şiddet, tanımlanması güç bir kötülüğün ve cehaletin saldırısı olarak sanat ortamında tarihi çok eskilere giden bir durumdur. Sabahattin Ali’yi kiralık bir katile öldürtenlerle Nazım Hikmet’e dünyayı dar etmeye yeminli karanlık zihniyet sahibi kişilerin dünyaları aynıydı.
Sanat eleştirisini bilimsel disiplinle ele alan Bedrettin Cömert’i öldürenler de aynı düşünceye sahipti. Öte yandan sanatını şiddeti idealleştirerek üreten ve kendisi de şiddet eğilimli olan sanatçılar oldu. Sıra dışı sanatçı kişiliğiyle bir döneme damgasına vuran Caravaggio bu sanatçılardan biridir. Davut ve Golyat resminde şiddeti kendisiyle ilişkilendirmesi psikanalitik bir çözümlemenin gerektiğini düşündürür.
Resimdeki Davut, ergen/genç Caravaggio’dur. Dev Golyat’ın başı da yaşı ilerlemiş Caravaggio’dur. Eski Ahit’te geçen Davut’un hikayesi Elah Vadisinde Yahudiler ve Filistinliler arasında yapılan savaşta gerçekleşir. Filistinli Dev Golyat, Yahudileri kendisiyle düello yapmaya çağırır. Kırk gün boyunca da bu çağrıyı tekrarlar. Genç Davut çıkar karşısına. Elinde bir sapan vardır. Tıpkı Filistinlerin intifadasında kullanılan sapanlar gibi… Davut’un attığı sapan taşı Golyat’ın kafasını yarar. Davut, sersemleyen Golyat’ın kellesini keser. Kim bilir, belki de bu resimde genç Caravaggio’nun kırk yaşındaki Caravaggio’dan öcünü aldığı bir iç hesaplaşma söz konusudur.
MİCHELANGELO MERİSİ DA CARAVAGGİO
Sanat tarihinde gotik, rönesans, barok gibi adlarla anılan dönemlerde üslup her şeydir. Leonardo, Michelangelo veya az tanınan bir sanatçı olsun fark etmez, üretim üsluba göre yapılmalıdır. Başka bir deyişle Leonardo veya Michelangelo o müthiş yetenekleri ve kişisel üsluplarının mükemmelliğine rağmen dönem üslubundan farklı üretimde bulunamazlardı. Michelangelo son dönem heykellerinde rönesanstan farklı biçim arayışlarına girmişti ama eninde sonunda bir rönesans sanatçısıydı.
Caravaggio ise yaşadığı dönemin özellikleri itibarıyla sadece bir Barok Dönem sanatçısı değil, Barok üslubun oluşmasında etkili olmuş öncü bir sanatçıydı. 16’ncı yüzyılın sonlarından 17’nci yüzyılın ilk on yılına kadar yaptığı resimlerle Barok sanatın oluşmasında etkili oldu. Bu usta ressam, önceleri detaycı tavrı ve renk kullanımı bakımından Tiziano’nun etkisindeydi. Olgunluk dönemi eserleri ise ileride ‘Caravaggioculuk’ ekolü diye anılan bir üslubun oluşmasını sağlamıştı. Sanatçıya has ışık-gölge kullanımıyla ancak sezilebilen bir mekan içinde figürlerin hareket ve duruşları hissedilir. Merkezden uzaklaştıkça koyulaşan gölgelerin oluşturduğu belirsizliğin içinde güçlü bir ışık kaynağının altında gerçekleşen gerilimli dramatik anın tasviri çok etkileyicidir.
Caravaggio’nun çocukluğunda yaşadığı travmalar, inişli çıkışlı tüm yaşamını etkilemiş olmalı. Tabii sanatını da… Asıl adı Michelangelo Merisi olan Caravaggio, 1571’de Milano’da doğdu. Ailesi Milano yakınlarındaki Caravaggio kasabasının yerlileriydi. Sanatçının ismi de bu kasabanın isminden gelir. Caravaggio 1577’de henüz altı yaşındayken babasını veba salgınında kaybeder. Babası Fermo Merisi’nin bir mimar olduğu bilgisi tartışmalıdır. Merisi ailesinin Milano’da yaşadığı mahallenin de bir işçi mahallesi olduğu söylenir. Biyografi yazarları Mia Cinotti ve Gian Alberto Dell’Acqua’ya göre, Caravaggio, vebanın sürdüğü dönemde henüz 13 yaşındayken Simone Peterzano’nun atölyesinde çıraklık yapmaya başlar.
Belgeler ışığında Caravaggio’nun her an kavga etmeye hazır bir kişiliği olduğunu anlıyoruz. Dönemin biyografi yazarları çalışırken geçirdiği süreden daha fazlasını tenis benzeri bir oyunda geçirdiğini kaydetmişlerdi. Bu oyunu oynamaya giderken yasa dışı yollarla kılıçla dolaştığı biliniyordu. Bu oyunlar sırasında ya da sonrasında rakibinin pelerinini kesmek, sert diyalogların yanı sıra garsonlarla kavga etmek, bir koruma görevlisini yaralamak ve Papalık Polisi olan ‘sbirri’ üyesi bir görevliye hakaret etmek gibi nedenlerden dolayı defalarca tutuklandı. Saldırgan tavırları nedeniyle sık sık başı polisle derde girdiği için
Roma’daki polis kayıtlarında adına sıkça rastlanır. Kadınlara ve genç erkeklere cinsel taciz ve bir avukata fiziksel saldırı işlediği suçlar arasındadır. Ancak Kardinal de Monte gibi nüfuzlu koruyucuları sayesinde ceza almaktan hep kurtulmuştur.
1606 yılında Caravaggio kendi sonunu hazırlayan bir öfke anı yaşar. Sık oynadığı tenis benzeri bir oyundan sonra yaşanan gerilimden dolayı bir kılıç dövüşüne girer. Rakibi olan Ranuccio adlı delikanlı aldığı yaralardan sonra ölür. Bu olaydan sonra Roma’dan kaçar. Önce Napoli’ye sonra da dini ve askeri bir tarikat olan Malta Şövalyeleri’nin denetimindeki Malta’ya gider. ‘Vaftizci Yahya’nın Başının Kesilmesi’ resmi karşılığında Malta’daki bu tarikata üye olur.

Tual üzerine yağlı boya,
Londra, Ulusal Galeri
Kazandığı statüyle Malta günleri iyi giderken yine bir öfke patlamasından sonra tutuklanır. Malta’dan kaçar ancak tarikattan da kovulur. Bu kez Sicilya’ya gider. Ardından tekrar Napoli’ye döner. Roma’daki arkadaşları onun affedilmesi için Papalığa dilekçe verse de Caravaggio, bu kez de Napoli’de bir bar kavgasına karışır. Roma’ya dönmek için gemi yolculuğuna çıkacağı sırada tekrar tutuklanır. Daha sonra serbest bırakılsa da gemi eşyalarıyla birlikte çoktan yola çıkmıştır.
Kıyı boyunca yürüyerek yol aldığı anlarda sıtmadan ya da bazı anlatımlara göre dövüş sırasında aldığı yaralardan dolayı 39 yaşında yalnız başına ölür.
BAROK ÜSLUBU VE CARAVAGGİO
Barok sanatını anlamak için Rönesans sanatı bilmek, Rönesans sanatını anlamak için de Barok sanatı bilmek gerekir. Heinrich Wölfflin biçimsel özellikleri tasnif ederek Rönesans ve Barok sanatı karşılaştırmıştır. Rönesans’ın sonlarına doğru klasik sanatın temel kurallarını reddeden, figürlerin uzatılarak deforme edildiği ve perspektif kurallarının gerçekçilik algısından uzaklaştığı yeni bir sanat anlayışı olan Maniyerizm ortaya çıkar.
Maniyerizm’i izleyen Barok sanatı, Katolik kilisesinin koruyuculuğunda, 17’nci yüzyılın ilk yıllarından itibaren Roma’dan tüm Avrupa’ya yayılır. Rönesans aşırılığa izin vermeyen ağırbaşlı ve dengeli bir üslup yansıtırken, Barok sınırsız ve çoşkulu bir üslup yansıtır. Wölfflin’in dediği gibi, Barok’ta ‘Güzel oranlar ideali kaybolmuş, ilgi varlığa değil, olaya bağlanmıştır.’
Caravaggio’nun yaşadığı dönem Katolik Kilisesi’nin Reform hareketlerine karşı sert ve şiddeti içeren önlemler aldığı bir dönemdi. 16’ncı yüzyılda, Martin Luther’in Almanya’da başlattığı ve sonraları Jean Calvin’in takip ettiği reform hareketleri Vatikan’ın gücünden çok şey götürdü. Diğer yandan bu dönemde Descartes’le birlikte Kepler ve Galileo’nun dini doktrinleri sarstığını hatırda tutalım.
Papalığın gücünü toparlaması ve pekiştirmesi için engizisyon mahkemesinin etkisinin arttırılması gibi dini önlemlerin yanı sıra meşruiyet ve Papalığın dini doktrinini yaymak için yeni sanat anlayışına ihtiyaç vardı. Gombrich bu durumu şöyle açıklar: Vatikan, okuma yazma bilmeyen kitlelere dini doktrinleri öğretmek için sanatın işlevini daha Orta Çağ’ın başında keşfetmişti. Bu reform dönemlerinde sanat belki eğitimli kişileri de ikna edebilir ve dine kazandırılmasına yardımcı olabilirdi. İçindeki sanat eserleriyle kilise, insanın ayaklarını yerden kesecek görsel şölen sunmalıydı. Bunun için mimar ve sanatçılara çok iş düşüyordu. İç mekanlarda ayrıntıdan çok, bütünün oluşturduğu genel etkiye önem verilmişti. Çiğdem Seçer’in vurguladığı gibi, güçlü dini duygular için görsel dramalara ihtiyaç duyulmuştu. Caravaggio’nun üslubu da bunu karşılayacak güçteydi.
CARAVAGGİO’NUN RESMİNDE ŞİDDET: JUDİTH VE HOLOFERNES
Caravaggio, resimlerinde konunun dini içerikli olup olmadığına bakmadan figürlerini sıradan insanlar gibi betimliyordu. Meryem’i kirli giysileriyle yoksul bir kadın olarak, azizleri kirli ayaklarıyla yırtık pırtık giysiler içinde gösteriyordu. Judith ve Holofernes’in öyküsünün işlendiği resimde de figürler dini havanın verdiği idealleştirilmiş kişiler olarak değil sanki hep tanıdığımız sıradan kişiler gibi gösterilmiştir. Caravaggio’nun resimde oluşturduğu kompozisyon, ışık-gölge kullanımı ve ışığın ilgi duyulması istenilen yere yönelmesi bir tiyatro sahnesi izlenimi bırakır.

Tual üzerine yağlı boya,
Palazzo Barberini, Roma
Resmin konusu apokrif bir metinden alıntıdır. Apokrif metinlerin dini açıdan doğruluğu şüpheli olan ve Yahudi kanonunda yer almayan metinler olduğu kabul edilir. Katolik Kilisesi, Yahudi tarihine ait bu metinleri sonradan okuma listelerine ekler. Judith ve
Holofernes öyküsü Eski Ahit ve diğer apokrif metinlerde sıkça geçen Yahudi kahramanların düşmanlarına karşı verdiği mücadelelerden biridir. Bu öyküde Judith’in Assurlu Holofernes’i sarhoş ettikten sonra başını kesmesi anlatılır. Öyküde Assurlular İsrail’i kuşatmış ve İsrail halkı teslim olmak üzeredir. Güzel ve zengin bir dul olan Judith süslenip en güzel giysilerini giydikten sonra hizmetçisi Abra’yı yanına alıp Assurluların kampına gider. İsraillileri kolayca yenmeleri için onlara yardım edeceğini söyler. Holofernes’in huzuruna çıkarılan Judith üç gece onunla kalır. Bu süreçte hem diğer komutanların hem de Holofernes’in güvenini kazanır. Dördüncü gecede ziyafet verir ve çok sarhoş olan Holofernes derin bir uykuya dalar. Çadırın önündeki askerlerden bir kılıç alan Judith, Holofernes’in başını keser. Hizmetçisiyle birlikte çuvala koyup götürdüğü Holofernes’in başını gören Assurlu askerler korkarak kaçar.
Özel yaşamı ne kadar şiddet dolu olursa olsun Caravaggio, kendine özgü tarzıyla dikkatle izlenen örnek bir sanatçı olmuştur. Döneminin diğer sanatçıları gibi konularını kutsal metinlerden alsa da karakterleri sıradan insanlarmış gibi resmetmesiyle diğerlerinden ayrılır. Modelleri ise çevresinden tanıdığı alt tabakayı oluşturan bireylerden, kumarbazlar ve fahişelerden oluşuyordu. Bakımsız ve dişleri dökülmüş kirli giysiler içinde betimlenmiş kutsal kişiler ona daha gerçekçi gelmiş olmalı. Caravaggio’nun tekniği, öfkesi kadar spontaneydi ve hızlı çalışırdı. Resimlerini yapmaya başlamadan önce hiç ön hazırlık yapmadığı ya da çok az yaptığı bilinir. Dönemin biyografi yazarı Giovanni Baglione, Caravaggio’nun beğenmediği çalışmalarını daha başlarda terk ettiğini üstüne başka bir çalışma yaptığını söyler.
Şiddete uğrayanların bedenlerinde ve ruhlarında çektiği acıların hissedilmesi sadece şiddete maruz kalanlarla sınırlı kalmaz. Susan Sontag’a göre, “Acıların ikonografisinin uzun bir geçmişi, deyiş yerindeyse bir soyağacı vardır. Gösterilmeye değer sayılan acılar, kaynağı ister ilahi güçler, isterse insanoğlu olsun, bir gazabın sonucu olarak kavranan acılardır.” Sömürünün ve şiddetin olmadığı bir dünya ülküsü bu acıların şefkatle sahiplenilmesinin nedeni olabilir. Hale Arslan Yılmaz’ın belirttiği gibi, Goya’nın parçalanarak terk edilmiş bedenlere resimleri aracılığıyla sahip çıkmış olması suçlulara ve şiddet kavramına başka bir açıdan bakılmasını sağlayabilir.
* Sanat Tarihçisi Abdullah Deveci (Eskişehir Okulu)