Çay var içersen, Rize var gidersen
Son zamanlarda yayla turizmiyle önemli turizm merkezlerinden biri hâline geldi Rize... Bir de nefret söylemlerinin odak noktalarından biri... Hâlbuki çok değil, yirmi otuz yıl kadar önce nasıl da sempatiyle yaklaşılıyordu hem Karadeniz’e hem de Karadeniz insanına... Her şey bir yana yeşilin her tonunu görebileceğiniz muhteşem güzellikteki yerleri merak etmeyen var mı? Sanmıyorum!
Bir zamanlar Karadeniz’in haşin dalgalarına göğüs geren dağların yamaçlarında bir çift yaşarmış: Ali Reis ile Razi... Ama gel gör ki bir gün Karadeniz’in hırçın dalgaları Ali Reis’i koparmış Razi’den. Güzelliği, zenginliği ve iyi kalpliliğiyle tanınan kadın, yemyeşil orman içindeki sarayında yapayalnız kalmış. Her gün, her gece denize açılan penceresinin önünde oturmuş, gözyaşları içinde sevgilisini beklemiş, umutsuz aşkını türküleriyle dile getirmiş. Zaman böyle geçip giderken bir gün ne pencereden görünür ne de sesi duyulur olmuş. Bir de gelip ne görsünler koca saray bomboş, kimsecikler yok. Yalnız iki satır yazı: “Hazinelerimi fakir fukaraya dağıtın, gelip ev bark kursunlar ve beni aralarında bulsunlar.” Dediği gibi de olmuş, hazinelerle kısa zamanda bir şehir kurulmuş ve şehrin adını da “Raziye” koymuşlar. Zamanla Raziye, “Rize” olmuş. Rize’nin ardı arkası kesilmeyen yağmurları da onun gözyaşlarıymış. Rizeliler, dalgalı ve fırtınalı günlerde denizden gelen sesin Ali Reis’in uğultusu olduğuna, onun “Razi, Razi” diye seslendiğine inanır olmuş zamanla.
YAĞMUR DEĞİL; GÜNEŞ DUASI
Rize gerçekten oldukça yağışlı bir şehir; haftada iki kere yağmurun yağdığı birinin üç gün, diğerinin dört gün sürdüğü, güneşin zar zor açtığı... O nedenledir ki Rize’nin geçmişinde yağmur duası değil, güneş duası yapıldığı söylentisi var. Hatta yaşlılar bu merasimin adının “bubirdak” olduğunu söylüyor. Çalı süpürgesinin insan gibi giydirilmesi ve “Bubirdağım bur ister, kaşık kaşık yağ ister, kadelden kaymak ister, un torbasından un ister, kintamandan tuz ister, Allah’tan kırmızı güneş ister.” sözleriyle dolaştırıldığı, toplananlardan höşmerim yapılıp yendiği, güneş açınca da horonların vurulduğu bir tören bu... Vurulmak derken yanlış yazmadım. Zira küçük bir bilgi; horon tepilmez vurulur. Ben horondaki hareketlerin deniz işçiliğinde yinelenen el, kol, ayak hareketlerinden geldiğini bilmiyordum. Öyle her horon da aynı değil Karadeniz’de. Laz ve Hemşin horonlarının Trabzon horonlarından başlıca farkı, horonlara sözlü iştirak edilmesi ve omuz silkme figürünün eksikliğiymiş. Horon gerçekten bir tutku Karadeniz’de. “Biz Rizeliyiz canısı, horonu yorulunca değil, ezan okununca bırakuruk.” diye de boşuna dememişler. Bir de hiç hoşuma gitmese de bölge insanını anlatması için paylaşacağım, “Ben Rizeliyim! Benimle dans etmeye çalışma, mermileri horon eder, yürümeye hasret kalirsin!”
YER GÖK ÇAY
Rize için tartışılmayacak en önemli gerçeklerden biri de çay! Öyle ki Mars’ta ya da çölde su bulsalar çay demleyecekler. Umudun bittiği yerde çay demliyorlar. Keki kakaolu değil, çaylı yapıyorlar. Konu çay olunca her şeyi bir kalemde siliyorlar. O nedenle her yerde çay ya da çayla ilgili bir şey var: Çay bardağı ya da çaydanlık görünümünde “sanatsal” çalışmalar, kurabiyeli çay bardağı görünümünde sandalyeler... Ama o yirmi dokuz metrelik çay bardağı ne Allah aşkına! İçi de Çay Çarşısı olacakmış. Hem de maliyeti tam tamına 47 milyon TL’ymiş. Bu arada bir yerde çay içecekseniz ve tanelerini sevmiyorsanız “süzekli” demeyi unutmayın. Ama bu durumu karşı taraf hoş karşılamayabilir...
HER KARADENİZLİ LAZ MI?
Rize’yi anlatmadan önce bilmeyenler için şunu da açıklığa kavuşturmak lazım; Karadeniz’de yaşayan herkes Laz değil. “Celdim, cittum” gibi kelimeler de Lazca değil, bir şive. Lazların apayrı bir dili var. Hani “Çayeli’nden Öteye” diye bir türkü var ya, işte Lazlar, Çayeli’nden öte tarafta kalan kısımda, yani Pazar ilçesinden Hopa’ya kadar olan bölgede çoğunlukla yaşıyor. Çayeli dâhil Trabzon tarafına doğru, Rize il merkezi dâhil bölge ise Türklerin yoğunlukta yaşadığı kısım. Karadeniz insanı kemençe, Lazlar ise tulumla oynarken zamanla bu kültür iç içe geçmiş. İki bölgede de insanlar hamsiyi yemeyi, atmacayı evcilleştirilmeyi çok seviyor. Boşuna “Biz Rizeliyiz uşağum. Biz hamsiyi biluruk. Diğerleri sadece baluktur” demiyorlar.
Bir de kendilerine ait dili ve kültürü olan Hemşinliler var ki dillerini Ermeniceye benzeterek, onlara “Ermeni dönmesi” diye baskı kurmaya çalışanlardan da söz ediliyor. Şehrin batısından doğusuna doğru gittikçe politik görüş de biraz değişiyor. 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’a en çok oy veren üçüncü il Rize (birinci Bayburt, ikinci Gümüşhane). Şu bir gerçek, Rize’de Erdoğan’a “Reis” deniliyor ve büyük bir çoğunluk onu çok seviyor. Ama burada bir parantez daha açacağım; geçmişte Erdoğan “Dövizinizi bozdurun.” dedikten sonra en yoğun döviz alımı Rize’de gerçekleşmiş... Neyse böyle “duygusal” konuları çok kurcalamayayım ve devam edeyim; Erdoğan, Rize’den yüzde 72.79 oy alırken partisi 53.4’te kaldı. Ancak doğuya gittikçe Erdoğan’a destek düşmeye başlıyor ve batıda yüzde on küsurlarda oy alan Kemal Kılıçdaroğlu, şehrin en doğu ilçesi Fındıklı’da oy oranını yüzde 46.4’e yükseltiyor.
53-61 LOBİSİ!
Rizeliler, Çinlilere savaş açmaya karar vermiş ve Çin’e bir mesaj yollamış. Çinliler açmış haritayı, Rize’yi aramaya başlamış. Bir de bakmışlar Karadeniz’in kıyısında, küçük bir şehir. “Bunlardan bize zarar gelmez.” deyip savaşı kabul etmişler. Bunun üzerine Rize’de yaşlılar heyeti ne yapacaklarına karar vermek için toplanmış. Bu arada halk da sonucu bekliyormuş. Toplantı uzadıkça uzamış... Sonunda gençlerden biri dayanamamış, toplantı yapılan yere dalmış ve “Ne o korkay misunuz?” diye sormuş. Yaşlılardan biri de “Korkmayruz ama o kadar insani nereye gömeceğimizi düşüneyruz.” demiş.
Ben bu fıkrayı okuduktan sonra bir süre durdum. Sonra biraz daha durdum ve Rize’yi ya da Rizeliyi hiçbir zaman anlayamayacağıma karar verdim. Çünkü onlarla benim aramdaki “gerçeklik” kavramı oldukça farklı. Onlar yüreklerde ünlem, akıllarda soru işareti!
Haklarında yazılanlara bakıyorum; herkes onları inatçı, milliyetçi, tutucu, agresif, muhafazakâr, bağnaz, sinirli, birbirine bağıran, ateistini bile yobaz ilan etmiş, etmiş de etmiş. Zamanında Gezi’ye destek için eylem yapanları linç etmeye çalışanlar da “ötekiler” tarafından linç edilmiş de edilmiş. Ekşi Sözlük’te açılan başlıklara bakmak bile bu durumu görmek için yeterli: “Rize ve Trabzonluların ülkeyi mahvetmesi”, “53-61 lobisi”, “Trabzon ve Rize cehaleti”, “Türkiye’yi neden Rize-Trabzon yönetiyor sorunsalı”, “Trabzon ve Rize’nin ülkeye bela olması”, “Ülkedeki Trabzonlu ve Rizeli oligarşisinin bayması”, “Türkiye’de en itici insanların bulunduğu şehir”, “Doğu Karadenizlilere duyulan nefret”, “Rize Trabzon Emirliği”.
Gerçi Trabzon’la Rize arasında bitmeyen bir husumet de var. Rizeliler diyor “Karadeniz Türkiye’nin üzerine dökülmesin diye biz tutuyoruz denizi”; Trabzonlular da diyor “Biz tutuyoruz.”
EN TEPKİ DUYULAN İL
Üşenmedim Ekşi Sözlük’te yazanların hepsini okudum. Şu yalnız çok komik geldi; Rize Trabzon Emirliği’nin kısaltması RTE ile Recep Tayyip Erdoğan’ın baş harflerinin aynı olmasını “keşfedip” yazanlar olmuş. Bugüne kadar yazdığım iller içinde sanırım en tepki duyulan yer Rize... Tepki gösterenlerin ortak noktası, Rize’nin doğasının çok güzel olduğu ama yol projelerine, HES’lere, taş ocakları açılmasına sessiz kalanların bu güzellikleri hak etmediği yönünde. Yani onlara göre insanları olmasa cennetten bir köşe bu şehir... Yanlış anlamayın bunu ben değil, bizzat Rizeliler diyor. Bu durumu eğitimsizliğe de göçlere de bağlayan var. Hakikaten de bir eğitim sorunu var bölgede. Öğretmen ya da dağlık bölge olmasından kaynaklı ulaşım sorununun yanı sıra çayın Rize’ye gelişinin eğitime olumlu etkisi olduğu gibi olumsuz etkisi de olmuş. Rize halkı çocuklarını okula göndermek yerine esnafın yanında çalıştırmayı tercih etmiş. Kız çocuklarının okula gönderilmesine karşı da isteksiz davranmışlar; genelde kızların ilkokulu bitirene kadar eğitim görmelerine izin verilmiş. 1927 yılındaki yüzde 11 olan okuryazar oranının 1980’e gelindiğinde yüzde 64.34’e çıktığı tespit edilmiş. Kadınlarda ise oran yüzde 50’nin altında kalmış.[1] Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı’nın (DOKA) günümüz verilerine göre ise okuryazarlık oranı erkeklerde yüzde 98.4, kadınlarda 94.7...
Eğitimsiz kişilerin taşrada çoğunlukta olduğunu varsayalım. Rize merkezden başka şehirlere yoğun göç yaşandığı ve eski bahçeli evlerin müteahhitlerce apartmanlara dönüştürüldüğü de aşikâr... İşte bazı Rizeliler, gidenlerin yerine eğitimsiz kesimin yerleştiği ve bu durumun şehrin kültürünü etkilediği görüşünde... Ne kadar etkisi olmuştur bilmiyorum ama ben yine de “Önümde buton olsa düşünmeden basacağım şehir” söylemlerinden hoşlanmıyorum. Ama bir o kadar da kadınların toplum içinde konumlandırıldıkları yer beni rahatsız ediyor. Kadınların çok çalışması gibi konulara girmeyeceğim ama kadınlara mirastan pay verilmemesini ya da bir kadının tek başına olduğu için Rize merkezde bir kafeye alınmadığını hayal edebiliyor musunuz? Sinirlendim, durduk yere...
NEREDEN NEREYE?
Mustafa Kemal Atatürk, 1924’teki Rize ziyaretinden sonra İsmet İnönü’ye çektiği telgrafta, “Rize’de gördüklerimden çok memnunum. Halk çok vatanperver ve Cumhuriyetperver’dir.” diye yazmış. Zamanında muhalif milletvekillerinin, “gelecek seçimlerde milletvekili olacakların doğdukları veya en az beş yıl süreyle yaşadıkları yerlerde aday olmalarını” istemesi üzerine adaylık yolu kapanma tehlikesi doğan Mustafa Kemal Atatürk’e Rizelilerin hemşehrilik teklifinde bulunduğunu, onun da bunu kabul ettiğini biliyor muydunuz? Peki ya Atatürk’ün hemşehri ilan edildiği Ankara, Diyarbakır, Erzurum, Antep ve İzmir’de resmî törenler düzenlendiğini ama Rize’de kutlanmadığını... Beşiktaş tribünlerinde İzmir Marşı söylenirken Rizespor taraftarlarının Beşiktaşlıları yuhalayarak, “Recep Tayyip Erdoğan” diye bağırdığını hatırlıyorsunuzdur ama değil mi?
TEMELLER, FADİMELER NEREDE?
Yirmi, otuz yıl öncesine kadar aslında Karadenizli insanlar toplumda daha sempatik bulunuyordu. Rizeli bir arkadaşım da bunu doğruluyor; Rizeli olduğunu söylediğinde eskiden kendisine şakalar yapıldığını, fıkralar anlatıldığını ama şimdi kendisine önyargıyla yaklaşıldığını söylüyor. Gerçekten Rize hakkında yazılanları okurken bile yıllara göre tepkinin giderek arttığını gözlemleyebilirsiniz.
Her ne kadar şehirdeki herkesin adı Temel, Dursun, Fadime olmasa da Rize’de fıkra gibi olaylar yaşanmaya devam ediyor. Kapısı olmayan balkon gibi mimari dehalar bir yana bu topraklar, yağmurlardan bıktığı için Rize’nin üstünü kapatacağını vaat eden başkan adayları çıkarmış. Bakın daha neler var neler...
Rize eski milletvekili Fuat Sirmen, bir gün TBMM’de yaptığı konuşmada, “Milletvekillerinin yarısı aptaldır.” deyince Meclis’te milletvekillerinin tepkisini çekmiş. Tepkiler üzerine tekrar söz alan Sirmen, kürsüye çıkarak, bu kez "Meclis’tekilerin yarısı akıllıdır.” demiş.
Rizeli Turgay Civelek, aldığı otuz kiloluk buzağıyı, evinin altındaki ahırda beslemeye başlamış. Aradan on dört ay geçtikten sonra otuz kiloluk buzağı tam 240 kiloluk bir boğa olmuş. Talihsiz boğa, ahırda mahsur kalmış.
Rizeli Tahsin Tuzcu at yarışına çok meraklıymış. Kaybedince, “Burun farkıyla kaybettim.” dermiş. Bir gün eşi dayanamamış ve “Oy senin burnuna ne diyeyim? Uzun burunlu bir at bul.” diye sitem etmiş.[2]
YOLLARDA TEK BAŞLARINA DELİLER GİBİ DANS EDEN İNSANLAR
Eski Rize’yi bilenler, şehrin bu hâlinden, kıyı şeridine yapılan yüksek katlı binalardan hiç hoşlanmıyor. Deniz doldurulduğu için zamanında belediye başkanına “denizi karaya, karayı paraya çeviren başkan” deniliyormuş.
Bu arada kentsel dönüşümün bir zararı da denizlere olmuş. Nasıl mı? Balıkçılar, Rize merkezde yıkılan yapıların hafriyatlarının demirleri ayrıldıktan sonra denize dökülmesi ile kıyıda çöp sorununun daha da arttığını söylüyor. Bu arada denizinin de gerçekten kara olduğunu yeri gelmişken ekleyeyim.
MÖ 400’de bölgeden geçen komutan ve tarihçi Ksenefon, Rize halkını “Yollarda tek başlarına deliler gibi kendi kendilerine konuşan, gülüp dans eden insanlar” diye tanımlamış. Tamam, bir yaşam sevinci var yine insanlarda ama genç birisi için sosyal yaşam yok denecek kadar az.
Başkent Üniversitesi öğretim üyeleri ile Sosyal Hizmetler ve Emniyet Müdürlüğü, Rizelilerin neden öfkeli insanlar olduğunu araştırmış. Hazırlanan rapor ilginç! Silaha olan düşkünlük, husumet güdülmesi, alkolün etkisi, AB sürecinde özgürlüklerin artmasının suçlara da özgürlük getirdiği yanlış anlayışı, genetik yapıları, acelecilik ve tez canlılık, şehir ve köy hayatının aynı anda yaşanması, kurallara uymama gelenekçiliği, iklimin etkisi, holiganizmin yoğun yaşanması ve özgüvenlerinin fazla olması Rizelileri öfkeli yapıyormuş! Rize’de birisi “ağıza vermek” deyimini kullanıyorsa siz de öfkelenip hemen kavga çıkarmayın çünkü bu “gizli bir işi açığa vurmak” anlamına geliyor. Benden söylemesi!
MÜZELER VE KALELER
Gelelim bu şehri gezmeye... Öncelikle şunu kabul edin; Rize’ye tarihî eser görme umuduyla değil, yeşile doymak için gelin. Vaktiniz varsa Rize Müzesi’ni, Atatürk Evi Müzesi’ni ve ÇAYKUR Çay İçim Müzesi’ni gezmek sizin tercihiniz. Rize’ye yukarıdan bakmak istiyorsanız da Rize Kalesi’ne çıkabilirsiniz. Kale çevresi, yapılan çevre düzenlemesiyle çay bahçesi olarak işletiliyor. Ama heybetli bir kale görmek istiyorsanız da film sahnelerini andıran Zilkale’yi muhakkak görmelisiniz. İlçe merkezinin on beş kilometre güneyinde, Fırtına Deresi’nin batı yamaçları üzerindeki bu kale eskiden, Kale-i Bala, Ciha Kale ve Kız Kaleleri gibi hem yörenin hem de İspir’e ulaşan önemli bir Orta Çağ kervan yolu üzerindeki güveliği sağlıyormuş. Kız Kalesi, Pazar ilçesinde küçük bir yarımada üzerine kurulu... Ciha Kalesi, Hemşin Deresi’nin doğusunda; Kale-i Bala ise Çamlıhemşin ilçe merkezine kırk kilometre mesafedeki Hisarcık köyünde.
YEŞİLİN HER TONU
Son yıllarda yayla turizmi epey artmış durumda... İnsanların bu güzelliklerden mahrum kalmaması çok güzel ama bu ilgi, yayla kirliliğini de beraberinde getirmiyor değil hani. Yapılaşma da diğer can sıkıcı konulardan biri... Zaten bu güzelim yaylaların eski ve yeni hâlleri bolca paylaşıldığı için bu konuya daha fazla girmeyeceğim.
Kaçkar Dağları Milli Parkı, oldukça ilgi çekici bir yer hâline geldi. Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi’ne on altı kilometre uzaklıkta bulunan, bir bölümü Erzurum ve Artvin illerine kadar uzanan millî park, Doğu Karadeniz Dağları’nın üç büyük dağ kütlesi Üçdoruk (Verçenik), Göller (Hunut) ve Kaçkar dağlarından oluşuyor. Park içerisinde dokuz köy, otuz üç yayla yerleşimi bulunuyor. Kaçkar Tepesi, 3.992 metre zirvesiyle ülkemizin önemli zirvelerinden... Fırtına, Hemşin gibi aslında bir ırmak büyüklüğündeki akarsular, millî parkı çevrelemekte. Flora zenginliği ile uyumlu olarak milli parkta normal popülasyonlarda ayı, kurt, çakal, tilki, karaca, yaban çevreliyor.
Kaçkar Dağları’nın eteklerinde kalabalıktan uzak kalıp doğanın eşsiz güzellikleriyle baş başa kalmak için çok sayıda yayla bulunuyor. Yayla hayatı haziran ayının başından eylül ayının ilk haftasına kadar sürüyor.
MUHTEŞEM YAYLALAR
Bugün Rize’nin en popüler merkezi durumundaki Ayder, Çamlıhemşin’in on dokuz kilometre güneydoğusunda yer alıyor. 1.218 metre rakıma sahip, Fırtına Deresi’nin sesi içinde metrelerce yüksekten akan Gürgendibi ve Gelintülü Şelalesi'ne yürüyüş mesafesinde. Kaçkar Dağları’na kuzey yönünden yapılan tırmanışların da başlangıç noktası.
Bir geçiş bölgesinde olmasının getirdiği kültürel etkileri taşıyan Anzer (Ballıköy) Yaylası da Meles, Petran, Kabahor, Garzavan yaylalarıyla çevrili konumuyla geleceğin önemli turizm merkezlerinden biri olarak gösteriliyor. Demek ki vay hâline!
Güneysu’daki Handüzü Yaylası, otantik özelliğini yitirse de merkeze yakın ve kolay ulaşılabilir olmasıyla popüler olmuş durumda. Yine İkizdere’deki ve 2.392 metre yükseklikteki Çağırankaya (Çağrankaya) Yaylası, yoğun betonlaşmaya maruz kalmış ve yaz aylarında epey kalabalık oluyor. Bir mesire yeri olarak tanımlanabilecek Gürcüdüzü Yaylası da Fındıklı’nın en çok bilinen ve kolay ulaşılabilen yaylası...
Mimari olarak biraz daha otantik özelliklerini koruyan yer istiyorsanız Vaşa, Sivrikaya, Sal, Pokut, Hazindağ, Samistal, Golezana, Hacivanak, Amlakit yaylalarına gidebilirsiniz. Özellikle Pokut Yaylası, sisli manzaraları ve otantik ahşap evleriyle masalsı manzaralar sunuyor. Palovit Yaylası da bir yanı tümüyle ormanlarla kaplı, diğer yanı ise dağ yamacına dayalı, geleneksel taş yayla evleriyle Karadeniz’in en güzel yükseltilerinden biri...
Yeni dönem yapılaşmalarının dikkatlice ve genellikle ahşap malzeme kullanılarak inşa edildiği Homeze Yaylası da 360 derecelik panaromik nokta olarak ön plana çıkıyor. Ambarlı ve Kito da manzaralı ve hâkim konumlu yaylalar...
Meşeköy Yaylası’nın tanınırlığı ise Petran Kayak Şenliği ve Lazboard (kayak tahtası) kullanımıyla artmış. Yaz kış doğa yürüyüşçülerinin tercihi. Ama “Ben sadece kış sporlarıyla ilgileniyorum.” diyorsanız coğrafi yapısı nedeniyle Kış Turizmi Merkezi ilan edilen Ovit Yaylası’na gidebilirsiniz.
Elevit Yaylası’nın özelliği ise yaz aylarında daha çok gurbetçiler tarafından ziyaret edilmesi. Horonlu şenliklere meraklıysanız ağustos ayında siz de bu yaylayı tercih edebilirsiniz.
Verçenik Yaylası’nda ondan fazla göl bulunuyor. 3.711 metreyle Kaçkar zirvesinden sonraki en yüksek nokta, bu yayla sınırları içinde...
Kaçkar Dağları eteklerinde kurulu yaylalardan Yukarı Kavron Yaylası 2.267, Aşağı Kavron Yaylası da 1.953 metre rakımda yer alıyor. İki yayla arasında yaklaşık bir buçuk kilometre mesafe bulunuyor. Özellikle yazın turizm potansiyeli oldukça yüksek. Kaçkarlara yapılacak yürüyüş ve tırmanışların son çıkış noktası olma özelliğinde. Aynı zamanda Kaçkar bölgesi göllerine yapılan yürüyüşlerin de en çok kullanılan başlangıç noktası.
ŞELALE AVCILARI BURAYA
Rize farklı noktalarında yükseklerden akan şelaleleriyle de doğa harikası manzaralar sunuyor. Bu şelalelerden en bol suya sahip olanı ve Kaçkar Dağları Milli Parkı içinde yer alan Palovit Şelalesi... Çamlıhemşin ile Ayder Yaylası arasındaki Tar Deresi’nden birçok küçük düşümlü şelale akıyor. Bunların en uzunu, üç kademeli olarak yaklaşık 250 metre yükseklikten akan Bulut Şelalesi... Ayder’deki Gelintülü Şelalesi de en bilinen ve en çok fotoğrafı çekilen şelalelerden... Yirmi üç metre yüksekten düşüp Fırtına Deresi’ne kavuşuyor. Ağaran Şelalesi, Çayeli’nde; Çoponi Şelalesi, Topluca köyünde yer alıyor. Ayrıca Palovit, Manle, Cimil, Eğvane şelaleleri de şelale avcılarının görmek isteyeceği yerlerden...
GÖL AVCILARI İÇİN DE CENNET
Şelale avcısı olur da göl avcısı olmaz mı? Rize’nin dağlık kesimlerinde 2.400 metre irtifada buzul aşındırması ve biriktirmesi sonucu oluşan küçük alanlı göller bulunuyor. En büyükleri 2.950 metredeki Ambar Gölü (Buzul Sirk Gölü), 2.900 metredeki Büyükdeniz Gölü ve 2.400 metredeki Öküzyatağı Gölü... Kumluk Dağı Gölleri (Karadeniz Gölü, Mesuk Gölü, Hoçgölü, Çennovit Gölü, Meterez Gölü ve Büyük Deniz Gölleri); Kaçkar Dağı Gölleri (Öküz Yatağı Gölü, Derebaşı Gölü ve Deniz Gölü); Kara Dağ Gölleri (Çukur Göl, Anadağ Gölleri, Davalı Göl, Döner Göl, Yıldız Gölü, Zincirli Göl, Kara Göl ve Beşik Gölü); Dilek Dağı (Tatos) Gölleri (Yatak Tepe Gölleri, Döner Göl, Micovit Göl, Kovdakit Gölü, At Alanı Tepe üzerindeki Zirve Gölleri, Kumlu Göl ise diğer göller...
Yürüyüşçüler en çok Deli Göl’ü, Kara Göl’ü; At, Micovit (Mezovit, Yıldız), Ambarlı (Balıklı), Büyükdeniz göllerini ve yedi krater gölünden oluşan Yedi Göller’i tercih ediyor.
KÖPRÜLER
Oldukça dik yamaçlardan oluşan ve yükseklerden denize hızla dökülen akarsuların derin vadiler açtığı Rize’de ulaşım için çok sayıda köprü inşa edilmiş. Böylelikle kent genelindeki taş kemer köprü mimarisi oldukça gelişmiş durumda. Bölgesel iklimin etkisiyle kısa sürede yıpranan ve ilk yapım tarihleri kesin olarak bilinmeyen köprüler sık onarım görmüş. Köprülerin tümü, akarsu yatağının iki yanında karşılıklı birer ayak üzerinde yükselen, yuvarlak ya da hafif sivri kemerli bir yay formuna sahip. Yükseklikleri kuruldukları vadinin derinliğine göre değişiyor. En ilgi çekenleri Bayırcık Kirazlık ve Kulaber köprüleri...
ENTERESAN BİR MAĞARA
Mağara meraklılarının seçeneği de Pileki Mağarası... Özel bir taştan yapılan pileki, Karadeniz’e özgü yuvarlak, içi boşaltılmış çanak şeklindeki bir mutfak gereci... Bu özel taş, İyidere Çiftlikköy’deki Pileki Mağarası’ndan çıkartılıp işleniyor ve binlerce yıldır yapılan bu işlem sonucunda Pileki Mağarası oluşmuş. Mağara, girişte iki geniş alan, ardında ise birçok tünelden meydana geliyor. İçinde kuyular ve göller bulunuyor. Mağara, ışıklandırması ve restorasyonu tamamlanarak, turizme kazandırılmış.
Yürüyüşçülere zaten bol bol yer olduğunu söyledik ama heliski (helikopterle kayak), tur kayağı, bisiklet, jeep safari, kuş gözlemciliği, doğa fotoğrafçılığı, rafting, dağcılık ve elbette FormuLaz ile LazBoard için de elverişli bir bölge Rize...
AKREP GİBİSİN KARDEŞİM
İçimden geldi bu yazıyı, dizeleri son zamanlarda beynimin içinde dönen Nazım Hikmet Ran’ın şiiriyle bitirmek istedim:
“Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”
NOTLAR:
[1] Gülefer Akın (2019): Rize Eğitim Tarihi (1923-1980), Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Türkçe Ve Sosyal Bilimler Eğitimi Ana Bilim Dalı Tarih Eğitimi Bilim Dalı, Erzurum.
[2] Fatih Sultan Kar (2007): Rize’de Yaşanmış Fıkra Gibi Olaylar, İstanbul: Çınar Eğitim Kültür Yardımlaşma Derneği.
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI