YAZARLAR

CBHS: Üç (farklı) Haziran, bir bağlam...

AKP-MHP İttifakı, elde ettiği tüm taktik kazanımlara rağmen 2015’ten bu yana artık savunmadadır. 2018 erken seçimlerinde Mart/Haziran 2019 seçimlerinde de oyun kurucu artık CHP-HDP-İyi Parti-SP ve diğerlerinin oluşturduğu Millet İttifakı’ndadır. Etrafınıza bir bakın; 2023 -ya da erken-Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin artık ilk turda rahatlıkla bitebileceğini düşünene rastladınız mı?

Uzun bir süredir, içinde bulunduğumuz siyasal yapı ve koşulları magma-zemin-sahne kurgusu içerisinde ele almaya gayret ediyorum. Mevcut siyasal tartışmalarımızı uzun dönemde şekillendiren -ama çıplak gözle görmekte de zorlandığımız- dinamikleri magma esprisi içinde tartışmaya çalıştım. Magmanın sismolojisini, Türkiye siyasetinin helezonları içinde izah etmeye çalıştım. Akabinde bu magma tarafından şekillendirilen zemini Gezi, Çözüm Süreci, Suriye ve Gülen Hareketi etrafında açıklamaya yöneldim. Son olarak sizlerle, magmanın şekillendirdiği zemin üzerinde kurulu sahne ve oyun üzerinde konuşmak istiyorum. Böylece Türkiye’nin üç farklı haziranını bir bağlam içinde sunmaya gayret edeceğim. Üç farklı haziranı bu hafta, bağlamı da önümüzdeki haftalara bırakmayı düşünüyorum.

SAHNE: MÜHÜRSÜZ REFERANDUM

Sahne, bir başka ifade ile CBHS’nin icra edileceği hukukî zemin bu halk oylaması ile inşa edildi; sahnenin inşa edileceği zemin ve zemini de şekillendiren magmatik hareketleri geçtiğimiz haftalarda zaten uzun uzadıya konuştuk.

16 Nisan 2017 tarihinde seçmenler Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 18 maddesi hakkındaki değişikliği onayladı; daha doğrusu -gerçeği hiçbir zaman bilemeyeceğiz belki ama- mühürsüz oylar ile OHAL şartlarında girilen bir referandumda seçmenlere, sadece “anayasa değişikliklerini onayladıklarının tespit edildiği!” söylendi. Tüm önlemlere (!), yani olağanüstü koşullarda mühürsüz oyların bile geçerli kabul edildiği bir referanduma rağmen anayasa değişikliklerini kabul ettiği tespit edilenlerin, nüfusun sadece yüzde 51,41’i olduğunu bilebildik. O gün ikinci kere ekranlara çıkan Erdoğan’ın da belirttiği gibi “Atı alan Üsküdar’ı geçmişti.” bile. Her ne kadar artık iş işten geçtiyse de bu zafer Erdoğan’ın hanesine bir Pirus Zaferi olarak kaydedildi. CBHS bugün hâlâ tartışılıyor; muhalefet partileri hâlâ parlamenter sisteme dönülmesi gerektiğini yüksek sesle dile getirebiliyor ve art arda açıkladıkları anayasa taslaklarında parlamenter sisteme dönüşün ana hatlarını tartışmaya açabiliyorlarsa bunda Mühürsüz Referandum’un bir Pirus Zaferi olmasının etkisi hayli yüksektir.

CBHS VE TEMSİL: 32 KISIM TEKMİLİ BİRDEN 'ÜÇ (FARKLI) HAZİRAN, BİR BAĞLAM'... 

Türkiye siyasetinin 1950’den bu yana şekillendirdiği helezonlar, döngüler üzerinde şekillenen siyasal zemin üzerine Mühürsüz Referandum’la kurulan bu sahnedeki temsil, 2018 Cumhurbaşkanlığı/Genel Seçimleri sonrası “Perde!” dedi. Ama 2018 seçimlerinde Erdoğan’ın Muharrem İnce’ye karşı elde ettiği başarı da 2017 Mühürsüz Referandum’undaki şaibeli galibiyetin yarattığı utangaçlığı silmeye yetmedi. Erdoğan’ın galibiyetine rağmen muhalefet, İnce’nin (bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İhsanoğlu’nda olduğu gibi) yenilgisine değil, aksine nasıl olup da yenildiğine şaştı; ona tepki gösterdi. Akabinde düzenlenen yerel seçimler ise psikolojik üstünlüğün muhalefete geçmesine ve CBHS eleştirilerinin daha yüksek perdeden ve daha sistematik dile getirilmesine zemin hazırladı.

2020 Mart’ından bu yana devam eden korona koşulları, gittikçe ağırlaşan ekonomik kriz; ABD seçimleri ve Biden’in iktidara gelişi… gibi birçok faktör Cumhur İttifakı için çanların çalmakta olduğunu gösterse de Millet İttifakı’nın müstakbel galibiyetini garanti edecek elle tutulur herhangi bir şey de yok. Muhalefet; mevcut sistemin AKP’nin gücünü tahkim etmekten başka bir işe yaramadığını gösterebildiği, parlamenter sisteme neden ve nasıl geçilebileceği konusunda insanları ikna edebildiği ölçüde başarılı olabilecek. Bunun önemli adımlarından biri muhalefet partilerinin kendi taslaklarını ortaya koymalarıydı ki neredeyse tüm muhalefet partileri bu konuda çalıştı, çalışmaktalar da. Ancak bu tartışma kamuoyu önünde harlanmadıkça açıklanan taslakların unutulup gideceğini akılda tutmak gerekiyor. Yine unutmamak gerekiyor ki yeni anayasa tartışmalarının özü CBHS-parlamenter sistem tartışmalarına, CBHS tartışmaları Erdoğan’ın iktidarına, Erdoğan’ın iktidarı CBHS’nin akıbetine sıkı sıkıya bağlıdır.

Türkiye’nin hâlâ 8 Haziran 2015 sabahını yaşamakta olduğunu, hatta 7 Haziran seçim sonuçlarının 25 Haziran 2018’de de açıklanamadığını düşünenlerdenim. Nasıl ki 1 Kasım 2015 seçimlerini anlayabilmek için mutlaka ve mutlaka 7 Haziran’ı konuşmak gerekiyor; bence 25 Haziran 2018 seçimlerini, hatta 31 Mart/23 Haziran 2019’daki yerel seçimleri anlayabilmek için de 7 Haziran 2015 seçimlerine bakmak gerekiyor. Bu, “Bir seçimi anlamak için elbette önceki seçimlere de bakmak lazımdır!” türünden bir genel yargı değil; aksine, 2015 Haziran ve Kasım, 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği ile 2019 Mart ve Haziran yerel seçimlerinin hatta 2023’te planlanmasına rağmen her an yapılacakmış gibi hazırlıkları yapılan müstakbel seçimlerin tümünün bir bağlam içinde yer almalarından kaynaklanan bir durum. O kadar ki 2015 sonrası seçimler ile Türkiye’nin CBHS’ye geçişi arasında da bir bağlamın olduğunu düşünüyorum; tıpkı 2015 Haziran-Kasım’ı arası yaşadığımız (yaşattırıldığımız) olaylar silsilesini de bu bağlam içine almak zorunda olduğumuz gibi. Nitekim 2009’da başlayan Barış Süreci’nin bir anda rafa kalkmasından, Suruç Katliamı’ndan Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesine, Şırnak Halk Meclisi’nin öz yönetim ilan etmesine, KCK’nın Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı 4 il ve 15 ilçede demokratik özerklik ilanına, Ankara Garı Katliamı’na… Bunları apayrı olaylar olarak ele almak neredeyse imkânsız.

Bağlam demişken onu “Bir sözcüğün, tümce içinde birlikte geçtiği ve anlamının belirmesi için incelenmesi gerekebilen tümce kesimleri”[i] ya da “Bir deyimin anlamını belirlemeye katkısı olan, bu deyimi kapsayan daha geniş deyim.” ve “Bir deyimin anlamını belirlemeye katkısı olan dil dışı etmenler; deyimi kullanan kişi, deyimin kullanım yeri ile anı konusundaki bilgiler.”[ii] anlamlarından ziyade, “Bir düşüncenin, bir yapıtın, bir öğretinin bölümleri arasındaki çelişmeye yer vermeyen bağlantı.”[iii] anlamında kullanmaya çalıştığımı belirteyim, velhasıl context’ten ziyade coherence anlamına, insicam anlamına daha yakın anlamda bir bağlamdan bahsediyorum. Bu şekilde düşündüğümüzde, Gar Katliamı’ndan, 2019 Yerel Seçimleri’ne, 2015 Haziran’ından 2019 23 Haziran’ına yukarıda sıraladığım (ve sıralamayı ihmal ettiklerim) arasında bir tutarlılığın (coherence), insicamın olduğunu düşünüyorum. Tıpkı iki yıl sonrası için planlanan ama yarın bir seçim kararı açıklansa kimsenin yadırgamayacağı 2023 seçimleriyle de diğer olayların bir insicam içinde olmaları gibi.

'ÜÇ (FARKLI) HAZİRAN'

Üç Haziranımız: 7 Haziran 2015, 25 Haziran 2018 ve 23 Haziran 2019; bir bağlamımız, insicamımız yani bu üçü arasındaki bütünlük, uyum; düzenliliğimiz ise gücü azalan, iktidarı kaybeden AKP’nin tüm bunlara rağmen iktidarda kalma çabası; tüm sistemi, rejimi, iktidarını sürdürebileceği şekilde dönüştürme iştiyakıdır. İlginç olan şu ki hazirandan hazirana AKP’nin gücü azalırken sistemin dönüşümü hızlanmaktadır. Muz kabuğuna basıp da dengesini yitiren adamın, kendisinden beklenemeyecek çeviklikle koşmaya başlaması gibi, her seçimde gücü azalan AKP, sistemi daha fazla manipüle etmekte, otoriterliği her geçen gün artmaktadır. Siyaset bilimcilerin seçimli otoriterlik olarak tanımladıkları da bundan çok farklı değil. Ahmet İnsel[iv] Hoca yıllar önce şöyle soruyordu: “Seçimle iktidara gelen bir siyasal güç, zaman içinde seçimleri amacından saptırıp seçim ahlâkını ortadan kaldırırsa ve sonuçta demokrasiyi yozlaştırırsa ne yapmak lazım gelir?” Onun da net bir cevabı yok ama şu noktaya dikkatimizi çekiyor:

Post-demokrasi çünkü başta kısmen serbest ve göreli çoğulcu seçimler, kuvvetler ayrılığı ve temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan bir anayasa olmak üzere, demokrasiden miras kalan birçok kurumun kâğıt üzerinde geçerli olduğu despotluklar bunlar. Ayrıca söz konusu rejimlerde bu kural ve kurumlar kısmen ve yer yer işlemeye devam ediyor. Hem son derece vahim temel hak ve özgürlükler ihlallerinin sıradanlaştığı hem demokratik kurum ve ilkelerin sistemli biçimde olmaktan çok rastlantısal olarak işlediği rejimler söz konusu. Demokratik olarak tanımlanabilecek uygulamaların rastlantısal biçimde görünüp kaybolduğu, siyasal gücün keyfi iradesinin hüküm sürdüğü, rastlantısal demokrasi/keyfi despotluk rejimleri bulaşıcı bir hastalık gibi yaygınlaşıyor.

Evet, kafamızı Türkiye’den kaldırıp Vladimir Putin’den Viktor Orban’a, Rodrigo Duterte’ye, Narendra Modi’ye veya Donald Trump’a… geniş bir yelpazede uygulama alanı bulan yeni otoriterlik türlerine bakmak en doğrusu. Tüm bunlar AKP sonrasını ele almaya çalıştığım bu yazı dizisinin kıta sahanlığında yer alırlar ama tartışmamızın mücavir alanının da dışında bulunurlar. En iyisi; bunları unutmamak, olayın sadece Türkiye’de geçmediğini hiç akıldan çıkarmadan gözümüzü Türkiye’den ayırmamak…

Bu sürece biraz daha yakından bakalım: 8 Haziran sabahından 25 Haziran sabahına kadar devam edecek bu mücadelede Müttefik Partiler (Cumhur İttifakı, AKP-MHP), sol muhaliflerin KHK’larla susturulmaları, işlerinden atılmaları ile de olsa; Olağanüstü Hal (OHAL) devam ederken yapılan referandum/seçimlerle de olsa; basın üzerindeki ağır baskı, mülkiyet değişimleri, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonlarla da olsa; seçim yasalarındaki değişikliklerle de olsa; seçimin erkene alınması ile de olsa… İtilaf Partileri’ne karşı önemli taktik mevziler elde ettiler ama bir galibiyet elde edemediler.

Yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi, 7 Haziran seçim sonuçları -tabii ki siyasî anlamda- ertesi gün(lerde) açıklanmadı, açıklanamadı; bu bizi aynı yılın Kasım ayındaki seçimlere getirdi. Haziran ayından Kasım’a gelene kadar da Türkiye hendekler, operasyonlar, yıkımlar, katliamlarla sallandı durdu.

25 HAZİRAN 2018'E GİDERKEN

Kasımdaki seçimler de haziran seçimlerinin sonuçlarının gönül rahatlığıyla açıklanabileceği bir iklim yaratmadı. Türkiye, bu seçimlerden 8-9 ay sonra, aynı yılın temmuz ayının ortasında, iktidar partisi yetkililerinin Allah’ın lütfu!” olarak tanımladıkları bir darbe girişimiyle yüz yüze kaldı. Bu darbe girişimi, Fethullah Gülen’e bağlı siyasal İslamcı bir örgütün hem de yine siyasal İslâmcı bir iktidar döneminde gerçekleştirdiği bir darbe girişimi olarak siyasî tarihimize geçti. İktidar, bu darbe girişimini, tüm muhalefetin temizlenmesi operasyonuna çevirmekte gecikmedi.

Darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçmemişti ki Nisan 2017’de -hem de darbe girişimi sonrasında getirilen OHAL henüz devam ediyorken- Türkiye bu kez de bir referanduma gitti. Darbe girişimi sonrasında oluşturulan Yenikapı Ruhu’nun büyüsü kısa sürede ortadan kalksa da sonradan adına Cumhur İttifakı diyecekleri AKP-MHP ittifakına bir kapı da o dönemde açılmış oldu.

Tüm bunlar olurken HDP siyasetten tamamen tasfiye edilmeye çalışıldı. Partili belediyelere kayyum atanırken eş genel başkanlar ve milletvekillerinin bazıları tutuklandı. Yenikapı Ruhu ile CHP’ye de ayar çekilmeye çalışıldı, çekilmedi de değil. CHP’nin verdiği destek (!) olmasaydı HDP eş genel başkanlarının bu kadar rahat tasfiye edilebilmeleri mümkün olamazdı. Ama CHP’nin Yenikapı'ya teslimiyeti, MHP’ninki gibi olmadı. CHP, darbe girişimi sonrası yaratılan ortamda bocaladı, yanlış kararlar aldı. O dönem için bir oyun kurucu olamadı, hep AKP’yi arkasından takip eden olarak kaldı, AKP ne der (!) algısını bir türlü aşamadı. Ama Enis Berberoğlu’nun tutuklanması sonrasında CHP, sokağı hatırladı: Adalet Yürüyüşü, Parti’nin gerçekten görkemli bir ivme yakalamasına da vesile oldu. Ancak CHP yöneticileri yine, yine, yine… -daha sonra Man Adası Yolsuzluğu belgelerinin kamuoyuyla paylaşılması sürecinde olacağı gibi- Adalet Yürüyüşü’nün de sonunu getirmekte, başladıkları siyasî hareketin fikri-takibini yapmakta zorlandılar.

Siyasi tarihimize Mühürsüz Referandum olarak geçen Nisan 2017 Referandumu da siyasal taşların yerine oturmasına; Cumhur’un Millet’e galebe çalmasına -ya da tersine- imkân tanımadı. Zaten bugün kendisine Cumhur İttifakı diyen, 2017’nin Evet Bloğu, 2016’nın Yeni Kapı Ruhu’nun Mühürsüz Referandum’u teknik olarak kazanabildikleri bile tartışmalı olsa da siyasî olarak mağlup oldukları aşikârdır. AKP-MHP için bu referandum o kadar büyük bir siyasî başarısızlıktır ki İttihat Terakki’nin 1912’deki Sopalı Seçimleri, CHP’nin 1946’daki Şaibeli Seçimleri gibi, AKP’nin 2017’deki Mühürsüz Referandumu da siyasî tarihimize bir garabet olarak kaydedilmiştir. Evet Bloğu’nun, seçimlerdeki hukukî/teknik/mühürsüz/şaibeli… başarıları (!), onların bu siyasî mağlubiyetlerini bir Pirus Zaferi olarak tanımlamamızı kolaylaştırır. Evet, bu olsa olsa bir Pirus Zaferi’dir ama yine de Nisan 2017’deki Mühürsüz Referandumu dahi Haziran 2015 seçim sonuçlarının ilan edilmesine (!) imkân vermeye yeterli olmaz.

23 HAZİRAN 2019; SEÇİM YEREL, SONUÇ GENEL... 

2018 erken seçimleri öncesindeki son durumu şöyle özetleyebiliriz: Bu süreçte Cumhur İttifakıMüttefikler- seçim yasasını değiştirerek, seçimleri erkene alarak, basını ve diğer tüm muhalif unsurları susturmaya çalışarak (hatta ne olur ne olmaz Ankara’da Özgürlük Anıtı'nın yanına seyyar karakol kurup, bu anıtı gözaltına alarak, İstanbul’da Taksim Meydanı’nı nerdeyse ortadan kaldırarak) Millet İttifakı’na karşı taktik başarı elde etmiş olsalar da, Millet’in Cumhur İttifakı’na karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş olduğu artık tartışılmaz. 2019 Mart’ındaki yerel seçim başarısını -ki başarı derken kastettiğim, daha önceki tüm seçimlerde (örneğin trafoya kedinin girdiği Ankara seçimlerinde) olduğu gibi, İstanbul’da AKP’nin kazandığı açıklanmasına rağmen, Millet İttifakı’nın yılmaması, adam kazandı ezikliği içinde boğulmaması, sandıklara güvenmesi, sandıkları korumasıdır- sadece buna bakarak açıklayabileceğimizi düşünüyorum. Yerel seçimlerdeki başarı 23 Haziran’da İmamoğlu’nun kazanmasıyla elde edilen başarı değildi. Aksine 6 Mayıs’ta seçimlerin iptal edilmesi kararından sonra İmamoğlu’nun ceketini çıkarıp kollarını sıvamasıyla, CHP’li ya da değil insanların sandıkların üzerinde uyumayı, günlerce sürecek psikolojik savaşı göze almasıyla elde edilen bir başarıydı.

AKP-MHP İttifakı, elde ettiği tüm taktik kazanımlara rağmen 2015’ten bu yana artık savunmadadır. 2018 erken seçimlerinde Mart/Haziran 2019 seçimlerinde de oyun kurucu artık CHP-HDP-İyi Parti-SP ve diğerlerinin oluşturduğu Millet İttifakı’ndadır. Etrafınıza bir bakın; 2023 -ya da erken-Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin artık ilk turda rahatlıkla bitebileceğini düşünene rastladınız mı?

Keyifli okumalar…

[i] Köksal, Aydın. (1981), Bilişim Terimleri Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 476.

[ii] Teo Grünberg, Halil Turan, Adnan Onart, David Grünberg. (2013), Mantık Terimleri Sözlüğü, Genişletilmiş 3. Baskı, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık.

[iii] Bedia Akarsu. (1975), Felsefe Terimleri Sözlüğü, Ankara: TDK Yayınları.

[iv] Ahmet İnsel. (2018), Seçimli Otokrasilerde Seçimler Tuzak mıdır?, Birikim, 12 Aralık.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.