CDU'YA üye olduğumda babama sormuşlar: Kızın şimdi Hıristiyan mı oldu?
26 Eylül'de sandık başına gidecek olan Almanya'da CDU'dan milletvekili adayı olan Serap Güler, siyasi macerasını, yeni dönem projelerini, Türkiye ve mültecilerle ilgili bakışını anlattı.
DUVAR - Almanya 26 Eylül’de genel seçimlere gidecek. Partiler yavaş yavaş programlarını ve adaylarını açıklamaya başladılar. Almanya için bu seçimler ilkleri barındırıyor. 16 yıllık Angela Merkel başbakanlığı bitiyor ve yeni bir dönem başlıyor. Birkaç yıldır iyi bir eğilim yakalayan Yeşiller Partisi ilk kez başbakan adayı gösterdi. Yeşiller, ülke yönetimine ilk defa bu kadar istekliler. Almanya’nın en köklü partisi Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise tarihinde hiç olmadığı kadar oy kaybetmiş görünüyor. Her ne kadar anketlerde şimdilik Hıristiyan Birlik Partisi (CDU) ve Yeşiller koalisyonu olacak gibi görünse de seçimlere daha 139 gün var. Almanya seçimleri ABD seçimlerinden sonra Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren en önemli seçim. Almanya’da yaşayan en büyük göçmen grubu olan Türkiyelilerin de çok sayıda siyasi partide milletvekili adayları var. Bu adayları röportajlarla zaman zaman Gazete Duvar’a taşımayı hedefledik. Bu seri röportajlara halen iktidarda olan ve önümüzdeki seçimlerde de koalisyonda yer alacağı öngörülen CDU adayı Serap Güler ile başlıyoruz.
Şu an Kuzey Ren Vestfalya’da Çocuk, Aile, Mülteci ve Uyum Bakanlığı’nda uyum müsteşarı olarak görev yapan Serap Güler ile adaylığını, Almanya siyasetini ve CDU’yu Gazete Duvar için konuştuk:
Kuzey Ren Vestfalya’da Çocuk, Aile, Mülteci ve Uyum Bakanlığı’nda uyum müsteşarsınız. Önemli bir pozisyonunuz mevcut. Ancak şimdi bürokrasiden tekrar aktif politik yaşama dönmeye karar verdiniz?
Evet, önce aday adayı olarak parti içerisinde seçimlere girdim. Partili arkadaşlarımın beni seçmeleri sonucunda Federal Parlamento için milletvekilliğine adaylığımı 27 Nisan’da koydum.
Neden şimdi tekrar milletvekili olmaya karar verdiniz?
Bildiğiniz gibi 2012’den 2017’ye kadar eyalet milletvekiliydim. Şimdiki görevimi de seviyorum ama vekilliği çok severek yaptım. Müsteşarlık da elbette önemli bir görev ama vekil olarak seçim bölgenize ve sizi seçen insanlara daha yakın oluyorsunuz. Beni insanlarla yakın çalışmak çok mutlu ediyordu. Tam 14 yıldır eyalet siyasetinin içerisindeyim. Şimdi CDU’nun yeni lideri, şansölye adayı olan Armin Laschet o zamanlar Uyum ve Aile Bakan’ıydı. Ben de ilk olarak onun kaleminde danışman olarak işe başladım. Daha sonra 2012’de eyalet parlamentosuna milletvekili olarak girdim. 2017’den beri de müsteşarım. Gerçekten çok uzun bir düşünce sürecinden sonra da bir adım daha ileri atıp federal milletvekili olmak için yola çıktım. Elbette vekillik hiç tecrübemin olmadığı yeni bir iş değil. Bu kez ülke sathında denemek istediğim için vekilliğe adaylığımı koydum.
Türkiye kökenli isimler politika yapmak için daha çok Sosyal Demokrat Parti’yi (SPD), Yeşiller’i veya Sol Parti’yi (Die Linke) tercih ediyorlar. Siz CDU’da yer alan nadir Türkiyelilerden birisiniz. Sizin CDU ile yolunuz nasıl kesişti?
2009’dan beri CDU’da parti üyesiyim. 2007’de eyalet hükümeti için çalışmaya başladım. İlk birlikte çalıştığım isim de Armin Laschet’ti. Onun sayesinde de çok sayıda CDU’lu siyasetçiyle tanışma fırsatım oldu. Dolayısıyla da CDU siyaseti ve düşüncesiyle yakın temasım oldu. Kendi politik düşüncelerimin, görüşlerimin en çok CDU tarafından desteklendiğini gördüm. Bu konuların başında da benim için öncelikli olan uyum politikasıydı. SPD veya Yeşiller de geçmişte uyum politikasını gündeme getirdiler, adımlar attılar. Ama en kesin adımları CDU attı diye düşünüyorum. 2005’te Angela Merkel başbakan olarak seçildikten sonra ‘Yabancı Görevliliği’ni 'Uyum Görevlisi’ yaptı. Başbakanlık bünyesine aldı. Daha önce bu görevin nereye bağlı olduğu bile belli değildi. Kimdi bu kişi, ne yapıyordu doğru düzgün bir görev tanımı yoktu. Merkel bu konuyu önemsediği için kurumsal olarak ‘Görevli’ pozisyonundan bakan yaparak Uyum Bakanlığı’nı kurdu. 2005’te Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanı olarak CDU’dan seçilen Jürgen Rüttgers de aynı şeyi eyalette yaparak Uyum Bakanlığı’nı kurdu ve Armin Laschet’i buraya bakan olarak atadı. Ben de o sıralar üniversiteye giderken uyum konusuyla bilimsel açıdan çok ilgileniyordum. Bu konuyu daha ciddiye aldığı için ve bu değişimleri CDU’nun içinden çok yakından takip ettiğim için benim durduğum pozisyona CDU daha çok uyuyordu. Elbette hepsi birebir olmasa da birçok durumda görüşlerim, bakış açım kesişti. Ama bu birçok parti için de öyledir. Herkes siyasete girdiği partiyle illaki yüzde yüz uyumlu değildir. Mesela çifte vatandaşlık konusunda ben baştan beri CDU ile farklı düşünüyorum. Ama bu da beni ayrıca motive etti. Yani sadece hep aynı fikride olduğunuz insanlarla bir araya gelmeniz gerekmiyor. Bazen değişik fikirlerde insanlarla aynı ortama girdiğinizde onları da ikna etmek zorunda kalabiliyorsunuz. Bunu ben açıkçası biraz da kendime görev olarak gördüm ve CDU’yu seçtim. Gerek eyalet meclisi olsun gerek Federal Parlamento olsun aktif olan Türkiye kökenli arkadaşlarımız var artık CDU’da da ama haklısınız; onlar o kadar gündemde değiller. Belediyelerde Türkiye kökenli veya başka ülkelerden gelen göçmen kökenli ve çok aktif üyelerimiz var. Benim CDU’ya üye olduğum yıllarda bu daha farklıydı. 2009’da ben üye olunca benim tanıdığım birçok kişi nasıl olur da CDU’ya girersin dediler. Babamın jenerasyonu kahveye giden bir jenerasyondur. Orada hatta babama sormuşlar “kızın şimdi Hıristiyan mı oldu?” diye. Ama sanırım son yıllarda CDU’nun imajı da çok değişti. Angela Merkel sayesinde çok değişti. Yine Christian Wulff sayesinde, Wolfgang Schäuble’nin İslam Konferansı fikriyle çok değişti. Benim gibi isimler de değişmesine katkıda bulunmuştur diye düşünüyorum. Sonuç olarak bugün Türkiye kökenliler bundan bir on veya on beş yıl öncesiyle kıyaslarsak CDU’ya karşı çok daha açıklar.
Anladığım kadarıyla son on yılda hem CDU’nun göçmen kökenlilere bakışı değişti hem de göçmen kökenlilerin de CDU’ya bakışı değişti. Daha önceden sanırım göçmen kökenlilerin CDU’da politika yapmasına çok da sıcak bakmıyorlardı.
Konu değildi diyelim. Mesela 1994-95 yıllarında CDU üyesi olan Türkiye kökenli arkadaşlarım vardı. Ben kesinlikle ilklerden değilim. Ama belki göçmenliğe bu kadar önem verilmiyordu. Biliyorsunuz Almanya’nın göçmen ülkesi olmasına karşı bir protesto vardı. Sadece CDU’da değil diğer partilerde de vardı. Seksenli yılları düşünüldüğünde SPD pek dışa yansıtmasa da onların da içinde göçmenleri benimsemeyen sesler vardı. Zamanla göçmenler söz sahibi olmaya, göçmen kadınlar sosyal hayatta daha çok var olmaya başladıkça bu durum değişmeye başladı. CDU da bir halk partisi olarak göçmenlere karşı görüş açısını değiştirmek zorunda kaldı. Angela Merkel gibi isimler bu değişimi daha da hızlandırdı. Dolayısıyla partinin göçmenlere karşı bakış açısı, göçmenlerin de partiye bakışı çok daha değişti.
Hazır göçmenleri konuşuyoruz, Sayın Merkel mülteci olma hakkını engellediği ve tabi Türkiye’de AKP iktidarı ve Erdoğan hükümeti gibi demokrasiyi önemsemeyen bir hükümetle Mülteci Anlaşması yaptığı için insan hakları, mülteci örgütleri ve kamuoyunun ciddi bir kesimi tarafından sert eleştiriliyor. AB içerisinde eleştirenler olsa da bu anlaşmayı destekleyen ülke liderlerinin sayısı da az değil. Siz Göçmenlik ve Uyum Bakanlığı Müsteşarı olarak bu anlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu doğru bir karar mıydı?
Ben kesinlikle doğru bir karar olduğunu düşünüyorum ve bu bakış açısını açıkçası biraz yanlış buluyorum. Bu anlaşama ile Türkiye’ye veya Erdoğan’a direkt para verildiği, yardım edildiği düşünülüyor. Ama gerçekte orada yaşayan göçmenleri göz önüne almak gerekiyor. Türkiye’de üç milyona yakın Suriyeli göçmen var. Türkiye’nin bu insanlara yardım etmesi, onlara yeni bir vatan olması kendi gücüyle o kadar kolay olmayacaktı. İnsanları kampa yerleştirip onlara yeme içme sağlamak yeterli değil. Bu insanlara iş, eğitim gibi alanlarda farklı bir perspektif sunmak gerekiyor. Türkiye’nin bunun altından tek başına kalkması hiç de kolay değil. Bunu birçok CDU politikacısı da başka partilerden politikacılar da söyledi. Türkiye hükümetini insan haklarına saygı duymadığı için eleştirebiliriz. Demokrasi tutumuyla ilgili ve ülkede yanlış giden başka konularda da eleştirmemiz gerekiyor ama bu hükümetin Suriyelileri ülkeye alarak büyük bir sorumluluk aldığını da göz ardı edemeyiz. Dolayısıyla bu anlaşma öncelikle orada yaşayan göçmenler için avantajdır. Orda yaşayan göçmenlere yardım ve destek olarak gördüğümüz zaman bu anlaşmayı eleştirmenin o kadar da kolay olmayacağını düşünüyorum.
Bu anlaşmanın Avrupa’ya göçü durdurduğu görülüyor. Anlaşma mülteci hakkını engellediği için, AB’nin Suriyeli göçmenleri pazarlık konusu haline getirmesi nedeniyle de eleştiriliyor. Siz anladığım kadarıyla buna katılmıyorsunuz.
Bu eleştiriler de var elbette ama açıkçası memleketini, ülkesini bırakmak zorunda kalan Suriyelileri göz ardı etmemek lazım. Onlar savaş yüzünden kaçmak zorunda kaldılar, Avrupa’ya göçmek için yola çıkmadılar. Bu konuyla ilgili araştırmalara bakarsak göçmenlerin çoğu kendi kültüründe, kendi yaşadıkları alanda kalmak istiyorlar. Komple yeni bir kültüre baştan adapte olmak zorunda kalmak istemiyorlar. Bunu düşünürsek orada yaşayan göçmenler hakkında verilen bu kararı yine çok doğru buluyorum. Bu demek değil ki bu anlaşama sonrasında AB hiç mülteci almadı. En son Yunan adalarından sadece Kuzey Ren Vestfalya eyaleti olarak 500 mülteci aldık. Bunların çoğu da Suriyeli mülteciydi. Bu anlaşma sayesinde hiçbir mülteciyi Almanya veya AB ülkeleri almıyor demek doğru değil. İnsani sorumluluğumuzu bu anlaşmayla kesinlikle bitirmedik. Sadece mülteciler daha az ve daha yavaş geliyor. Çoğu insanın kendi memleketi çevresinde kalmak istediğini göz önünde tutarsak bu anlaşma o zamanda doğru bir anlaşmadır.
Siz CDU’nun başbakan adayı Armin Laschet’e yakın isimlerden birisiniz. CDU’nun seçimlerde birinci parti çıkması halinde sizin de bakan olarak kabine de Uyum ve Göç Bakanı olarak görev alma ihtimaliniz var mı?
Milletvekili olarak seçilirsem öncelikle bunun için çok mutlu olurum. Diğer konu sadece bir spekülasyon olur. Muhakkak ki bir koalisyon olacak şu anki durum onu gösteriyor. Savaştan sonra Almanya’da hep koalisyon hükümeti oldu. Bakalım bu koalisyonun başında CDU olabilecek mi? Ama bana böyle bir görev layık görülürse ki uyum konusu zaten benim konum elbette seve seve kabul ederim. Böylesi bir göreve sanırım kimse hayır demez.
Yeşiller şu anda anketlerde birinci parti olarak çıkıyor. Neredeyse tüm basın Annalena Baerbock’un başbakan olacağından emin. Bu haber ve anketleri de spekülatif buluyor musunuz? Sizce gerçekten Yeşiller’den mi şansölye seçilecek?
Açıkçası spekülasyon olarak değerlendiriyorum. 2017 seçimlerinde aynı şeyi SPD’nin adayı Martin Schulz’la yaşadık. O zamanda Schulz anketlerde Merkel’den önde çıkıyordu. Medya tarafından çok desteklenmişti. Dolayısıyla Baerbock’da da böyle bir efekt olduğunu düşünüyorum. Baerbock’un şimdiye kadar hiçbir hükümet tecrübesi yok. Kendi alanında da tecrübesi çok zayıf bu nedenle açıkçası Baerbock gibi bir ismin Almanya’yı yönetebileceğine inanamıyorum. Ayrıca seçim programını ilk açıklayan parti Yeşiller oldu. Biz ve diğer partiler daha açıklamadık. Yeşiller ekoloji, göçmenlik gibi popüler konuları herkesin hoşuna gidecek şekilde gündeme getiriyor ama bu yaklaşımları hiç realist değil. Parti programlarından yola çıkmak çok doğru değil. Yeşiller parti programını hangi partiyle koalisyon yapıp uygulayacak? Sonuçta şimdi reklamını yaptıkları birçok konuda gerçekçi davranmıyorlar. Aslında çok iyi biliyorlar bizimle koalisyon yapınca uzlaşma sağlamaları gerektiğini ve parti programında geri adım atmak zorunda olduklarını. Ama bunu şimdilik görünür kılmıyorlar. Seçimlere de ayrıca daha çok var. Anketler de değişecektir zamanla.
Mesela SPD her seçimde, hiç alakası olmadığı halde belediye seçimlerinde bile çifte vatandaşlığı gündeme getirerek Türkiyelilerden oy aldı. Hatta Sigmar Gabriel çifte vatandaşlık hükümet programına alınmazsa ben hükümete girmem dedi ama sonunda yine de girdi. Ancak sonunda bu vaadi bir türlü yerine getirmedikleri için artık Türkiye kökenli seçmenden oy alamıyor. Yeşiller’e de biraz böyle bakıyorum. Vaat ediyorlar ama iş gerçek siyasete gelince bu vaat ettiklerinin çoğunu yapamayacaklarını kendileri de biliyorlar. Ayrıca Yeşiller yapmayacaklarını söyledikleri konuları da hükümete girince yaparlar. Yaptıklarını biliyoruz.
CDU neden sürekli oy kaybediyor görünüyor? Bunun rüşvet skandalıyla ve pandemi yönetimiyle ilgisi var mı?
Maalesef bazı milletvekillerinin iş insanı olmakla vekil olmayı karıştırmaları vekilken iş insanı gibi davranmaları hiç doğru bir tavır değildi. Tabi ki bu skandal biraz etkiledi. Pandemi yönetimine gelince elbette herkesin hem eyaletlerin hem de federal hükümetin zaman zaman yanlış aldığı kararlar olabiliyor. Mesela Baden Württemberg eyaletinde yıllardır Yeşiller hükümette orada da her şey çok mükemmel olmadı. Hatalar yapılır ama önemli olan bu hataları tespit edip onları tekrarlamamaktır. Ayrıca anketlerde oy oranımız çok da düşük çıkmıyor. Tekrar ediyorum seçimlere daha çok var. Ayrıca Yeşiller her zaman anketlerde hep seçimlerde aldıkları oy oranından daha fazla görünürler. Ben seçim sabahı sandığa giden vatandaşın hiçbir hükümet tecrübesi olmayan, ekonomiden anlamayan bir başbakana oy vereceğini düşünmüyorum.
CDU ve Yeşiller sosyal politikalar, ekoloji, savunma sanayi gibi alanlarda birbirlerinden çok farklı görüşlere sahipler. Mesela Türkiye’ye silah ticaretinin durdurulmasını istiyorlar. İki parti de asgari ücret konusundan tutalım otomotiv sanayiye çok farklı köşede yer alıyorlar. Sayın Laschet geçenlerde emeklilik yaşının yükseltilmesi gerektiğini açıkladı mesela. CDU’nun sosyal politikalarını veya silah politikasını nasıl buluyorsunuz?
Silah satışı konusunda belki partimden biraz farklı düşünüyorum. Suudi Arabistan gibi ülkelere silah ticaretinde bulunmamızı doğru bulmuyorum. Ama Türkiye ile Suudi Arabistan’ı da aynı kefeye koymak ve Türkiye’ye silah satışını durdurmak lazım demek istemiyorum. Sonuçta Türkiye NATO üyesi bir ülke. Bu tartışmada bunu unutmamak gerekiyor. Sonuçta hangi ülkeye silah satarsak satalım o ülkelerin bu sorumluluğu taşımaları gerekiyor. Emeklilik yaşına değindiniz. Bizim zaten CDU’nun içinde sosyal bir kanadımız var. Ben de bu sosyal kanadın içerisindeyim. Armin Laschet kesinlikle emeklilik yaşının yükseltilmesiyle ilgili bir talepte bulunmadı. Bu konuyla ilgili tüm kesimlerin içinde yer aldığı bir komisyon kurulmasını istedi. Bu komisyon emeklilik yaşı, emeklilik maaşı, emeklilik modelleri gibi konuları yeniden gözden geçirsin diye bir talepte bulundu. Bu talebi de çok doğru buluyorum. Emeklilik yaşının belirlenmiş sabit bir yaş değil de mesleğe göre olabileceğini söylüyor. Güç gerektiren ağır işlerde çalışan insanın emekli olmak için 63 veya 67 yaşı beklemesi ne kadar doğru? Bunları bir komisyonda tartışmanın doğru olacağını önermişti.
İşsizlik maaşı II veya bilinen adıyla Harz IV’nın kaldırılmasını isteyenler var. Reforme edilmesi gerektiğini düşünenler var. Bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Reforme edilmesi gerekebilir. 30 yıl bir meslek alnında çalışıp bir kere işsiz kalan bir insanın bir yıl işsizlik maaşı alıp sonra Harz IV’a alması gerçekten çok kabul edilir bir durum değil. Belki ilk işsizlik parasının uzatılması daha doğru olur. Ama Harz IV’ün yükseltilmesi doğru değil. Siyasetçi olarak asıl hızlıca çözüm bulmamız gereken konu işsiz kalan insanı nasıl en hızlı şekilde iş yaşamına geri döndürebiliriz. Nasıl hızlı bir perspektif verip nasıl daha hızla sosyalleşmesini sağlayabiliriz, buna ağırlık vermemiz lazım. Bunun daha mantıklı olacağını düşünüyorum.
İşsizlik oranı özellikle eğitimli göçmenler arasında da belli yerlerde hala yüksek. Üstelik Alman ve Alman olmayanlar arasında iş başvurularında hala ayrımcılık olduğu da zaman zaman araştırmalarla ortaya çıkıyor. Göçmenlerle ilgili çalışan bir müsteşar ve deneyimli bir politikacı olarak CDU’nun bu sorunu çözmek için öncelikli bir planı var mı?
Bu konu her zaman bizim gündemimizde. Geçtiğimiz pazartesi eyalet Uyum Bakanlığı olarak göçmen kökenlilere direkt hitap ederek kamu kurumlarında çalışmalarını teşvik etmek için kampanya başlattık. Yüzde yirmibeş göçmen nüfusu olmasına rağmen bu kamu kuruluşlarına yansımıyor. Buralarda çalışan göçmen kökenli kişi sayısı çok düşük, bunu değiştirmemiz gerekiyor ki göçmenlere olan bakış açısı da değişsin. Bu konuda tabii ki bir süre daha enerjimizi zorlamalıyız. CDU’nun yeni kuracağı federal hükümet de elbette bu konuyla daha etkili mücadele etmek için çalışmak zorunda olacak. Aynı şekilde göçmenlerin diplomalarının tanınması süreci de daha hızlı işlemeli, kolaylaştırılmalı.
Bu konuya paralel olarak taşeron firmalar da ciddi bir sorun olarak görülüyor. Çok sayıda insan ve yine özellikle göçmenler taşeron firmalar üzerinden geçici gibi görünen ama aslında geçici olmayan işlerde çalışıp sömürüye maruz kalıyorlar. Bu firmalarla ilgili bir reform çalışması ön görülüyor mu?
Öncelikle bu firmalarda çalışan insanlara ödenen saat ücretinin aynı işte sözleşmeli standart çalışan insana oranla düşük ücret ödenmesine parti olarak karşıyız bu konuların düzeltilmesi lazım. Ama bir taraftan da bu firmalar uzun süre işsiz kalan insanların iş yaşamına dönmelerine ve yeniden iş bulmalarında bir köprü görevi de gördüğü için bunu da göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Ama bu taşeron firmaları uzun süreli iş gücü olarak değerlendiren ve sürekli sözleşme yenileyerek taşeron firmaları art niyetli kullanan şirketleri, firmaları da bulup ortaya çıkarıp buna engel olmak gerekiyor. Bu konuda yeni bir düzenleme yapmak gerekiyor. Sosyal kanadımızın gündeminde bu sorun da var ve bu konuda çalışmalar yapılacak.
Almanya, Ülkü Ocakları’nın veya Milli Görüş’e bağlı derneklerin yasaklanması kararını aldı. Ancak bu dernekleri saptamak için uzun bir araştırma süreci var. Araya bir de pandemi girdi ve bu konu son zamanlarda pek gündeme gelmedi. Bu derneklerin yasaklanması konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesinlikle yasaklanmalarından yanayım. AfD’nin yaptığı Türkler için ırkçılık olarak değerlendiriliyorsa bu da aynı ideolojiyi başka bir grup için savunuyor. Bu neden ırkçılık olmasın. Ülkücülük de böyle bir ideoloji. Tabi her ideolojide olduğu gibi kurumları yasaklasanız da bu ideoloji bitmiyor, yok olmuyor bunu da görmek lazım. Bozkurtlar diye bir dernek yok biliyorsunuz. Farklı isimler altında farklı farklı küçük dernekler var. Dediğiniz gibi bunlara tek tek bakmak hangisi hangi ideolojiyi savunuyor ortaya çıkarmak zaman alan bir konu.
Laschet Başbakan olursa bu yeni dönemde Almanya ile Türkiye’deki hükümetle arasında ilişkiler nasıl ilerler?
Ben Laschet döneminde de ilişkilerin geriye gideceğini düşünmüyorum. Ama açık ve net olacağına da eminim. Sanırım Armin Lashet, Angela Merkel’e kıyasla bazı konuları çok daha net bir biçimde masaya getirebilir. Armin Laschet Türkleri çok çok daha iyi tanıdığı için bazı konularda özellikle insan hakları konusunda şimdikinden daha net talepte bulunacağına inanıyorum. Ama bunu yaparken de ilişkileri kötüleştirmeyecektir. En büyük becerilerinden birisi sorunu çok net masaya koyup ama kesinlikle kavga etmeden, bağları koparmadan bir çözüm önermeye çalışmasıdır. Türkiye ilişkilerinde de böyle yapacağını düşünüyorum.
Türkiyeli seçmenlerin oylarına talipsiniz. Size neden oy versinler?
Beraber hedeflediğimiz eşitlik ve birlik için; maalesef Türkiye kökenlilerin mücadele etmek zorunda kaldığı ayrımcılığa ve ırkçılığa birlikte karşı çıkmak için sanırım en iyi destekleyebilecekleri kişi benim. Bu konuda samimiyetime güvenip oylarını bana verirlerse çok memnun olurum.