YAZARLAR

Cehennemin kapıları açılırken gıda fiyatları düşecek öyle mi?!

Türkiye, en kurak kışlarından birini geçiriyor ve bu tarımsal üretimi hem nicel hem de nitel açıdan ciddi bir biçimde etkileyecek gibi görünüyor. Bunun anlamı, hem ürün rekoltesinde düşüş hem de üretim maliyetlerinin artışı. Zira yağmur yağmadığında sulama yapmanız gerekli. Bu da hem su hem de elektrik maliyetinin artması demek. Zaten çok yüksek seyreden Tarım-ÜFE’ye bir olumsuz etki daha...

Bir ‘kaşar simit’ 60 TL mi, 90 TL mi diye tartışırken, domatesin kilosunu 30-40 lira aralığında alabilirken, baktığımız göstergeler genellikle Tarım-ÜFE, gıda enflasyonu, enflasyonda gıda ürünlerinin payı oluyor. Güncel durumu hemen hemen böyle hesaplıyor ve yorumluyoruz. Biz bunlarla uğraşırken, çok daha kalıcı ve çok daha can acıtacak bir süreç ise beklenenden çok daha hızlı bir biçimde, hayatlarımızı etkilemek üzere geliyor. Artık kimse ‘küresel ısınma’ falan demiyor farkındaysanız, durumun aciliyetine daha uygun bir terim var, ‘iklim krizi’... Bu krizin hissedilir etkilerini özellikle son 10 yıldır fazlasıyla yaşıyoruz ve görünen o ki, bu daha başlangıç!

BİLDİĞİNİZ KURAKLIKLARI UNUTUN

Yüzey ısınması, denizlerin ısınması, anormal hava olayları, kuraklık en bariz etkiler olarak önümüze çıkıyor. Söz gelimi geçtiğimiz yıl, küresel ölçekte bir kuraklık yılı olarak kayıtlara geçti bile, bu yılın da iyi ihtimalle ‘en sıcak altıncı yıl’ olması bekleniyor. 2022, en sıcak beşinci yıl oldu, ancak en sıcak dördüncü ve sekizinci yıllar arasındaki fark birbirine çok yakın. Son sekiz yıl, kayıtlardaki en sıcak sekiz yıl olarak ölçüldü.

Yıllık ortalama sıcaklık, 1991-2020 referans döneminin 0.3°C üzerindeydi, bu da 1850-1900 döneminden yaklaşık 1.2°C daha yüksek sıcaklık anlamına geliyor.

Atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonları son yıllardaki oranlara benzer şekilde yaklaşık 2.1 ppm (parts per million-milyonda bir) arttı. Atmosferdeki metan konsantrasyonları da 12 ppb’ye (parts per billion-milyarda bir) yakın artarak ortalamanın üzerinde artış gösterdi, ancak son iki yılın rekor seviyelerinin altında kaldı.

Hemen belirteyim, bilim insanları uzun yıllar okyanuslardaki karbon miktarını ve bu karbon hacminin atmosfere kusulacağını hesaplayamamıştı. Bu da iklim krizinin beklenenden çok daha kısa bir sürede geleceğini öngörmemizi engelledi. Öngörsek bir şey değişir miydi, hiç sanmıyorum. Şimdi bir başka sürpriz daha var önümüzde, kutuplardaki erime sonucu ortaya çıkacak buzda sıkışmış metan gazı. Hacminin ne kadar olduğu ve atmosfere ne zaman ve hangi hızda salınacağı henüz belli değil.

LA NİÑA DA BİZİ KANDIRIYOR!

Yeryüzünde La Niña koşulları, üst üste üçüncü yıl boyunca yılın devam ediyor. 

Uzun süreli sıcak dalgası koşulları ilkbaharda Pakistan ve Kuzey Hindistan’ı, yaz aylarında ise Orta ve Doğu Çin’i etkiledi. Pakistan’da kuraklığın ardından bastıran aşırı yağış nedeniyle Ağustos ayında bütün ülkeyi kaplayan yaygın bir sel yaşandı.
2022’de Doğu Avustralya’da nispeten düşük sıcaklıklar ve yüksek yağış, tipik olarak La Niña koşullarıyla ilişkilendirilen iklimsel özellikler olarak kayda geçti. Şubat ayında Antarktika Denizi buzu, 44 yıllık uydu kaydındaki en düşük, minimum boyutuna ulaştı.

Altı ay boyunca Antarktika Denizi buzunun rekor veya rekora yakın düşük değerlere ulaştığı saptandı. Bu liste böyle uzayarak devam ediyor. Sadece bir özel vurgu yapayım, iklim krizinden dolayı en fazla su stresi yaşayacak ülkelerin ilk sıralarında Akdeniz Havzası ülkeleri ve Ortadoğu ülkeleri geliyor. Bunlardan biri de Türkiye...

KRİZ KESİN, ETKİSİNİN İSE UCU AÇIK

Bir not daha düşeyim, La Niña koşullarında bu sıcak dalgası yaşanıyor. Oysaki La Niña döneminde, Orta Pasifik Okyanusu’nun doğu ekvator kısmındaki deniz yüzeyi sıcaklığı normalden 3-5 °C daha düşük olur. Bu buharlaşmanın az olması nedeniyle yağış azlığını açıklar, ama kışların soğuk geçmesi gerekir. ABD’de müthiş kar fırtınaları oldu bu doğru, ancak Akdeniz Havzası ve Ortadoğu’da görüldüğü gibi kış da sıcak geçiyor. Görünen o ki, artık El Niño ve La Niña, dünyadaki hava değişikliklerinin göstergesi olmaktan çıkmaya başlıyor. Bu da iklim krizine ilişkin bir başka ipucu.

AKDENİZ HAVZASI BIÇAK SIRTINDA

İklim krizi, küresel bir sorun, ancak bazı bölgelerdeki etkileri çok daha keskin olacak. Akdeniz Havzası’nda Kuzey Afrika, Güney Avrupa ve Ortadoğu en fazla etkilenecek bölgeler. Türkiye’de de iklim krizinin etkileri had safhada yaşanacak. Bu ülkelerde başta su stresi olmak üzere, tarımsal verim düşüklüğü, ürün çeşitliliğinde azalma ve şu anda tümüyle tahmin edilemeyen olumsuz etkilerin olacağı öngörülüyor. Dünya Bankası, iklime bağlı su kıtlığının önümüzdeki 30 yıl içinde bölgenin gayrisafi milli hasılasının yüzde 14’üne denk gelen ekonomik kayıplara sebep olacağını tahmin ediyor.

TARIM SEKTÖRÜNDE YAPISAL KRİZ VARKEN İKLİM KRİZİNİ KARŞILIYORUZ

Bu veriler ışığında, dönelim tarım ve gıda fiyatlarına... Zaten küresel enflasyonist ortamdan henüz çıkabilmiş değiliz. Türkiye ise dünya enflasyon liginde halen birinci sırada. Gıda enflasyonu açısından da durum pek farklı değil. Bu salt konjonktürel bir durum da değil, yani girdi maliyetlerinde astronomik artışlar sadece bir etmen. Türkiye’de tarım sektörü ciddi bir yapısal bunalımın içinde. Özellikle de hayvancılık can çekişiyor. Planlı bir üretim yok, teşvik ve destekler sonuç alıcı olmuyor, işletme ölçekleri bir başka sorun, dış ticaret politikalarının olumsuz etkileri sürüyor, verimlilik Avrupa’nın yarısı kadar ve ekilmeyen araziler git gide artıyor. Bunun ötesinde, su fakiri bir ülkede yaşıyoruz.

Şimdi tüm bunlardan çok daha büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Buna kabaca kuraklık ve hava olaylarında anomaliler diyelim. Bunun sonuçlarını, 2023 yılında da ciddi bir biçimde yaşayacağımız kesin gibi, eğer ki bir mucize olmazsa. Türkiye, en kurak kışlarından birini geçiriyor ve bu tarımsal üretimi hem nicel hem de nitel açıdan ciddi bir biçimde etkileyecek gibi görünüyor. Baraj doluluk oranları bunun bir göstergesi ve sadece İstanbul’un Istranca barajlarından örnek verirsek, doluluk oranı yüzde 5’lere gerilemiş durumda. Kuruyan göllerin sayısı hızla artıyor, akarsuların durumu da hiç iç açıcı değil, yeraltı sularına ulaşmak da git gide zorlaşıyor.

GİRDİ KULLANIMI VE MALİYETLER ARTACAK

Sonuç itibarıyla, bunun tarımsal üretime etkisi çok olumsuz olacak gibi görünüyor. Buğday ve arpa gibi hububatların kuraklık sebebiyle ekimleri ertelendi bile. Başta Konya olmak üzere, özellikle İç Anadolu illerinde, yani hububat ambarlarında yağış miktarındaki düşüş oranı yüzde 75. Ama bu durum salt İç Anadolu’ya özgü değil. Kuru ve sulu tarım yapılan tüm bölgelerde kuraklığın etkileri gözlemleniyor. Bunun anlamı, hem ürün rekoltesinde düşüş hem de üretim maliyetlerinin artışı. Zira yağmur yağmadığında sulama yapmanız gerekli. Bu da hem su hem de elektrik maliyetinin artması demek. Zaten çok yüksek seyreden Tarım-ÜFE’ye bir olumsuz etki daha... Bitmedi, kuraklık aynı zamanda olumsuz bir başka döngü yaratıyor. Bu dönemlerde hastalık, haşere ve zararlı etkileri de artıyor. Yani daha fazla tarımsal ilaç kullanmak gerekecek.

DERİNE, DAHA DA DERİNE!..

Türkiye’de, yine başta İç Anadolu olmak üzere tarımsal arazilerin sulanmasında yeraltı suyu kullanımı yıllardan bu yana giderek artıyor. Türkiye’de sulu tarım yapılan arazilerin su gereksinimlerinin yüzde 53’ü yüzey su kaynaklarından sağlanırken, yüzde 38’i yeraltı su kaynaklarından karşılanıyor. Ve yeraltı su kaynakları tükenmeye yüz tutmuş durumda. Yıllardan beridir gazetelerde gördüğümüz Konya’daki obruklar, işte bu yeraltı su kaynaklarının çökmesinden başka bir şey değil. Bundan 10 yıl öncesinde Konya’da 100 metre derinlikten çıkarılan yeraltı suyu, bugün 250 metreden çıkarılıyor. Güneydoğu Anadolu’da bu derinlik 450 metreye kadar ulaştı bile.  

Yağışların yetersizliği sebebiyle, bazı bölgelerde çok su isteyen tarım ürünlerinin ekimine sınırlama ya da yasak getirilmiş durumda. Bu uygulamaların artarak devam edeceğini söylemek için medyum olmaya gerek yok. Zira tüm veriler, bizim de içinde yer aldığımız Akdeniz Havzası’nda iklim krizinin etkilerinin çölleşmeyle sonuçlanacağını gösteriyor. Buna rağmen GAP projesinin hayata geçmesinden bu yana, Türkiye’de tarımsal sulamanın ne kadar mantıksız şekilde yapıldığını ve bu meselenin bile çözülemediğini hatırlatayım. GAP’tan sonra su bolluğu yaşayan Güneydoğu Anadolu çiftçisi tarlalara suyu gereksiz biçimde bastı ve bunun sonucunda toprakta tuzlanma sebebiyle ciddi sorunlar yaşandı. Bir başka örnek daha verelim, şu düşey atımlı hidroelektrik santrallerinden... Özellikle Doğu Karadeniz’de neredeyse her dereye kurulmaya kalkılan bu santraller, su bolluğu içinde yüzen bu bölgede bile su rejimini alt üst etti.

NE POLİTİKA VAR ORTADA NE DE PLAN

Bu mesele neredeyse 20 yıldır bilinmesine karşın, Türkiye’nin kuraklığa önlem alacak ne bir tarım politikası var, ne de su politikası... Siz buna biraz önce sözünü ettiğim yapısal sorunları da ekleyin. Tüm bu sorunlar apaçık ortada dururken, halen gıda enflasyonuna karşın palyatif önlemler almaya çalışan bir ekonomi yönetimi var karşımızda. Marketlerin gıda fiyatlarını sabitlemesi gibi uygulamalar söz gelimi. Ya da çöküşe giren hayvancılık sektörüne karşı bir darbe daha vuracak olan et ithalatı...

Sonuç itibarıyla, gıda maliyetlerinde bir düşüş söz konusu değil, bir artışın olması ise çok muhtemel. Kuraklık sebebiyle bu girdilerden su, elektrik ve tarımsal ilaçların kullanımının daha da artacağını söyleyebiliriz. Bu girdi kullanımındaki artışa rağmen verimliliğin düşmesinin de çok muhtemel olduğunu ekleyeyim. Bunun yanı sıra, tarımsal ürün kalitesinin de düşeceğini de... Küresel ölçekte bir kuraklıktan söz ettiğimize göre, öyleyse tarımsal ürün ithalatının maliyetinin de artacağı aşikar. Peki tüm bunları sıraladıktan sonra, ‘gıda fiyatlarının düşeceği’ iddialarına birazcık aklı olan kim inanır!