YAZARLAR

Cehenneminizi nasıl alırdınız, nükleer seçeneklerimiz mevcuttur?

Tıkanan bir uluslararası sistem, silah ambarına dönmüş bir dünya ve serseri mayınlarla dolu bir gelecek. Bunun  karşısında Nihon Hidankyo ve Ortadoğu’dan yükselen insanlık çığlığı… Siz cehenneminizi nasıl alırdınız, menümüzde nükleer seçeneklerimiz mevcuttur?

Liberal küresel sistemdeki tıkanma son dönemde “çıplak gözle” görülüyor. Sistemin dengesizlikleri, çifte standartları, dünyanın güvenliğinin, elinde veto kartı olan 5 ülkenin seçimleri ve çıkarlarınca şekillenmesi yeni değil. Zaten 1945 sonrası kurulan ve sık sık BM’ye atıfla söylenen “Belki dünyayı cennet kılmıyor ama cehenneme dönmesine de engel oluyor” hatırlatması da bu eşitsizliği imliyordu. Uluslararası ilişkiler uzmanları sistemin ne zaman bu yükü kaldıramayacak duruma geldiği konusunda farklı tarih ve olayları gösteriyor olsa da neredeyse tamamı bugün işlerin çığırından çıktığı konusunda hem fikir. Bu sistemden sonra yerine ne geleceğiyse meçhul, ancak beklentiler de yok değil.

Bazı uzmanlar yeni bir iki kutupluluk olabilir derken bazıları ‘Çin hegemonyası ihtimalini yabana atmayalım’ uyarısında bulunuyor. Buna karşın bazı isimlerse “düzensizlik çağı”na girebilme ihtimalimizin de az olmadığını hatırlatarak, biraz tarihi geniş yorumlamayı salık veriyor.

Bu belirsizlik ve öngörü sorunu büyük bir çatışma riskinin hiç de az olmadığını hatırlatıyor. Temel sorulardan biri yeni düzene/düzensizliğe savaşla mı geçiş olacak savaşsız mı? Şimdiden buna yanıt vermek güç, ancak bu özellikle nükleer silahlar cephesinde ne olduğuna bakmaya engel değil. Bu hafta sonsuz cehennemler vaat eden nükleer silahlanma ve bunun yarattığı gerilime odaklanacağız.

'ŞİMDİ BEN ÖLÜM OLDUM, DÜNYALARIN YOK EDİCİSİ'

İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşıldığında pek çok uzmana göre zaten teslim olmaya hazır bir ülkeye yönelik saldırı savaşın değilse de dünya tarihinin kaderini değiştirdi. ABD'nin Manhattan Projesi kapsamında geliştirilen ve  önce Hiroşima ardından Nagazaki’ye atılan atom bombası, eşi benzeri görülmemiş bir acıya, yıkıma neden oldu.

Dünya, nükleer silah kavramını bu yıkıcı ve insanlıktan uzak saldırıyla öğrendi. Nitekim bunun yarattığı yıkım karşısında Openheimer 1960’larda verdiği bir röportajda “Şimdi ben ölüm oldum, dünyaların yok edicisi” cümlesini kurmuştu. Zaten Christopher Nolan’ın Opeinheimer’ında (2023) biraz bu çelişkiyi, açmazı ve vicdan azabını görmüştük. Nolan, filmde Japonya’da ölen insanların görüntülerini vermemiş, sadece çığlıklarının kulaklarımızı delmesine müsaade etmişti. Ancak yıllar sonra sinema salonlarında yeniden yankılan çığlık ne o zaman ne de bugün nükleer silahlanmaya engel olmadı, olamadı.

Bu yıl Nobel Barış Ödülü, dünyanın "nükleer silahlardan arındırılması" alanındaki çalışmalarından dolayı Japon kuruluş Nihon Hidankyo’ya verildi. Ödülün ilan edildiği açıklamada şu sözler sarf edildi: "Hibakuşa" olarak da bilinen Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarından kurtulanların oluşturduğu bu taban hareketinin, "nükleer silahlardan arındırılmış bir dünyaya ulaşma çabaları ve nükleer silahların bir daha asla kullanılmaması gerektiğini tanıklıklarıyla ortaya koydukları için...”

Barış için hayatta kalan tanıklarla “bakın bu cehennemden kalan bu, bizim başımıza geldi kimsenin başına gelmesin” diyen bu kuruluş, ödülün sahipleri dünyanın bir cehennemler toplamına döndüğünü hatırlatırcasına Gazze halkını ve yaşadıklarını da hatırlattı. Öyle ya cehennem için bir mantar bulutu, gözleri kör eden bir alev topu zorunlu koşul değildi. Peki bu sırada dünya ne yaptı? 1945’ten bugüne ne oldu?

Nihon Hidankyo hala “yapmayın” diye kendini paraladığına göre nükleer karşıtlığı bazıları için yüksek tavanlı, bol sütunlu salonlarda kulağa hoş gelen sözlerden öteye geçmemiş gibi. Kısaca kronolojiye ve geldiğimiz noktaya bakalım.

EN BİRİNCİ OLMAK İÇİN BOMBAYA AŞIK OLMALIYDIM

Dünya, bir tarafında SSCB ve Doğu Bloku’nun olduğu, diğer tarafında ise ABD ve Batı kampının yer aldığı iki ayrı merkeze, iki ayrı ekonomi/politik sisteme sahipti. Ancak iki sistemi birleştiren en önemli unsur silah yarışıydı, yani en birinci olmaya giden yol, katiline, bombaya aşık olmayı gerektiriyordu.

ABD’nin 1945’te Japonya’ya attığı iki atom bombası SSCB tarafından kendisine bir mesaj olarak algılandı ve SSCB, 1930’larda başladığı nükleer silah üretimi çalışmalarını hızlandırdı. SSCB atom bombasını 1949’da denediğinde diğer 'süper güç' hâlâ bir adım öndeydi. ABD iki yıl sonra hidrojen bombasını deneyecekti.

1953'te bu kez SSCB hidrojen bombasını denedi. 1957’de SSCB’nin, 'Sputnik' adlı yapay uydusunu uzaya fırlatmasıyla savaşın ve rekabetin şekli daha dehşetengiz bir hal aldı. Sputnik'in mesajı şuydu: Eğer uzaya yapay bir uydu yerleştirecek gücünüz varsa o uydunun başına bir nükleer başlık takarak onu bir füzeye dönüştürebilir ve ABD topraklarını vurabilirdiniz! Dünyanın süper güçlerinden birisi artık her an vurulabilir olma tehdidiyle yaşıyordu. ABD ise 'her an vurulabilir olma'nın yarattığı paranoyayla nükleer silahlara yüklendi. İşte bu süreç ABD’nin kurduğu NATO’da büyük bir stratejik dönüşüm yarattı ve 'Orta Menzilli Güdümlü Füzeler' SSCB’ye yakın müttefiklerin topraklarına yerleştirilmeye başlandı. Dünya yavaş yavaş eşi görülmemiş bir silah ambarına dönüşüyordu.

AKIL NADİREN DE GALEBE ÇALAR: SİLAHSIZLANMA ANLAŞMALARI

Soğuk Savaş’a atıfla kullanılan “dehşet dengesi” bu amansız yarışın artık makul sözlerle, aklın sınırlarıyla değil yarattığı duyguyla tarifini ortaya koyuyordu. Bu çerçevede Küba Füze Krizi (1962) iki aktöre de yok olmanın eşiğini geçmek üzere olduklarını hatırlattı. Bu krizden sonra ABD ve SSCB, Stratejik Silahların Azaltılması (The Strategic Arm Limitation Talk- SALT) görüşmeleri sonucunda antibalistik nükleer füzelerin sınırlandırılması için SALT I ve SALT II anlaşmalarını imzaladılar. Bunu 1972’de Anti–Balistik Füze Antlaşmasının (Anti-Ballistic Missile Treaty-ABM) imzalanması izledi. Anlaşmalara karşın tarafların silahlanmaya ayırdığı bütçe artmaya devam etti.

Reagan yönetimiyle doruğa çıkan nükleer tehdit SSCB’nin ekonomik ve sosyal olarak yorgun düşmesiyle yeni bir sürece girdi. Gorbaçov’un “Yeni Düşünce (Novoye Mışleniye)” politikası, 1985’te yeniden nükleer silahsızlanma görüşmelerine kapı araladı. Reagan ve Gorbaçov arasında süren görüşmeler üzerine 1987’de Orta Menzilli Silahların Sınırlandırılması (INF) konusunda anlaşmaya varıldı ve bu çerçevede 2 bin 700 civarında füze imha edildi. Nükleer cephede süren bu işbirliği Avrupa’da konvansiyonel silahlara dönük kısıtlamalarla sürdü. Ancak bu akıl ve izan dönemi pek de uzun sürmeyecekti.

TRUMP’TAN PUTİN VE YENİ AKTÖRLERE: NÜKLEER BEKANIN YONGASIDIR ANLAŞMAYSA AYAK BAĞI

2000’lerin başında imza konan bazı anlaşmalar, koşullar değişti, “dün dündür bugün bugündür” denebilecek tarihten hiç ders almamış bir pişkinlikle iptal edildi. ABD, 2019’da INF anlaşmasından çekildi. Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla beraber, Rusya Devlet Başkanı Putin şu sözlerle 2021’de 5 yıllığına uzatılan Start Anlaşması’nı askıya aldıklarını duyurdu: "Bugün Rusya'nın Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması’nı (START) askıya aldığını açıklamak zorundayım" dedi ve devamında "Tabii ki ilk yapan biz olmayacağız ama ABD nükleer deneme yaparsa biz de yaparız" göz dağını verdi.

ABD ile Rusya arasında bunlar yaşanıyorken dünyanın geri kalanı nefesini tutmuş ne olacağını bekliyor değildi, kimse bu kavgaya hazırlıksız girmek istemiyordu. Kılıç devri geçtiyse nükleer füze başlıkları bilenecek, sayıları artacak, en gıcırları alınacaktı. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) Yıllığı 2024: Silahlanma, Silahsızlanma ve Uluslararası Güvenlik çalışması devletlerin bu süreçte izlediği politikayı verilerle ortaya koyuyor.

Çalışmaya göre Ocak 2024’te ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail ile beraber 9 devlet toplam 12 bin 121 nükleer silaha sahip ve bunlardan 9 bin 585 tanesi operasyonel. Bunların 4 bine yakını operasyonel kuvvetlerin kontrolünde konuşlandırılmış. Resme genel olarak bakıldığında nükleer başlıkların azaldığı intibası oluşuyor, ancak bunun nedeni Rusya ve ABD’nin emekliye ayırdığı savaş başlıklarını sökmesi. Buna karşın başta Çin ve Birleşik Krallık olmak üzere küçük veya orta ölçekli başlıklara sahip olan pek çok devlet nükleer kapasitesini artırıyor veya artırım planlaması yapıyor.

ABD’de seçimlere haftalar kala anketler iki adayın başa baş olduğunu gösteriyor. Küresel sistemin ölüm fermanını yazan Biden döneminin yarattığı yıkımdan daha ne kadar kötü olabilir diyebilecek koşulların maalesef ki çok uzağındayız. Tüm tercihlerin kötü olduğu bir türlü kötünün iyisi diyebileceğimiz durumda olamadığımız bir eşikteyiz. Tıkanan bir uluslararası sistem, silah ambarında dönmüş bir dünya ve serseri mayınlarla dolu bir gelecek. Bunun  karşısında Nihon Hidankyo ve Ortadoğu’dan yükselen insanlık çığlığı… Siz cehenneminizi nasıl alırdınız, menümüzde nükleer seçeneklerimiz mevcuttur?


Mühdan Sağlam Kimdir?

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.