Cem Dizdar: Bir asabiyetin sosyolojisi
Futbola ancak Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray’ın gündelik çıkarları penceresinden bakmaya koşullanmış zihinler Cem Dizdar’ın yorumlarından inanılmaz bir biçimde rahatsız oluyorlar. Onların tepkilerinin sertliği aslında buradan kaynaklanıyor. Cem Dizdar’ın asabiyeti ise aslında gayet doğal bir açıdan. Yoksa tarihsel ya da toplumsal mı demeliydim!
Aslında Cem Dizdar yeni keşfettiğim bir figür değil. Futbola meraklı biri olarak kendisini uzun yıllardır takip ederim. Özellikle de futbol hakkında cümle kuranların ortalama kalitesi düşünüldüğünde kendisi her zaman fark yaratan isimlerden biriydi benim için. Ayrıca son dönemde bu konuda kalitenin giderek arttığını da gözlemliyorum. Cem Dizdar ise bunun öncülerinden biri.
Yaklaşık bir yıl önce emekli oldum. Bunun üzerine halen içinde yaşadığımız pandemi dönemi rasgeldi. Bu nedenle evde geçirdiğim süre arttı. Böylece hafta içinde güne genellikle TRT Spor kanalındaki Serkan Yetkin ile Cem Dizdar’ın yer aldığı “Spor Manşet” programıyla başlamak giderek bir alışkanlık haline geldi benim için. Programı vakti ve ilgisi olan herkese hararetle tavsiye ederim. Program güncel bir futbol programı gibi gözükmesine rağmen özellikle Cem Dizdar’ın futbol dünyasına dair yaptığı değerlendirmeler yeterince soyutlanabildiğinde aslında ülkemizdeki tüm alanlar için ciddi dersler içeriyor. Bu açıdan bakıldığında futbolla pek ilgilenmeyen örneğin felsefecilerin, sosyologların, antropologların da zihinlerini açabilecek pek çok şey var bu programda.
Programa temel karakterini veren şey ise öncelikle Cem Dizdar’ın asabiyeti. Kendisi yorumlarını, eleştirileri genellikle yüksek bir tonda ifade ediyor. Program günün gazete haberlerinin ve sosyal medya yorumlarının değerlendirilmesine dayanıyor. Bu haberlerin ve yorumların nitelikleri düşünüldüğünde Cem Dizdar’ın asabiyetine hak vermemek aslında mümkün değil. Program esnasında yapılan sosyal medya yorumlarının en azından bir kısmı da zaten Cem Dizdar’ın asabiyetinin hem nedeni hem de sonucu.
Rakamlara, sonuçlara bakıldığında Türkiye’de futbolun ciddi bir çöküş içinde olduğu yadsınmaz bir gerçek. Artık bunu Ali Koç gibi, Fatih Terim gibi bu dünyanın merkezinde olan insanlar bile zaman zaman açıkça itiraf ediyorlar. Süper Lig takımlarının malî tabloları, Avrupa Kupaları’ndaki başarısızlıkları bu çöküşün sadece tezahürleri. Ancak futbol dünyasının genel tutumu olaylara sanki hiçbir şey yokmuş gibi bakmaya devam etmek. Cem Dizdar ise meselelere öyle bakmıyor. Kendisi Marx’ın söylediği anlamda bir “radikal”, yani sorunları sadece yüzeyde göründükleri hal üzerinden değil, köklerine inerek ele alıyor. Bu nedenle de tespitleri genelde yanardöner bir nitelikte değil, gayet net olabiliyor. Oysa ilgili kamuoyu konulara bu seviyeden bakmaya pek alışık değil. İşte gerginlik tam da burada başlıyor.
Cem Dizdar’ın çok sıkı bir Beşiktaşlı olduğu aslında belli. Ancak futbola sadece bu pencereden bakmıyor. Galatasaray ya da Fenerbahçe’yi bir şekilde eleştirince hemen bunu Beşiktaşlı olduğu için yaptığı varsayılıyor. Beşiktaş’ı eleştirince de bir tür iç düşman olarak algılanabiliyor. Cem Dizdar’ı seyrederken kendimi zaman zaman kendi çalışma alanlarımdaki yorumlarımla, onun futbol hakkındaki değerlendirmelerini karşılaştırırken yakalıyorum. Türkiye’deki siyasî, ideolojik, yaşama biçimsel, kültürel olarak kutuplaşmış kültürel kamusal alan, neredeyse feodal kaleler şeklinde bir mimariye sahip. Herkes kendini mahallesinden diğer mahalleye top ya da mancınık atma şeklinde ifade edebiliyor. Genel olarak kamusal alanı, ülkeyi, dünyayı bir bütün olarak göremiyor. Ülkedeki fikrî üretim yetersizliğinin en önemli sebeplerinden biri bu. Ben yıllardır bunları yazıp, çiziyorum.
Aslında Cem Dizdar’ın yaptığı değerlendirmeler ve bu nedenle aldığı tepkiler, benzer bir mimarinin varlığını futbol dünyası için de kanıtlıyor. Zaten başka türlü nasıl olabilir? Toplum dediğimiz eninde sonunda bileşik kaplar gibi bir şey değil mi? Falanca alan çok iyiyken, filanca alan yerlerde sürünüyor olabilir mi? Öncelikle fanatik bir taraftar olmakla, ama özellikle de İstanbul dükalıklarının taraftarı olmakla yapılaşmış bir futbol dünyası içinde Cem Dizdar biraz lüks kaçıyor. Çünkü o alana, konuya çok daha geniş bir açıdan bakıyor. Ülkemizin futbol sektörünü bir bütün olarak görebiliyor. Üstelik ülke futbolunu dünya futbolu içinde de konumlandırarak karşılaştırmalı olarak ele alabiliyor.
Ancak futbola sadece Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray’ın gündelik çıkarları penceresinden bakmaya koşullanmış zihinler Cem Dizdar’ın yorumlarından inanılmaz bir biçimde rahatsız oluyorlar. Onların tepkilerinin sertliği aslında buradan kaynaklanıyor. Cem Dizdar’ın asabiyeti ise aslında gayet doğal bir açıdan. Yoksa tarihsel ya da toplumsal mı demeliydim! Aklı başında, basiretli, analitik, geniş açılı, bilgiye dayanan bir tutumla meselelere bakabilen birinin yaşadığı toplumda maalesef azınlıkta olmasının kendisine yüklediği yüksek elektrik! Bu insanlar, benim görebildiğim bu kadar basit gerçekleri neden göremiyorlar hissiyatı! Aklı başında olanların kendilerini fazla azınlıkta hissettikleri toplumlarda hakikatin ancak asabi bir formda ifade edilmek gibi bir özelliği vardır.
Hatırlayın bu ülkeden ne kadar önemli futbol insanları geldi, geçti. Bunların büyük bir bölümü Süper Lig'de başarılı olamadılar. Kovuldular, gittiler. Sonra başka liglerde, ülkelerde inanılmaz başarılar elde ettiler, dünya futboluna katkıda bulundular. Yazıyı, bunlardan ikisinin veciz sözleriyle bitirmek isterim. Slaven Biliç şöyle demişti: “Türkiye’de yetkisi olanların bilgisi yok, bilgisi olanların ise yetkisi yok.” Frank Rijkaard ise futbol dünyamızı şöyle yorumlamıştı: “Türkiye’de her şeyden biraz var ama hiçbir şey tam değil.”
Ben kendi payına Cem Dizdar’ı hep keyifle izleyeceğim. Ondan bir şeyler öğrenmeye, yani bakış açıları edinmeye devam edeceğim. Herkese de tavsiye ederim. Ama en önemlisi de şu: Cem Dizdar’a sabırlar dilerim. Tabii Serkan Yetkin’e de!