Cem Yılmaz’ı sevmek istiyoruz
Cem Yılmaz’ın kültür dünyamızda yolculuğunun iyi bir başlangıcı vardı; insani olan herhangi bir şeyin kıymetini bilecek herkesin ilgi duyacağı bir mizah yapıyordu. Mizahını, kesin bir insan derinliği belirliyordu. Ama son işi “Erşan Kuneri”, ne yazık ki eskisi gibi aklın hazlarına değil, insanın doymak bilmeyen bayağı eğlence oburluğuna hitap ediyor. İyiden iyiye ince alaydan kaba güldürüye, nükteden kelime oyunlarına meyletmiş görünüyor Cem Yılmaz.
Cem Yılmaz’ın “Erşan Kuneri” dizisinin ikinci sezonu Netflix’de yayına giriyor. Bu dizinin ilk sezonu, MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin cinlerini tepesine toplamıştı. Partisinin 21 Haziran 2022 tarihli grup toplantısında, “küfür ve en seviyesiz esprilerin yer aldığı, şarlatanlıktan öte bir meziyeti olmayan sözde komedyenin rol aldığı” bu dizinin “son sığınak olan aile hayatının yağmalanması için planlı bir propaganda” ve “alçak bir kumpas” olduğunu söylemişti.
Narin Güran cinayetine giden yolun bu diziyle açıldığını düşünemeyeceğimize göre, Sayın Bahçeli’nin eleştirilerini ciddiye almamız gerekmiyor. (Devlet Bey bunu sıkça yapıyor zaten. 4 Şubat 2024 tarihli Manisa mitinginde konuşurken de, Yılmaz Erdoğan’ın “İnci Taneleri” dizisindeki Dilber karakterine çatmıştı. Bahçeli, “Astronot Alper Gezeravcı kardeşimizin uzaya gittiği, Türkiye’nin başını yükseklere çevirdiği şu dönemde” diye lafa girmiş, “bir dizi-film vasıtasıyla Dilber karakterinin servis edilmesi örtülemez bir çelişki ve zamanlama itibarıyla manidar bir komplo emaresi taşımaktadır” demişti.)
Bu sözlerin (Devlet Bey’in dilinden dökülen başka bazı sözler gibi) çarçabuk mavra konusu olabilme potansiyeli elbette var, bu bir yana; bunun dışında, bir politikacının popüler kültür ürünleri hakkında konuşmasında yadırganacak hiçbir şey yok. Çünkü popüler kültür, hafif değil, gayet de ağır politik bir meseledir. Hafifmiş gibi görünüyorsa şayet, bu onunla ilgili değil, onunla ilgilenme biçimimizle ilgili bir şeydir ve eğitimli kesime özel bir tür magazin olarak ele alındığında (zira siyasetten, ekonomiden, modern sanat arayışlarından, teorik tartışmalardan vs başı ağrıyana iyi gelir çünkü biraz dizilerden filan konuşmak) bilhassa böyle görünür.
Oysaki bir ülkenin yurttaşlarını (hiç abartmadan söylüyorum) Anayasa’nın uygulanmaması, kamu bütçesinin yağmalanması kadar ilgilendirir, ilgilendirmelidir. Kaldı ki, iktidarın baskılamaya çalıştığı popüler kültür alanının muhalif kesimler için de terk edilmeyecek bir özgürlükler alanı haline gelmiş olması gibi, bizim açımızdan özel bir sebebi daha var bunun. O yüzden popüler kültür ürünlerine yönelik eleştirileri ciddiye almamız gerekiyor.
Neredeyse “beğenenler ve beğenmeyenler” olarak toplumu ikiye bölen “Erşan Kuneri” ve Cem Yılmaz hakkında da dizinin ilk sezonundan bugüne çeşitli eleştiriler yapıldı, epeyce şey de söylendi.
Beğenenlerin beğenmesinde Cem Yılmaz aurasının hatırı sayılır bir etkisi vardı şüphesiz, zira telefon rehberi okusa gülmekten kırılacak, öylesine koşulsuz bir hayran kitlesi var Cem Yılmaz’ın.
Beğenmeyenler de, Bahçeli kalibresindeki sözler bir yana, samimi eleştirilerde bulundular. Doğaldır, insanlar “Erşan Kuneri”yi beğenmeyebilirler. Bunun “kitlelerin düşük beğenisi” karşısında ”seçkinlerin yüksek zevki”ni öne çıkarmakla bir ilgisi yok. Popüler kültür dünyasından bir ürünü beğenmediğimizde tümden o ürünün ait olduğu kültürü küçümsemiş olmayız. Bir popüler kültür ürününü beğenmemek, illa ki kitlelerin “düşük beğeni”si karşısında seçkinlerin “yüksek zevki”ni yüceltmek anlamına gelmez. Zaten elit kültürle popüler kültür arasındaki ayrım kırılalı çok oldu. Artık her ikisi de rahatlıkla birbirlerinin alanına girebiliyor; elit bilinen kültür popüler olandan pazar kaygısını alabiliyorken, popüler olan da (mesela totale hitap eden bir dizide Cemal Süreya şiiri okumak gibi) bazı sanat kaçamaklarıyla elitten rol çalabiliyor. Ayrıca herkesin medyaya (eskiden ağırlıkla televizyona, şimdi ise dijital platformlara) ayırdığı saatleri ve bu saatlerde de (eskiden her hafta bir bölümünü, şimdi ise bir oturuşta birkaç sezonunu birden) izlediği dizileri oluyor. Bu açıdan, şayet yazarken başka yaşarken başka tutumlar içinde değilsek, istesek de seçkinci olamayız.
Bu yüzden, beğenmeyenlerin beğenmemesinin de, “düşük beğeni”/”yüksek zevk”le değil, sadece ve sadece Cem Yılmaz mizahının hâl ve gidişinden memnuniyet duyup duymamakla ilgisi vardır. En azından bu satırların yazarının “Erşan Kuneri”yi beğenmeme sebebi budur.
Çünkü Cem Yılmaz’ın kültür dünyamızda yolculuğunun iyi bir başlangıcı vardı; insani olan herhangi bir şeyin kıymetini bilecek herkesin ilgi duyacağı bir mizah yapıyordu. Mizahını, kesin bir insan derinliği belirliyordu. İnsanın dolaysız hakikâtini mizah yoluyla açığa çıkarıyor, gizlisiz ve saklısız “İnsan, işte budur!” diyordu. Kültür tarihimizde pek az sayıda komedyen bu derinliğe inebilmiştir. Mesaj vermek için ıkınıp sıkınan kuru ve bayağı parodilerdense, doyasıya kahkaha attıran “mesaj kaygısız” komedinin peşine düşmüştü ve elbette bu da insanların hoşuna gitmişti. Ama onun “mesaj kaygısız komedi”sinde, Chaplin filmleri gibi, bizi yaşamın görünür yüzünün ardındaki anlamsızlığa güldürebilen bir mizah vardı, dolayısıyla popüler kültürün olağan simaları içinde ayrı bir yerde duruyordu. Cem Yılmaz’ı beğeniyle izlediğinizi söylemek, entelektüel iffete halel getirecek bir şey sayılmıyordu. O yüzden, kültürün daha elit ürünleriyle haşır neşir görünmeye özen gösterenler arasında da hatırı sayılır bir kitlesi vardı.
Komplekssiz ve çekincesiz, hiçbir büyük iddianın ardında perişan olmadan, kendine göre bir düzey arayışıyla, sadece iyi bir komedi yapmaya ve mümkün olduğunca fazla insanı kendine güldürmeye çalıştı Cem Yılmaz. Ama bir süredir yaptığı işler, özellikle de son işi “Erşan Kuneri”, ne yazık ki eskisi gibi aklın hazlarına değil, insanın doymak bilmeyen bayağı eğlence oburluğuna hitap ediyor. İyiden iyiye ince alaydan kaba güldürüye, nükteden kelime oyunlarına meyletmiş görünüyor Cem Yılmaz.
Onun popüler kültürün olağan simaları içinde ayrı bir yerde duruyor oluşunun, kendisini beğeniyle izlediğimizi söylemenin entelektüel iffete halel getirecek bir şey sayılmamasının bir nedeni de düşünme tarzıydı. Bakın geçen sene verdiği bir röportajda, “Türkiye’nin içler acısı durumu”nun, yıllar içinde onun sanatını, mizahını nasıl etkilediği sorulunca ne diyor:
-Acı bir şey söyleyeceğim ama... olumlu etkilemiş olabilir. Çünkü acı temkin değil ama titizlik getirir. II. Dünya Savaşı’nda komedinin patlaması gibi... Mizahı ‘Hayat devam ediyor’culukla bir yaraya derman olsun diye yapmıyoruz elbette, üzerimize düşen vazife bu olduğu için yapıyoruz. Ama yaparken titizlikle, bir incelikle yapmaya çalışıyorsun.
Acıyı ne güzel karşılıyor, ne güzel göğüslüyor değil mi? Ama işte bu “titizlik”, bu “incelik” yok “Erşan Kuneri”de. Yine de halen kendisine -belki eski alışkanlıkla- büsbütün kıyamıyoruz. Dizinin ilk sezon galasının yıkılan Emek Sineması’nın yerine yapılan Grand Pera’da yapılmasına sadece gönül koyabildik mesela, öyle değil mi, elimiz fazlasına gitmedi.
Cem Yılmaz’ı sevmek istiyoruz ama hâl ve gidişi iyi değil.
Onunla aynı dönemde kültür dünyamıza giren ve onun gibi umut vaadeden Yılmaz Erdoğan, bizim onda neyi sevdiğimizi hiç anlamadığı için tutkuları da yanlış yolda ilerledi ve şimdi egosunun gamlı ihtişamıyla magazin dünyasında parlıyor ağırlıkla.
Cem Yılmaz’ın kişiliği Yılmaz Erdoğanlaşmaya müsait değil, neredeyse buna eminim diyebilirim, ama korkarım bu gidişle mizahı Recep İvedikleşecek.