Cem Yılmaz’ın dilemması
Cem Yılmaz, karakterleri de sevilsin istiyor. O yüzden de karakterlerini doğal yollarından uzaklaştırarak zorlama alanlara çekiyor, ikna etmeyen finallere yönlendiriyor. Seyirciyi karakteri sevmeye mecbur bırakıyor. Ama bu tuhaf biçimde kendi sevilme arzusuyla da örtüşüyor.
Cem Yılmaz’ın Netflix için çektiği 'Erşan Kuneri' dizisinin yedinci bölümünün sonlarında, Erşan ile Feride’nin sohbet ettiği bir sahne vardı. Feride’nin yirmi kişiye tiyatro oyunu sahnelemesi muhabbetinin ardından, "Ben de yirmi kişiye oynasam neler yapardım. Kulaklarına fısıldardım valla. Bizi dövdü mü, yüz binler, milyonlar dövüyor Feride" diyordu Kuneri.
Cem Yılmaz’ın büyük dilemması bu sözde gizliydi kanımca. Bir yandan sineması eleştirmenler, festivaller tarafından ciddiye alınsın, bağırlara basılsın istiyor; diğer taraftan gişe rekorları kırmak. Hem kulaklara fısıldamak hem de dayak yememek istiyor. Şu sıralarda yine Netflix’te gösterilen "Do Not Disturb" vesilesiyle bir kez daha bu bahsi açmak gerekti. Cem Yılmaz yalnızca kendisi değil, karakterleri de sevilsin istiyor. O yüzden de çok özel karakterlerini bile isteye zorlama alanlara çekiyor, ikna etmeyen finallere yönlendiriyor. Seyirciyi karakteri sevmeye mecbur bırakıyor. Ama bu tuhaf biçimde kendi sevilme arzusuyla da örtüşüyor.
"Do Not Disturb"ün kahramanı Ayzek ile 2019 tarihli "Karakomik Filmler" serisinin "Arada" başlıklı yapımında tanışmıştık. Açıkçası oldukça heyecan uyandıran bir karakterdi çünkü Cem Yılmaz sinemasında olmayan bir karanlığı, tedirgin edici bir tarafı temsil ediyordu. Yılmaz’ın daha önce "Her Şey Çok Güzel Olacak" ve "Hokkabaz"da ustaca becerdiği 'kara komedi'yi daha da karanlık bir noktaya çekme potansiyeli taşıyordu Ayzek. Ama bu karanlık, seyircinin karakteri sevmesi gerektiğine dair bir yanılsamayla finalde yerini parlak bir ışığa ve hayal kırıklığına bırakmıştı. "Do Not Disturb" de aynı şeyden mustarip.
Karakterimiz çalıştığı gemiden kovulmuş, bir otelde 'gece müdürü' olarak iş bulmuştur. Otel çalışanı Suhal, depresif müzisyen Bahtiyar, gizemli ve belalı müşteri Davut, eczacı Saniye ile kurulan bu tekinsiz dünyanın temel problemi bir türlü ton tutturamaması. Film, hem görsel açıdan hem de hikaye olarak nasıl bir tona sahip olacağına bir türlü karar veremiyor. Cem Yılmaz’ın karakteriyle ilgili kararsızlığı bunda en büyük etken. Bir yandan "Joker" göndermeleri yapıp, öte yandan 'özünde iyi' bir karakteri işaret etmek bu ton tutturamamanın en önemli göstergesi haline geliyor. Ayzek’in tekinsizliği alamadığı ilaçlardan mı, insanlar tarafından dışlanmasından mı vb. sorular hep ortada kalıyor.
Ülkenin en çok ilgi gören iki komedyeni olarak Cem Yılmaz ve Şahan Gökbakar arasında sürekli bir karşılaştırma yıllardır yapılıyor kaçınılmaz olarak. Burada da mecburen bu alana girmek zorunda kalacağız. Çünkü karakterlerine yaklaşım konusunda da çok farklılar. Şahan Gökbakar seyircinin karakterini sevip sevmediği o kadar umursamıyor. Recep de, Kayhan da, Celal de olumlu kahraman değiller. Bilerek ve isteyerek anti kahramana dönüştürüyor karakterlerini. Ama Cem Yılmaz, Arif’ten başlayarak bütün karakterlerinin özünde bir iyilik arıyor. Kötü olsalar da onlara kıyamıyor. Seyircinin karakterini sevmesi için zorlamalar yapıyor. Bu Arif gibi karakterlerin taşıdığı filmlerinde o kadar göze batmasa da, Ayzek ile yapmaya çalıştığı şeyi tutarsız hale getiriyor.
Bu sevilme arzusunun, Cem Yılmaz’ın kendisinde de olduğunu göz ardı etmemek gerek. Sosyal meselelerde net bir tavır alamama, toplumun her kesimine kapsama iddia vb. gibi gerçek hayata dair tutumlar bir yanda dursun. Ama özellikle son gösterisi "Cem Yılmaz: Diamond Elite Platinum Plus"taki genel duruş, bu arzuyu fazlasıyla açık ediyordu. İlk dönem gösterilerinde seyirciyle dalga geçen, onlarla kafa bulan hatta kimi yerlerde rahatsız edici derecede birileriyle uğraşan üsluptan eser yoktu çünkü.
Yıllar boyunca kazandığı paranın mavrasını yapmakta beis görmeyen, arabalarının komedisini, uçak aldığı spekülasyonlarının esprisini yapmaktan çekinmeyen bir Cem Yılmaz vardı sahnede. Seyirciye "sana ne kazandığım paradan, sen eğlenmene bak" demenin yollarını bulmakta çok mahirdi. Ancak son gösterisinin hatırı sayılır bir bölümünü, aslında o kadar çok parası olmadığını anlatmaya çalışıyordu usta komedyen. "Bizden" birisi olduğunu izah etme telaşı ağır basıyordu. Oysa seyircinin böyle bir eşitlik talebi hiç olmadı. Ki Cem Yılmaz bütün sahne kariyeri boyunca seyirciye hiçbir zaman eşiti muamelesi de yapmadı. Seyircinin aşırı reaksiyonlarında "sahneden iner, paranızı da geri veririm" demeye getirmekten çekinmedi. Ama sinemadaki karakterlerinin sevilmesini istedi hep.
Şimdi bir yandan özellikle son on yıldır memleket bambaşka bir atmosfere savrulurken, yaş da ilerliyorken Cem Yılmaz da sinemasını ve kendisini değiştirmek istiyor belki de. Ama eski alışkanlıklardan da kopamıyor. Üstelik artık yalnızca karakterlerinin değil, kendisinin de sevilmeme korkusu yaşadığını düşündürtüyor. Bu da yapmak istediği sinemanın önünü tıkıyor bana kalırsa. Oysa yaratıcıyı da karakteri de sevmek zorunda değil seyirci. Memleketin büyük yönetmenlerinden birkaçının pek sevildiği söylenemez misal. Sinema tarihi, nefret edilen ama unutulmaz karakterlerle dolu.
Başa dönersek; Ayzek, çok özel bir karakter aslında ama Cem Yılmaz onun karanlığını tanımamıza, ondan tedirgin olmamıza, onun yapacaklarından/yapmayı arzuladıklarından çekinmemize, ondan korkmamıza bir türlü izin vermiyor. Ne vakit karakter kendisine bir yol bulsa, kolundan tutup bakın aslında o kadar da kötü biri değil demeye getirecek bir müdahale geliyor. Ve biliyoruz ki bir dönem için çok izlenmek, çok konuşulmak kalıcı olmak anlamına gelmiyor. Oysa Cem Yılmaz kalıcı olmak istiyor. Gel gör ki, kalıcı olmak için "sevilmemeyi" de göze almak gerekiyor.