Cemre Su Salur: 'Kendi Var Adı Yok, salt bir oyun değil, bir deneyim'

Yönetmen Cemre Su Salur'un, Shakespeare'in Macbeth oyunundan uyarladığı Kendi Var Adı Yok oyunu, endless Art Taksim'de sergileniyor.

Google Haberlere Abone ol

“Yürekli ve sadık bir askerin güç ile yozlaştığı bu ünlü hikâyenin teatral enstalasyonu “Kendi Var Adı Yok” Endless Art Taksim’in 2 katı ve 4 farklı alanında gerçekleşir. Seyircilerin oyunun tamamını alan değiştirerek deneyimleyeceği prodüksiyonda performans boyunca bir yarısı Cadılar’ı bir diğer yarısı ise Macbeth’i takip edecektir. Aynı anda sadece 20 kişinin deneyimleyebileceği bu performansta ani sesler, cinsel öğe, kan, ani ışık değişimleri bulunmaktadır ve oldukça karanlıktır.

Oyun boyunca takip edilecek karakter seçimi kura ile kararlaştırılacaktır. Kurada çekilen karakter dışında bir diğer karakterin gözünden hikâyeyi deneyimlemek isteyen seyircilerimiz bir sonraki gelişlerinde biletlerini yarı fiyatına ile temin edebilecektir.”

Oyuncular: Cemre Beygüven, Ayşegül Demir, Ömer Gülşen, Hakan Karaca, Mizgin Özel, Yiğit Paşaoğlu, Ahmet Saim ve Dilara Yiğit.

Tiyatro VOID’ın yedinci oyunu “Kendi Var Adı Yok” geçtiğimiz günlerde perdelerini açtı. Korku dolu bir “Macbeth” uyarlaması olan oyun, yoluna alkışlarla devam ederken biz de oyunun proje tasarımcısı ve yönetmeni olan Cemre Su Salur’a sorularımızı yönelttik.

Kendi Var Adı Yok, Yönetmen: Cemre Su Salur, VOID

'EN BÜYÜK HAYALLERİMDEN BİRİ MACBETH’İ YEREBATAN SARNICI’NDA SAHNELEMEK'

“Kendi Var Adı Yok” oyununu yapmaya nasıl karar verdiniz?

Uzun zamandır “Macbeth” oyununun hikâye akışının, teatral bir enstalasyon olarak kurgulanmaya çok müsait olduğunu düşünüyorum. Hatta ortaokul sondan beri en büyük hayallerimden biri “Macbeth”i Yerebatan Sarnıcı’nda sahnelemek. Bununla beraber, geçen sene Endless Art Taksim’in sanat programlamasının başında olan Metecan Enderer’in yapım desteği ile belki de günü geldiğinde Yerebatan Sarnıcı’nda da sahnelenebilecek oyunun temelini atmış bulunduk.

Oyuncu kadrosu nasıl bir araya geldi peki?

Geçtiğimiz haziran ayında bir açık çağrı duyurusu gerçekleştirdik, yüze yakın başvurudan 63 aktörün katıldığı bir seçmeye tanıklık ettik. Seçmenin sonucunda sekiz aktörden oluşan bir kadroyu bir araya getirdik.

Cemre Su Salur

'ENDLESS ART TAKSİM MÜTHİŞ BİR ALAN AÇTI'

Bu oyuna sadece bir “Macbeth” uyarlaması deyip geçmek zor. Üzerine konuşulacak çok şey var. Önce mekân kullanımından bahsedelim istiyorum. Bu oyunda alıştığımız gibi bir sahne kullanımı söz konusu değil. Oyun 2 katlı bir alanda ve 4 farklı mekânda geçiyor. İzleyiciler de oyunu takip ediyorlar. Bize bu tercihinizin nedenlerini açıklar mısınız?

Ben deneysel tiyatro mezunuyum ve konservatuvar boyunca çokça interaktif, yerleştirme tiyatro prodüksiyonları deneyimledim. Farklı teatral deneyimler, mezun olduktan sonra da projelerimde sürdürdüğüm bir araştırma oldu. Pandemide, performansçılar ve ses tasarımcılarından oluşan “It’s Us: Ophelia” adlı bir performans kolektifi kurduk. Önce dijital gerçekleşen performanslarımızı daha sonrasında canlı kurgulamaya başladık. Farklı alanlarda var olan, hikâye akışı olmayan performatif enstalasyonlarımız beni heyecanlandırmıştı ve bu hissi tiyatroya nasıl uygulayabileceğimin arayışındaydım. İzlemememe rağmen New York’ta bir otelde sahnelendiğini duyduğum, tamamen hareket tiyatrosu olarak kurgulanan ve bir interaktif “Macbeth” deneyimi olan “Sleep No More”un başarısı da beni oldukça etkilemişti. Bu ünlü prodüksiyon, kalbimde her zaman sahnenin dışına taşması gerektiğine inandığım “Macbeth” yerleştirmesine inancımı daha da köklendirmişti. Endless Art Taksim’in mekânsal yapısı, projeye inancı, böyle bir projenin tüm operasyonunu ve haritasını oluşturabileceğim ve deneyebileceğim müthiş bir alan açtı. Ben de uzun zamandır kurgulamak istediğim, hikâye akışını farklı bir biçimde kanalize edebileceğim, mekânın farklı katlarında yaşatabileceğim ve izleyicisine neredeyse sınır tanımayan bir teatral “Macbeth” enstalasyonunu oluşturma fırsatı bulmuş oldum.

Beri yandan; izleyiciler oyuna girmeden kimi takip edeceklerini seçiyorlar ve iki gruba ayrılıyorlar. Bir grup oyun boyu cadıları takip ediyor, diğer grupsa Macbeth’i. Peki bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Açıkçası, “Macbeth” denince aklıma gelen düşünceler silsilesi beni bu seçime yöneltti: Biz tüm oyun boyunca Macbeth’in özgür iradesiyle gerçekleştirdiği seçimleri mi yoksa Cadılar’ın manipülasyonunun sonucu gerçekleşenleri mi deneyimleriz? Cadılar gerçekten var mıdır yoksa Macbeth ve Banquo’nun savaş sonrası TSSB (travma sonrası stres bozukluğu) belirtileri sonucu oluşan halüsinasyon gölge düşünceleri midir? Zihnimde beni arada bırakan, bana farklı yollar sunan bu düşüncelerin ayrımı ve çeşitliliği, seyirciyi de aynı şekilde ikiye ayırmama teşvik etti. Beni, tüm akışın iki farklı enerjinin hükmü ile ilerlemesi gerektiğinin sonucuna vardırdı.

 

'BİR KORKU TİYATROSU'

Oyunun dikkat çeken yanlarından biri de ses ve ışık kullanımı. Çok sert ve keskin bir ışık ve ses kullanımıyla karşılaşıyoruz. Oyunu mekân mekân gezerken bu tercih bizi bazen ürpertiyor. Tabiri caizse bir korku atmosferi söz konusu, öyle değil mi?

Kesinlikle, hatta “Kendi Var Adı Yok” prodüksiyonunu bir korku tiyatrosu olarak da tanımlayabiliriz.

“Kendi Var Adı Yok”ta mekân da bir karakter halini almış durumda. Peki oyunu ilerleyen süreçte başka sahnelere veya şehirlere götürme fikriniz var mı? Eğer varsa oralarda ne gibi değişiklikler düşünüyorsunuz?

Çok istiyoruz ama her yeni mekân yepyeni bir kurgu ve operasyon anlamına geliyor. Eğer bize bu adaptasyon süresi ve alan tanınırsa neden olmasın.

'SHAKESPEARE BİR YAZARDAN, ŞAİRDEN FAZLASI'

“Kendi Var Adı Yok” yine mekâna ilintili olarak her oyunda az sayıda izleyicinin karşısına çıkıyor. Estetik olarak çok güzel ama ticari olarak riskli görülebilecek bu tercihiniz hakkında neler söylemek istersiniz?

Oldukça büyük bir risk, sürekli değerlendirmeye aldığımız bir durum. Fakat “Kendi Var Adı Yok” sadece bir oyun değil, bir deneyim. Bu deneyimi yürütürken her performans gecesi birçok unsur ile karşı karşıyayız, seyirci operasyonu, farklı mekânlarda aynı anda çeşitli sahnelerin gerçekleşmesi bunlardan sadece bazıları. Şimdilik seyircimizi, işleyişimiz ve alan darlığımızdan ötürü kısıtlı tutmak zorundayız. Bir bakıma, bu durumun oldukça özel ve samimi bir deneyim yarattığını da ayrıca belirtmek isterim. Seyircinin oyun ile arasında olan çizginin neredeyse yok denecek kadar ince olması çok heyecan verici bir durum. Prodüksiyonumuzu bu şartlar altında sürdürebildiğimiz kadar sürdüreceğiz. Belki böyle demek de doğru değil çünkü imkânlarımız kısıtlı olsa dahi, yolunun açık olacağına çok inanıyorum.

Shakespeare oyunları yüzlerce yıldır, dünyanın farklı yerlerinde yüzlerce farklı şekilde uyarlandı ve uyarlanmaya da devam ediyor. İzleyicilerin Shakespeare’e, onun çatışmalarına ilgi göstermeyi sürdürmelerini neyle açıklamak lazım?

Onun hiperrealistik toplumsal hassasiyetinin yüceliğinin bizi ona geri döndürdüğünü düşünüyorum. O bir yazardan, şairden fazlası. Çok sevdiğim bir profesörüm bana Freud’dan önce Shakespeare vardı derdi. Bugüne kadar, onun dışında, bildiğimiz hangi oyun yazarı, aktörlerin içsel dünyasında neler yaşaması gerektiğinin haritasını repliklerdeki sessiz ve sesli harfler, söylediklerinden ne kadar emin olup olmadıklarını bir mısradaki hece eksikliği veya fazlalığı üzerinden kurgulamış? Oyuncunun duygusal teslimiyeti için kelime sıralaması ile bir taslak oluşturmuş? Bu akıl almaz bir durum. Shakespeare oynaması, orijinal dilinde, o kadar büyük bir keyif ki, o kadar tatmin edici ki, her replik üzerinize en iyi terziler tarafından dikilmiş elbiseler gibi giydirir dilinizi. En tatmin edici tartışmaları nefes aldırır hâlâ sahnede bizlere. Yönetmen olmanın dışında bir aktör olarak en keyifli sahne çatışmalarımı Shakespeare sahnelerimde yaşadığımı söyleyebilirim. Hep Shakespeare için zor ve komplike olduğu söylenir, sıkıcı bulunur, onun dilinden korkulur, ki üniversiteden önce ben de böyle yargılar ile yaklaşırdım fakat şimdi aksini savunanlardanım. Bir Shakespeare metninin, orijinal dilinde çalışıldığında tiyatrocuya öğretisi ve getirisi çok başkadır. Her şeyden önce çok nettir ve netliği size teslim olmanız için kucak açar. Onun akıntısına kendinizi bırakırsınız, o sizi gitmek istediğiniz yere götürür ve bu yolculukta size teslimiyeti öğretir.

Son olarak bize VOID’dan bahseder misiniz? VOID’da başka neler oluyor?

VOID, 2015’te konservatuvar ikinci sınıfta kurduğum bir oluşum. Bir performans ve tiyatro yapım kuruluşu. VOID’un temeli hiperrealistik, şiirsel, teatral ifadenin yüceltildiği, kişiselleştirildiği metaforlarla dolu diyarlar yaratmak. Edebi referanslar ile kültürel hafızamızın bedenlerimizde ve kimliklerimizde nasıl yankılandığını araştırır. “Kendi Var Adı Yok” VOID’un yedinci prodüksiyonu. Ayrıca dördüncü sezonuna giren, küçüklüğünde kuleye kapatılmış bir prensesin geçirdiği varlık krizini ele alan oyunumuz “var-mış” bahar itibariyle sergilenmeye devam edecektir.