Cennette kölelik
Nobel Edebiyat ödüllü Abdulrazak Gurnah'ın 1994 tarihli romanı 'Cennet', Müge Günay çevirisiyle İletişim Yayıncılık tarafından yayımlandı.
Begüm Hazar Keleş
'Cennet', Zanzibar doğumlu, Nobel Edebiyat ödüllü İngiliz yazar Abdulrazak Gurnah’ın ilk kez 1994’te Londra'da yayımlanan dördüncü romanı. Booker ve Whitbread Kurgu ödüllerine aday gösterilen eser, 20. yüzyılın başlarında kurgusal Kawa kasabasında doğan bir çocuğun, Yusuf'un hikâyesini anlatıyor.
Tarihe baktığımızda Tanzanya, 20. yüzyılın ilk yirmi yılında kölelikle boğuştu. Bu bölge, Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken Alman kolonisi oldu ve bu durum 1918’e kadar sürdü. Gurnah'ın romanında da Alman askerleri etrafta dolaşıyor. Dolayısıyla romanın Tanzanya’nın Alman Doğu Afrika kolonisi olduğu dönemde geçtiği anlaşılıyor. Gurnah, Avrupalılarca sömürülen bir coğrafyayı uygarlaşma, yani modernleşme adına idealleştirmemeye çalışırken, süren kölelik düzenine de aynı mesafeyle yaklaşmaya çalışıyor. Bu nedenle hikâyeyi Yusuf’un etrafında gezinerek anlatıyor. Saf, temiz, iyi, güzel Yusuf’u ve hikâyesini, tüm çirkinlikleri gösterecek bir ayna gibi merkeze alıyor.
Bir köyde doğan ve yoksul bir ailenin çocuğu olan başkarakterin hikâyesinin izleği, Hz. Yusuf’un öyküsüyle aynıdır. Gurnah, Yusuf karakterini kurarken Kuran’daki Hz. Yusuf anlatısını esas alır, okura da bunu sık sık anlatıcı yoluyla açık eder. Onu yeryüzünde cenneti arayan, her türlü zulme ve kötülüğe karşı duruşunu, inancını değiştirmeyen, iyiliği ve güzelliği içinde yaşatmaya devam eden, cennet saydığı yeryüzünden kovulmanın tek yolunun yılanlardan uzak kalmak olduğunu sanan bir saflığa büründürür. Böylece köleliğin, sömürünün, zulmün dünyası Yusuf’un varlığıyla daha da netleşir. Bir yandan da Yusuf’un yaşadığı çağ ile 20. yüzyıl arasında bağ kurulmuş olur. Geçen onca yüzyıla rağmen köleliğin biçim değiştirerek sürüyor olması yazar tarafından hicvedilir.
Kuran’da ve Tevrat’ta Hz. Yusuf anlatısı benzerlikler gösterir. Kutsal kitaplardakine göre babasının en sevdiği oğlu olan Hz. Yusuf, çok güzel bir çocuk olduğu için kardeşlerinin kıskançlığını üstüne çeker, kuyuya atılır. Kervancıların bulduğu Hz. Yusuf, Mısır’a götürülerek Firavun’un muhafızlarının lideri ve harem ağası olan Potifar’a satılır. Potifar’ın karısı Züleyha, Hz. Yusuf’a arzu duyar, ona birlikte olmayı teklif eder. Ancak Hz. Yusuf, kendisine güvenen efendisine ihanet edemeyeceğini, günah işleyemeyeceğini söyler. Kadın, ısrarına yüz vermeyen Hz. Yusuf’u bir gün gömleğinden yakalar, Hz. Yusuf kaçmaya çalışırken gömleği arkadan yırtılır. Hizmetçilerini çağıran Züleyha, Hz. Yusuf’un kendisine saldırdığını söyler. Kocası gelince durumu ona da anlatır, Potifar da Hz. Yusuf’u zindana attırır. Gurnah’ın kurduğu metinlerarasılıkla gömlek hikâyesi birebir aktarılır.
Gurnah, sömürge döneminin başlarındaki Tanzanya’yı, köle ticareti yapan insanların yaşadıklarını, kutsal kitaptan ödünç alınan bir köle hikâyesiyle böyle birleştirir. Bu sayede Yusuf’un iç güzelliği, bu güzelliği yaşatarak kendini özgün kıldığı dünyası aracılığıyla özgürlüğü talep eden dünyaya uzanır. Özgürlüğün elde edilmesi gerektiğini, bireysel iyiliğin ve güzelliğin tek başına yeterli olmayacağını anlayan Yusuf eşliğinde romanın coğrafyası cehenneme benzetilirken, cennetse bir yok yere, hatta bir yanılsamaya dönüşür. “Cennet” yanılsaması çok geçmeden paramparça olur ve artık tecrübe ve anlayışla donanan Yusuf, kendi kaderini kontrol etmek zorunda olduğunu anlar. Çeşitli sınıflar arasındaki hiyerarşiler ve sürtüşmeler, bütünsel Afrika toplumu algısını parçalamaya yarar. Böylece Gurnah, Avrupa emperyalizminin zararlarına değerken, bir yönüyle çürümenin zaten var olduğunu gösterir. Yusuf, insanları, geleneklerini kaybetmekten korkarken çürümüş yanlarını düşünemez.
Bilinmeyene yönelik korku, insanları efsaneler, hikâyeler üretmeye iterken, bilinmeyeni ise canavara dönüştürür. Kuran’da geçen Yec’üc Mec’üc Almanlara benzetilir örneğin. Çünkü kolonyal devlet bir yandan yasa, medeniyet getiren, köleliği yasaklayan diye imlenirken, diğer yandan gelenekleri eriten, önüne geleni sebep göstermeksizin öldürebilen bir yapıyı da içinde barındırır. Avrupalılar yerlilerin gözlerinde hayranlık uyandıran fakat yılana benzetilen konumda kalır. Dikotomi kurulur. Roman, Yusuf’un da kendini aradığı bir yolculuğa dönüşür.
Gurnah, romanı belirsiz bir notla bitirir. Yusuf'a ne olduğunu tam anlamayız, başka bir efendiye boyun eğmeyi mi seçer, yoksa sonunda adaletsizliğine mi isyan eder? Coğrafyanın kendisi gibi Yusuf'un anlatısı da belirsizliğin sınırında terk edilir.