Çevre sayfası... Türkiye’deki Çernobil tehdidi: Tehlike yanıbaşımızda

Rusya’nın Ukrayna'daki ilk hedeflerinden oldu Çernobil. Akıllara Akkuyu geldi. Çevre ve ekoloji avukatı Cangı, krizlerin eksik olmadığı bu coğrafyada Akkuyu’nun da her an hedef olabileceği belirtiyor.

Google Haberlere Abone ol

Dünyanın gözü önünde, 21. yüzyılda bir savaş sürüyor ve kimse hiçbir şey yapamıyor. Avrupa'nın ortasında insanlar, hayvanlar, canlılar, doğa ölüyor ve tüm dünya çaresizce seyrediyor.

Savaş başlar başlamaz Rusya’nın ilk hedefi, Ukrayna’nın başkenti Kiev yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santralı oldu ve santral Rusların eline geçti. Yıllar önce, başta Türkiye’nin de aralarında bulunduğu komşu ülkeler olmak üzere bütün dünyayı etkileyen büyük facia akıllardan çıkmamıştı ve gözler bir anda savaşın ortasında kalan nükleer santrale çevrildi.

PEKİ BU SANTRAL NEDEN BU KADAR TEHLİKELİ?

Hepimiz, bilinçaltımıza işleyen bu santralı aslında yakından tanıyoruz. Çernobil Nükleer Santralı, 26 Nisan 1986’da patladı ve o güne dek görülmemiş en büyük nükleer felaket yaşandı. Bakıma alınan santralın dördüncü reaktöründe meydana gelen patlama, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarını tam 200 kat aşan bir etki yarattı. Patlamanın etkisiyle santralda görevli 31 kişi öldü ancak daha sonra Türkiye'nin de dahil olduğu yakın coğrafya on yıllar boyu sürecek ölümcül bir felaketin içine düştü. Radyasyondan en çok etkilenen santralın çevresindeki 30 kilometre çapındaki alan boşaltılarak bu bölgede yaşayan on binlerce kişi tahliye edildi. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Çernobil’in çevresindeki 30 kilometrelik bölgede yaşayan ya da tasfiyesinde görev alan toplam 600 bin kişi yüksek dozda radyasyona maruz kaldı. Felakette açığa çıkan radyasyondan bugüne kadar 100 milyonlarca insanın etkilendiği düşünülüyor.

Çernobil Nükleer Santralı

‘BİLİM İNSANLARI ARAŞTIRDI’

Ukrayna ve Norveç’teki üniversiteler ile Greenpeace Araştırma Laboratuvarları’ndan bilim insanlarının araştırması ise Çernobil felaketinin etkilerinin kazadan on yıllar sonra bile devam ettiğini ortaya koyuyor. Araştırmacılar, Çernobil Nükleer Santralı’nın da içinde yer aldığı, Ivankiv bölgesinden 2011 - 2019 yılları arasında tahıl, toprak ve odun örnekleri topladı. Santralın güney ve güneybatısındaki çeşitli alanlardan alınan örneklerin çok büyük bölümünde, kazadan sonra çevreye saçılan ve radyoaktif tehlike yaratan stronsiyum-90 adlı radyoaktif izotopa rastlandı. Toplanan tahıl örneklerinin yüzde 45’inde, insanlar için kabul edilebilir limitlerin üzerinde stronsiyum-90 tespit edildi. Örnek alınan iki bölgedeki stronsiyum-90 seviyesi, limitlerin iki katından fazlaydı. 2013 yılına Ivankiv bölgesinde toplanan odun örneklerinin yüzde 82’si, 2015 yılında yüzde 75'i, 2018 yılında yüzde 88'i ve 2019 yılında yüzde 75'i, Ukrayna’da yakacak odun için verilen limitlerin üzerinde stronsiyum-90 içeriyordu.

Çernobil nükleer santralı dört reaktörden oluşuyor ve bunlardan sonuncusu 15 Aralık 2000'de kapatıldı. Bir reaktörün kapatılmasının ardından tamamen devre dışı kalması, kalıntıların yok edilmesi onlarca yıl sürüyor.

‘ETKİLERİ HALA SÜRÜYOR’

Çernobil’in etkisine maruz kalan ülkelerden biri de Türkiye’ydi. Ancak o dönemde Türkiye’de yetkililer bu felaketi o kadar hafife aldı ki dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral’ın, Karadeniz’de yetişen çayların radyasyondan etkilenmediğini ispat etmek için kameraların karşısında çay içmesi hafızalara kazındı. Bizlerin hafızalarına ve yüreklerine bu felaketle ilgili tek kazınan bakanın çay içmesi değildi. Aynı zamanda Karadeniz bölgesinde artan kanser vakaları ve bu yüzden kaybettiğimiz yakınlarımızın acılarıydı da...

Arif Ali Cangı

‘DERHAL VAZGEÇİLMELİ’

Karadeniz Bölgesi’ni bu kadar yakından etkileyen facia maalesef Türkiye’yi nükleer sevdasından vazgeçirmedi. Facianın 36. yıl dönümü yaklaşırken Türkiye’de şu an Mersin Akkuyu Nükleer Santralı’nın inşaatı sürüyor.

Çernobil Nükleer Santralı’nın tekrar gündeme gelmesiyle birlikte ben de Akkuyu santralını yakından takip eden çevre ve ekoloji avukatı Arif Ali Cangı’yı aradım. Cangı’ya dünyayı panikleten santral ve Akkuyu hakkında şu anda ne düşündüğünü sordum:

 “Akkuyu Nükleer Santralı, Rusya'nın teknolojisiyle yapılıyor ve bütün kontrol de onlara bırakılıyor. Santralın maliyeti ve inşaat bittikten sonra üretilecek elektriğin çok pahalıya mal olacak olması bir yana, Ukrayna’da yaşananlar bize ülke topraklarında bir başka ülke tarafından santral yapılmasının ve bütün kontrolün o ülkeye bırakılmasının hem enerji güvenliği açısından hem de ulusal güvenlik açısından tehdit oluşturduğunu gösterdi. Akkuyu Nükleer Santralı, Rusya'nın kontrolü altında olacağı için olası bir kriz anında oradan her türlü operasyon yapılabilecektir. Diğer yandan Orta doğu gibi bir coğrafyadayız. Bölgemizde sürekli bir kriz, savaş hali söz konusu. Akkuyu Nükleer Santralı yine bir kriz anında hedef olabilir. Yani nükleer santral doğa için olduğu kadar ülke için de büyük bir tehdit oluşturuyor. O yüzden Akkuyu Nükleer Santralı’ndan derhal vazgeçilmeli.”

‘DERS ÇIKARMALIYIZ’

Sadece Akkuyu değil, Sinop İnceburun’da da 2. nükleer santralın kurulması için de harekete geçildi. 3. nükleer santralın ise Kırklareli İğneada’ya yapılmasının düşünüldüğü dillendirildi. Akkuyu’da inşaat sürüyor, Sinop’ta yüz binlerce ağaç katledildikten sonra süreç durdu. Japonlar artan maliyetler nedeniyle vazgeçti. Projenin geleceği belirsiz. Doğa harikası İğneada için alınacak kararı endişe içinde bekliyoruz.

Dünya artık iklim krizini, yenilenebilir enerjiye geçişi konuşuyor. Gelişmiş ülkeler tıpkı kömür gibi nükleer enerjiden çıkışı tartışıyor, bazı ülkeler eskiyen nükleer santralleri kapatıyor, yenilerini açmıyor. Almanya ve Belçika birkaç yıl içinde nükleer enerjiden çıkmayı planlıyor. Onlar yaşanan felaketlerden ders çıkardılar...

Evet, belki nükleer karşıtı adımlar atılıyor ama yetersiz. Avrupa’da, Rusya’da, ABD’de, dünyanın dört bir yanında çok sayıda nükleer santral hâlâ faaliyette. Her biri adeta birer saatli bomba. Bir deprem, bir savaş, bir kaza ya da kimsenin aklına gelmeyecek küçük bir ihmal... Her an yeni bir felaket yaşanabilir, binlerce kişi ölebilir, milyonlarca kişi etkilenebilir, nesillerin geleceği yok olabilir.

Peki bu riske girmeye gerçekten değer mi? Bu ısrar neden? Bir insanın canından, sakat doğacak bir çocuktan, erken ölecek bir anneden, babadan, zehirlenecek ağaçlardan, çiçeklerden, balıklardan, kuruyacak tarlalardan daha mı değerli?

Tehlikeyi görüp, doğru olanı yapmak için daha kaç Çernobil, daha kaç Fukuşima yaşanmalı? Kaç yaşam daha sönmeli?

Gerçekten...

Bu riske girmeye değer mi?