Chestnut Man: Ailedeki çizik ve yaralı bireyler
Chestnut Man, türe egemen birçok klişeyi ve özellikle günümüzdeki eğilimi ortaya koyarken nasıl başarı kazanıyor? Cevap hayli basit aslında. Tarifi iyi uyguluyor dizi.
İskandinav polisiyeleri türe katkı yapmayı sürdürüyor. Netflix’te izleyebileceğimiz "The Chestnut Man" de onlardan biri... Kasper Barfoed ile Mikkel Serup'un yönettiği dizi 1987'de, küçük bir kasabada yaşanan vahşi katliamın izlerini günümüz Kopenhagı'na taşırken koruyucu aile ve sosyal bakım sorununu gerçekleşen seri cinayetler üzerinden ele alıyor.
NE ARARSANIZ! TOTEM, RİTÜEL, CİNAYET...
Dizinin konusunu kısaca aktaralım. Yıllar evvel Danimarka’nın küçük bir kasabasında çiftlik hayvanlarının kaçtığı ihbarını değerlendirerek eve giden polis memuru bir katliamla karşılaşır. Tüm aile üyeleri vahşice katledilmiştir. Evi gezdiği sıra polis memuru da öldürülür ve ilk perde kapanır. Seneler sonra başkent Kopenhag'da kadın cinayetleri işlenmeye başlar. Katil öldürdüğü kadınların gözlerini oyup bazı uzuvlarını keserek cesetlerin yanına ulusal kültürde bir anlam ifade eden "kestane adam" figürü bırakmaktadır.
Davayı araştıracak polislerin ortak noktası cinayet biriminden ayrılmak üzere olmalarıdır. Daha doğrusu Hess (Mikkel Boe Følsgaard) yaşadığı sorunlardan dolayı geçici süreliğine - sürgün cezasını çekmeye - gelmiştir. Naia Thulin (Danica Curcic) ise kızına vakit ayıramadığından iş yükünün az olduğu bir çalışma ortamına geçecektir. Tam da atama talebiyle dilekçe verdiği gün ilk cinayet işlenince gönülsüz görünen ikilinin canını dişine takacağı bir soruşturma süreci başlar. Cinayetler birbirini izler ve her defasında bir sene önce kızı kaybolan sosyal işler bakanı Rosa Hartung'u işaret eden bulgulara rastlanır. Cesedin yanına bırakılan kestane adamlarda kayıp kızın parmak izleri vardır. Bölümler akıp olaylar açıldıkça işlenen cinayetlerde Rosa'nın çocukluğunda yaşadıklarının payı bulunduğu anlaşılır.
YİNE NORDİK NOİR, YİNE AİLE AÇMAZI
İskandinav polisiyelerinde iskeleti aile sorunları oluşturuyor ve aslında bu genellemeyi çağdaş Avrupa polisiyeleri kapsayacak bir biçimde yapabiliriz. Özellikle çevrimiçi platformlara çekilen işlerde sorunlu polis figürünün yavaş yavaş sorunlu aileye kaydığını gözlemliyoruz. Ya cinayetler ailevi problemlerle doğrudan ilişkilendiriliyor ya katilin peşine düşen polislerin eşleriyle, çocuklarıyla sorunları öne çıkarılıyor. Sorunlar akut olsun kronik olsun aile anlatının vazgeçilmez bir parçası kılınıyor.
“Ailenin yükselişi” olarak adlandırabiliriz bu rağbeti öyle ki ailede bir şeyler arandığı, başta Kuzey olmak üzere Avrupa'nın aile yaşantısını gündeme taşıdığı anlaşılıyor. Bu yönelim bir açıdan yaşlı kıtanın nüfus krizini de gözler önüne sermekte... Geçimsiz aileler, mutsuz çocuklar, ilgi göstermekten aciz ebeveynler... Üstelik dikkat çekici bir taraf da ebeveynlerin çocuklarından kopukluğunun salt işkolik olmalarına bağlanmaması. Yani öyküler çağın eğilimine işaret edip, gelişen ve bozulan toplumsal yaşamı gözler önüne sermekle yetinmiyor, sert bir eleştiri getiriyor, sözünü sakınmıyor. Çağın normalleştirilmeyip eksiklerin "diyet olarak" aklanmadığı bu anlatılarda bozulan toplumsal yapının yanı sıra insanın çürümüşlüğü, kendine dönüklüğü ele alınırken hümanist bir bakışa rastlıyoruz.
"Kestane Adam"da ailenin merkezde tuttuğu yer ise diğer örneklere kıyasla ajitatif bir yön taşıyor çünkü bu kez ailenin bireyi zorlayan varlığı değil eksikliği hedef alınıyor. Dizide, sosyal yaşama dönük düzenlemeleriyle dünya ortalamasının birkaç adım ilerisinde olan Avrupa'nın dahi söz konusu aile oldu mu yapay bir mutluluk geliştiremediği mesajı veriliyor ve bu yorum yine son dönem bazı tabuların yıkılmasıyla birlikte sıkça işlenmeye başlanan çocuk istismarı temasına ulanıyor. Çocukluğuna hapsolmuş, masum bir tekerlemeyi bile cinayetlerine alet eden bir katil profiliyle karşılaşıyoruz "Kestane Adam"da, böylece bu psikopat ruh halinin toplumsal bir sorundan temellendiği sonucuna varıyoruz. Katil şüphesiz cinayetlerinden, insanlara verdiği çeşitli zararlardan dolayı suçlu ancak onu suça iten sistemin kendisi. Bu belki beylik bir çıkarım ama "Chestnut Man" "lafı dolandırmıyor".
YAN ÖYKÜLERİ KORUYUP MESAJLARI ÖNE ÇIKARAN TEMPO
Dizinin anlatısına geçtiğimizde evvela üst düzey temposundan söz etmeliyiz. "Kestane Adam", 6 bölüm sürüyor. İlk bölümden alıp es verdiği dördüncü bölüm sonuna kadar gayet sürükleyici ilerliyor ve beşinci bölümle beraber esas zanlının kimliğini vererek heyecanı yeniden yükseltip anlatıda aksiyonun, öyküdeyse katarsisin öne çıktığı finale uzanıyor.
Yüksek temponun yanı sıra katil hakkında tahmin yaptırmayan daha doğrusu katili dışarıda (böylece hedefte) tutan bir üslup hâkim diziye. Bu üslup yan öykülerden verim alınmasını ve aileye dair mesajın iletilmesini de sağlamış. Dizide şaşırtıcı öğe namına kullanılan çift adeta hız tümseği vazifesi görüyor ve beşinci bölümde verilen esin altını dolduruyor. Çift ölü ele geçtiğinde Thulin ve Hess kadar seyirci de inanmıyor katilin onlar olduğuna... Öte yandan dizi dedektiflerle özdeşleşme imkânı sağlandığından iç içe geçmiş aile dramlarının, evlatlık uygulamasında yaşanan sorunların altı daha rahat çizilebiliyor. Katili seyirciye aratan bir gizem yerine sosyal mesajların verildiği politik zemin güçleniyor. Elbette mesajın en baştan açık edilmesi dizinin sonunda "tam olarak ne dendi" sorusuna da doyurucu bir yanıt verilmesini engelliyor. "Chestnut Man" çocukların sorunlarını gündeme getirirken çözüme dair herhangi bir öneride bulunmuyor.
KESTANEDEN ADAM: BİREY OLAN ÇOCUĞUN EVCİLİK OYUNCAĞI
Uzun süre aksiyonla iş gören dizi katilin kimliğini ters köşe diyemesek de şaşırtıcı bir şekilde ifşa ederken finale doğru gizem öğesinden de yararlanıyor fakat finalde, beklenen yüzleşme gerçekleştiğinde çarpıcı bir etki yaratılamıyor.
"Kestane Adam" esas gücünü yaslandığı yerel kültürden alıyor diyebiliriz. Kestanelerin çocukların elinde işlev kazanarak evcilik oyununun bir aracı kılındıkları anlaşılıyor. Okul veya mahallelerde düzenlenen Halloween gibi eğlenceli törenleri de aşıp büyüklerin dünyasını taklit eden oyunlar aracılığıyla çocuk gelişimine eşlik ediyor bu kestane figürleri. Bireyi ve aileyi sembolize ediyor. Bir bakıma katilin olay mahalline bıraktığı kestane adamlar bir çocuk oyununun, ev ve aile arayışının geri dönüşü biçiminde de yorumlanabilir. Katil öldürerek, "başarısız" ebeveynlerden intikam alarak aile olmaya çalışıyor. Dizide kestane sembolü yerinde müdahalelerle kullanılıyor ve katilin ebeveyn cinayetlerine törensel bir hava katmasından tutun çocukların masumiyetine vurgu yapan okul şenliklerine kadar anlatının her evresine yerleşiyor. Kısacası bu kış meyvesi, saplantılı katilin zihninden taştığı ölçüde toplumsal sorunları ifade düzeyine yükseliyor.
* *
Peki, "Chestnut Man" uyumsuz ikili, geçmişten gelen travmalar, çağımızın sıkıntılarına dönük sosyal mesajlar gibi türe egemen birçok klişeyi ve özellikle günümüzdeki eğilimi ortaya koyarken nasıl başarı kazanıyor? Cevap hayli basit aslında. Tarifi iyi uyguluyor dizi. Gerek öyküsü gerek temposu bakımından boşluk bırakmıyor. İskandinav grisine pastel tonlar ve orman karanlığını ekleyen dizi, seyirciye yine bölemeyeceği saatler vaat etmekte.