YAZARLAR

CHP: 'Birinci parti' gibi davranabilmek

Mesele Ajdar olmak değil, Minik Serçe olabilmekte; birinci kalabilmenin ilk koşulu birinciliğe gelmenin sarhoşluğunu atabilmekte ama CHP 31 Mart’tan bu yana elinde soda şişesi midesini ovalamakla meşgul.

31 Mart’taki yerel seçimler Türkiye’deki siyasî dengeleri hızla değiştirdi; değiştirmeye de devam ediyor. Bu seçimde CHP, 1977 Genel Seçimleri’nden bu yana ilk kez en çok oy alan parti, birinci parti oldu.

Seçimlerden kısa bir süre önce, Kasım 2023’te toplanan 38. Olağan Kurultay’da genel başkanlık koltuğuna oturan Özgür Özel, birçok konuşmasında, CHP’nin “Türkiye’nin birinci partisi” olması hususunu sıklıkla vurguladı -ki hakkıdır da. CHP için 31 Mart seçimleri CHP tarihi açısından önemli olduğu kadar -kolay değil, CHP 1977’den bu yana böyle bir başarıya imza atmamıştı- Özgür Özel açısından da önemliydi. Özel Kasım 2023’te makama seçildi ama koltuğa 1 Nisan 2024 sabahı oturabildi; Özel’le birlikte, yıllardır devam eden seçim mağlubiyetleri dönemi sona ermiş, seçim galibiyetleri dönemine girilmişti. CHP’li belediyeler GSMH’nin 73.41’ni sağlıyorlar, ihracatın yüzde 80’ini gerçekleştiriyorlar. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerine göre yerelde nüfusun yüzde 73,59’u muhalefet partileri tarafından yönetilmekte. CHP’nin kazandığı 35 belediyede yaşayan kişi sayısı 52 milyon 900 bin 730, bunların toplam nüfusa oranıysa yüzde 61,96’ya karşılık geliyor.

ZİRVEYE GELMEK, ORADA KALMAK

Velhasıl, tamam, 31 Mart sonrasında birinci parti haline gelen bir CHP var. Tamam, Türkiye yerelde CHP, genelde AKP tarafından yönetiliyor! Tamam, bu büyük bir başarı! Tamam, Özgür Özel, Baykal’ın da Kılıçdaroğlu’nun da yapamadıklarını çok kısa bir sürede yaptı; hepsine eyvallah, hepsine tamam da bulduncuk olmanın, Çikita Muz şarkısıyla Türk popunda bir dönem “birinci” olan Ajdar’a öykünmenin bir gereği var mı? Şunu demeye getiriyorum: Mesele Ajdar olmak değil, Minik Serçe olabilmekte; birinci kalabilmenin ilk koşulu birinciliğe gelmenin sarhoşluğunu atabilmekte ama CHP 31 Mart’tan bu yana elinde soda şişesi midesini ovalamakla meşgul.

Oldu olacak, partinin amblemindeki okuna bir boncuk takalım da oku boncuklu birinci parti CHP -maazallah- nazarlara gelmesin. Parti üyeleri, ışıkları açıp kapatmak türünden “nostaljik” eylemlerle enerjilerini harcayacaklarına her gün akşam saat 21’de yedişer Felak-Nas okuyuversinler, Genel Merkez binasına doğru “Elemterefiş, kem-cumhur gözlere şiş.” diyerek üflesinler.

Latife bir yana, bence partinin asıl sorunu, 31 Mart’tan sonra birincilik koltuğuna oturan partinin orada kalmak için ne yaptığıdır. Zirveye çıkmak zorsa da orada kalmak daha zordur derler; denizi geçip zirveye çıkan, birinci parti olan CHP, derede boğulabilir mi? Neden olmasın?

HERAKLİTOS: AYNI NEHİRDE İKİ KERE YIKANILMAZ

3 Kasım 1996’daki Susurluk Kazası sonrasında Sürekli Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi öncülüğünde başlatılan bir eylemdi Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemleri. Avukat Ergin Cinmen her akşam saat 21:00'de evlerimizdeki ışıkları bir dakikalığına kapatmaya çağırdı bizi; sonrası ise çorap söküğü gibi geldi. Yeni yeni hayatımıza girmeye başlayan özel televizyonlar da eyleme destek verince zengin semtlerinden varoşlarına, kentler, saat 21’de karanlığa bürünmeye başladı: O günlerde sadece ışıkları kapatmakla kalmaz, ya elimizde tencere, kepçe balkondan cangırtı çıkarır ya da ıslık çalardık. İnsanlar ellerinde meşalelerle sokaklara çıkarlardı. E valla, acaba, bize bakıp da “Glu glu dansı yapıyorlar!” diyen Erbakan haklı mıydı? Bir elinde metal tencere ya da tava, ötekisinde kepçe bir yandan gürültü çıkarıp diğer yandan “Yuuuh!” diye bağıran milyonlarca insan belki de dışarıdan öyle görülüyordu. Benim kuşağım bu zevki bir de Gezi Direnişi’nde yaşayacaktır. Şevket Kazan ise Türkiye sağının üzerinden balgam balgam akan Sünni-Türk-İslam nobranlığıyla çemkiriyordu bize: “Mum söndü oynuyorlar!”

CHP’nin tek sorunu 2024 yazındaki bu ışık açma-kapatma eyleminin Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemlerine benzemesi değil; aynı zamanda örgütsüzlüğü, cılızlığı ve beceriksizliğidir. İşte tam da yazının ana fikir cümlesindeyiz: CHP ne özgün bir eylem koyabildi ne de geniş kitleleri eyleminin saflarına kazanabildi -ki gerçekten de birinci parti olmakla birinci parti kalmak arasındaki fark da burada gizli. Sistemin birinci partisinin liderlik ettiği, yönlendirdiği bir sivil itaatsizlik eylemi, değil geniş toplumsal kesimler bizzat partililer tarafından bile ciddiye alınmıyorsa o partinin “birinci partililiği” sorgulanır.

31 MART’TAN BİRİNCİ ÇIKAN PARTİ HÂLÂ BİRİNCİ PARTİ Mİ?

MetroPOLL Araştırma, nisan ayında yaptığı "Bu pazar seçim olsa" başlıklı anketinin sonuçlarını yayımladı. Ankete göre, CHP birinci parti oldu ve AK Parti'yi 4,8 puanla geride bıraktı. Şirketin şubat ayında yayınladığı araştırmasında AK Parti, CHP'nin 2 puan önünde bulunuyordu. Bu sonuçlara göre, AK Parti yüzde 33'ten 31'e gerilerken CHP yüzde 31'den 36'ya yükseldi. Son 2 ayda MHP ve Zafer Partisi'nin de oylarının yükseldiği, DEM Parti ile İYİ Parti'nin ise oy kaybı yaşadığı belirlendi. Ancak bu rakamların kararsız seçmenlerin istatistiki olarak partilere dağıtılması ile elde edilen rakamlar olduklarını unutmayalım. Doğrudan doğruya CHP’ye oy vereceğini söyleyen kişilerin oranı yüzde 23,8.

Asal Araştırma'nın 24-28 Mayıs arasında 26 ilde 2 bin kişiyle gerçekleştirdiği ankette de benzer sonuçlara ulaşılmış. Kararsızların, "Oy kullanmayacağım", "Fikrim Yok/Cevap Yok" yanıtları da orantısal olarak dağıtıldıktan sonra partilerin aldıkları oylar şu şekilde: CHP yüzde 31.5, AK Parti yüzde 30.6 MHP yüzde 10.1, DEM Parti yüzde 9.6.

Şimdi gelin ışık açma kapama eylemini bir de yukarıdaki istatistikler eşliğinde okuyalım. Bugün seçim olsa oyunu bizzat CHP’ye vereceğini söyleyenlerin oranı yüzde 23,8. Parti, kararsız seçmenin oyu dağıtılmadan da birinci parti ve neredeyse CHP kadar güçlü Kararsız Seçmen Partisi’nin (!) oyları mevcut partilere dağıtıldığında CHP’nin oyu yüzde 36’ya yükseliyor.

Bir kitlesel eylem, bir kitlesel sivil itaatsizlik eylemi planlayan bir parti ne yapar? Kendi örgütü ve sempatizanlarını (yüzde 23,8) örgütleyerek öncelikle kararsızların kararlarını yönlendirmeye koyulur. Bir sivil itaatsizlik eylemi sadece kararsızların kararlarının çekim noktası olmasıyla değil, ancak kitleselleşerek rakip siyasî parti sempatizanlarının yüreklerini fethetmesi ile nihai amacına ulaşır. Daha açık söylemek gerekirse örgütüne, sempatizanlarına dayanarak örgütleyeceğin eylem hem kararsız seçmene hem de AKP-MHP’li seçmene dokunabiliyorsa ses getirecektir. Daha da kötüsü, kararsız ve AKP-MHP’li seçmene dokunabilirsek dokunuruz dokunamazsak Allah kerim deyip çekilemezsiniz. Bu sivil itaatsizlik eylemi bir bumerang gibi döner gelir ve onu atanların kafasını yarmaya başlar. Bir kere daha açık söylemek gerekirse: Ya bu eylem başarılı olur ya da Dimyat’a pirince giderken evdeki bulguru da kaptırırsınız; ardınızdan “İşini bilmeyen çavuşlar döner… avuçlar” diye çepik çalarlar.

Bir çakma sivil itaatsizlik eylemini bile örgütleyemeyen parti Beşar Esad’la görüşse de; kendi örgütünü bile bir eyleme koşturamayan partinin genel başkanı Alman Sosyal Demokrat Partisi kongresinde Almanca konuşsa da; geniş kitleleri eylemine ikna edemeyen parti Madrid’te Sosyalist Enternasyonal toplantısına katılsa da eni sonu günün sonu gelip de  vakt-i kerâhete dayandığında çarnâçar oturmaya Kemanî Serkis Efendi’den “Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben hâlime”yi yine, yine ve ne yazık ki yine dinlemeye mecbur kalacaktır.

Hiç unutur muyum seni İhsan Raif Hanımefendi; ruhun şad olsun.

Keyifli günler…


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.