YAZARLAR

Cihan Mürtezaoğlu: Arabesk dinlediğim için utanıyordum

"Benim için bir insanla sosyalleşmek, onun fikirlerini almak üretim süreçlerini değiştiren bir şey olabilir. İlla sosyalleşmeye de gerek yok, diyelim bir şarkıyı kafamda bitirmişim, stüdyoya girmişim, o ara pat, bir albümle karşılaşıyorum, dinliyorum. Orada kendime, 'Ben bunu dinlemeyeyim, bundan etkilenirim, bu şarkının havasına suyuna bu dinlediğim şey bulaşır' demekten ziyade tam tersine, oradan esinlendiğim şeyleri yapıyor olduğum şarkıya dâhil ederim."

Cihan Mürtezaoğlu’nu birçokları yazıp yayınladığı şarkılarla tanısa da o yıllardır müzik dünyasının içinde aranjör, enstrümanist, prodüktör gibi sıfatlarla aktif olarak yer alıyor. Geçmişte birçok müzisyenle çalışan sanatçı, özellikle 2016’da yayınladığı ilk uzunçalar albümü ‘Bitsin Bu Delilik’ ile alternatif pop olarak tanımlanabilecek bir tarza sıkı bir giriş yaptı. Bu albümdeki birçok şarkı, onun müziğinin dünyasında birer “hit”e dönüştü. Şiire yakın sözleri, derinlikli anlatımı, kimi zaman sakin ve kendi halindeymiş gibi yorumladığı şarkılarını yenileri izledi. Farklı sanatçılarla ortak çalışmalar yapıp “cover” single’lar yayınladı, hatta bir türkü EP albümü çıkardı.

Sanatçı son olarak geçtiğimiz günlerde bu kez dinleyicilerine biraz da sürpriz yaparak elektronik müzik evrenine selam çakan ‘Camdan Tepside’yi sundu müzik dünyasına. İlk kez bir şarkısının düzenlemesini farklı ellere teslim ettiği bu şarkısı da niteliği itibariyle Mürtezaoğlu’nun şarkılarını sevip dinleyen kitlenin ilgisini çekti.

Cihan Mürtezaoğlu ile şarkılarının en önemli “yaşam alanı” olan Kadıköy’de buluştuk; şarkı yazarlığından, eski ve yeni albümlerden, kaçınılmaz olarak şiirden ve müzik sektöründen söz ettik.

Cihan Mürtezaoğlu

‘ARTIK İSTEDİĞİM ŞEYİ DENEME CESARETİM VAR’

Son single’dan başlayalım isterseniz. ‘Camdan Tepside’, form olarak sizin tarzınızda bir şarkı olsa da elektronik düzenlemesiyle dinleyiciler için biraz sürpriz oldu. Bu bir deneme mi, yoksa tarz olarak bir farklılaşmaya mı işaret ediyor?

Aslında tarz olarak benim epeycedir denediğim bir şey. Kendi halimde uğraşırken bu tarzda denediğim bir sürü çalışma oldu, bir çeşit arayış, bir laboratuvar çalışması gibi. Eşe dosta da dinletiyordum ancak cesaret edemiyordum. “Acaba biraz erken mi bunun için?” diye yorumlar alınca ayağım geri basıyordu. Şimdi ise bir şey denenecekse bunu denemek için uygun bir zamanmış gibi hissettim. Bir de elektroniğin o dünyasına derinlikli olarak çok hâkim değilim. Bu nedenle başka birine bu işi teslim edeyim, bu işin ehli olanlar ne der, ne düşünür diye merak ederken sevdiğim bir grup olan Alaca’yla tanıştım. Onlara teslim ettim bu şarkının düzenlenmesini. Hem bir deneme olsun dedim, hem içimde bir ukde olan bu tarzda bir çalışma çıksın ortaya istedim.

Bir değişiklik yapma isteği, belki kendi aranjman tarzının biraz dışına çıkma, o rutini kırma arzusu da vardı herhalde değil mi?

Öyle tabii. Ben hep öyle bir arayış içerisindeyim zaten ama hayat şartları, bunun ekonomisini yaratabilmek gibi etkenler var. Bir anda pat diye bunu bulamıyorsun. Hatta kimi kayıtlarımda “Bu gitarları ben çalmasam, keşke şu gitarist çalsa” diye düşünüyorum ama işte bunun finansmanı, organize edilmesi vesaire, birçok ayağı var. Belki ilk kez bu konforu bulmanın verdiği bir güven oluştu, “Şimdi denemeyeceksem ne zaman deneyeceğim?” diye düşündüm.

Siz kendi şarkılarının düzenlemesini yapan, birçok enstrümanı kayıtlarda çalan, kendi şarkılarınızın prodüktörlüğünü yapan biri olarak belki ilk kez bir şarkınızın yayınlanma sürecinde bu kadar sürecin dışında kalmayı tercih ettiniz. Bu nasıl bir duygu?

Bu konuda zorlanacağımı düşünüyordum ama o kadar da zorlanacak biri olmadığımı gördüm. Aksine, tam da böyle bir sürece ihtiyacım varmış ve bu beni çok rahatlatabilirmiş. Kontrolcü ya da işine karıştırmaz biri değilmişim yani, onu anladım. Sırtımda yük olan bir şeyleri başkasına devredince ben de rahatlamış buldum kendimi. Hani demini almış edebiyatçıların asistanları olur, onların bunu neden yaptığını anladım mesela. “Vay,” dedim, “hayatta müzik böyle dönse inanılmaz bir şey olur bu.” Yani sen bir bağlam yaratacaksın, tarif edeceksin, birileri seni anladığı için o işin ucundan tutup o şarkıyı güçlendirecek… E böyle olunca sen de içerikle daha yoğun bir şekilde uğraşabilirsin. Söz mü, bir tavır mı, neyse o onunla ilgilenip daha geniş bir anlatıyı bulabilirsin. Bunu keşfetmiş oldum.

O halde bu şekilde çalıştığınız yeni şarkılar da ortaya çıkabilir gelecekte, belki şarkı yazarlığınızı da etkileyebilecek bir şey bu iş paylaşımı öyle mi?

Öyle hissettirdi bu süreç ama bu işler zor biliyorsunuz. Örneğin 90’ların müzik ikliminde bu ortak çalışmalar, iş birlikleri daha fazla oluyormuş. Bir şarkının sözlerinde birden çok söz yazarının katkısı, bir bestede birden çok müzisyenin imzası oluyormuş. Keza düzenlemesi, prodüktörlüğü, hep başka başka insanların katılımıyla gerçekleşiyormuş. Bizim neslin olumlu ya da olumsuz biçimde yalnızlaşması, daha bireysel bir şekilde müzik yapması ile çoğumuz bu tür bir işbirliği deneyimini tadamadık. Bu çok keyifli bir şeymiş, tabii ki şarkı yazarlığına da etki edebilir. Ancak hem masraflı bir iş, hem uğraşman gereken çok sosyal aşama var; insanları ikna etmek, insanların kendi stiline göre onlarla iletişim kurmak, şarkıyı doğru tarif etmek gibi çok basamaklı bir süreç.


‘BİR SOHBET BİLE ETKİLEYEBİLİR ŞARKIMI’

Siz birçok müzisyenle prodüktör, enstrümanist, aranjör olarak çalıştınız. Şimdi bahsettiğiniz bu işbirlikleri süreçlerinde siz nasıl birisinizdir? Yani birlikte müzik üretirken sosyal misinizdir? Çünkü belki de hem kendi hikâyesini şarkılarla anlatan biri olduğunuz için hem de şarkılarınızın sözlerinden çıkarılabilecek bir yalnız adam, yalnız sanatçı imajı da var…

Dışarıdan biraz öyle görünüyor ama müzik konusunda sosyalimdir, zorlanmam. Fazla sakin, fazla içe kapanık sanılıyorum sanırım bazen. Özellikle müzik söz konusu olduğunda aksine oradaki sosyalleşmeyi severim, oradaki yakınlaşmalar, oradan feyz almak, başkalarına temas etmek ilgimi de çeker. Başka sanatçılarla birlikte üretim süreçleri de hep böyle geçmiştir şimdiye kadar.

Uyumlusunuz yani…

İnsanın kendine uyumlu demesi saçma olabilir ama uyumsuz değilim en azından, onu söyleyebilirim. İşbirliklerine çok açık bir yapım var ki zaten genelde hep birlikte üretmeyi denerim, bunu tercih ederim.

Bir de şu var ki, biraz kaderci ve süreçlere açık biriyim. Süreçte birilerinin kattıklarıyla değişen yapı beni rahatsız etmez. “Aa, böyle de olabilir” diye düşünürüm.

Bu söylediğiniz, merak ettiğim ve müzisyenlerle konuşmayı sevdiğim bir konuyu açıyor aslında. Siz üretme süreçlerinde matematiksel mi çalışırsınız? Yani şarkıyı yazdınız, düzenlemeyi kafanızda yapıp notalara geçirdiniz ve stüdyoya girdiniz diyelim, orada her şey sizin tasarladığınız gibi ve formüllere uygun bir şekilde mi gerçekleşir? Uzattım ama şunu sormak istiyorum, sizin sanatınız mekanik mi yoksa organik mi ilerler üretim sürecinde?

Bu çok güzel bir soru. Benim için bir insanla sosyalleşmek, onun fikirlerini almak üretim süreçlerini değiştiren bir şey olabilir. İlla sosyalleşmeye de gerek yok, diyelim bir şarkıyı kafamda bitirmişim, stüdyoya girmişim, o ara pat, bir albümle karşılaşıyorum, dinliyorum. Orada kendime, “Ben bunu dinlemeyeyim, bundan etkilenirim, bu şarkının havasına suyuna bu dinlediğim şey bulaşır” demekten ziyade tam tersine, oradan esinlendiğim şeyleri yapıyor olduğum şarkıya dâhil ederim. Bazen bir insanla bir parça hakkında sohbet ettiğimizde, bir parçanın kayıt aşamasındaysam bile onun söylediği şeyden etkilenip, “hiç böyle düşünmemiştim” deyip o kaydı baştan alabilirim.

‘KALABALIĞA GEREK OLMADAN MÜZİK ÜRETİLEBİLİYOR’

Pandemi sürecinde siz kendi ev ortamınızda kendi müziğinizi ürettiniz. Hem zaten gerekli enstrümanların çoğunu maharetle çalıyorsunuz, hem evinizde bir stüdyo düzeneğiniz var. Şunu merak ediyorum; müziği profesyonel biçimde kaydetmenin ve yayınlamanın bu kadar kolay olduğu bir müzik evreninde bir tür özensizlik, daha az seçicilik, “nasıl olsa her şeyi maliyetsiz biçimde kaydediyoruz”dan doğan bir kalite düşmesi riski var mıdır sizce?

Elbette vardır böyle bir risk ama bu işin sadece bir tarafı gibi. Ama işin diğer tarafında şu var ki, geçmişte bir şarkıyı kaydedebilmek için bir sürü angajman, bir sürü sosyal ve sınıfsal nitelik, beceri gerekiyordu. Şimdi ise bu kalabalığa hiç gerek olmadan rahatça üretim yapılabiliyor. Bu bir anlamda bir eşitlenme, bir rahatlama da demek. Herkesin hikâyesini duyabilme fırsatı yaratan bir şey bu. Olumlu tarafları olduğu gibi, sizin sözünü ettiğiniz özensizlik, kolaya kaçma dezavantajları da olabilir tabii. Böyle değerlendiriyorum.

Bu imkânlar çok fazla içeriğin ortaya çıkmasını sağlıyor. Bu da aslında tartışılan bir şey, acaba ağır prodüksiyon süreçlerini gerektiren çalışmalar doğası gereği daha kaliteli mi oluyordu, daha mı seçici süzgeçlerden geçiyordu diye. Ya da acaba haftada on binleri bulan dijital şarkı yayınlama dünyasında daha güzel, daha kaliteli bir müziğin ortaya çıkması daha mı olası diye…

Evet bunu ben de düşünüyorum bazen ve bunu düşünürken şöyle bir şey gördüm: 70’leri, 80’leri düşünelim, sanki daha rafine ve daha az ürün ortaya çıkıyormuş gibi bir intiba var ama aslında hiç de öyle değil. Dönüp doğru düzgün bir araştırma yaptığında o dönemde de son derece hızlı, “pat pat pat” üretimler olduğunu görüyorsun. Bu döneme taşınamamış sanatçılar, aynı zamanda çok bildiğimiz, adı sanı bugün de süren sanatçıların hiç bilmediğimiz yüzlerce, binlerce eseri… Çok yoğun üretim süreçleri varmış anlayacağınız. Bunu fark edince, sözünü ettiğiniz o dönemsel büyük dönüşümün aslında gerçek olmadığını gördüm. Ayrıca kültür ve sanat alanında ortaya konan eserlerin nihayetinde nitelikli ve kayda değer olanları hayatta kalıyor. Şimdi de aynı bence, çok fazla üretim var ama hepsine vâkıf değiliz, nitelikli olanlar bu süzgeçten geçecektir.

Aktif bir müzik dinleyicisi misinizdir?

Evet ama zaman içerisinde dinleme alışkanlıklarım, dinleme yöntemlerim, neyi dinlemekle ilgilendiğim gibi şeyler değişiyor. Yeni şeyleri merak ederim, dinlerim; insanlar şu anda neleri dinliyor, neleri anlıyor, neler insanların ilgisini çekiyor diye bakıyorum.


‘İLK ALBÜMÜM ‘BİTSİN BU DELİLİK’, 32 YILIN TOPLAMIYDI’

Albümlerden söz edelim biraz da. İlk uzunçalar albümünüz ‘Bitsin Bu Delilik’in üzerinden 6 yıl geçti. O albüm benim gibi birçok dinleyici için özel bir yerde duruyor. Gelecekte bir gün geriye baktığınızda onun sanatçı tarafından “aşılamamış” bir albüm olarak görülebileceğini düşünüyor musunuz hiç? İlk albümlerin böyle riskleri vardır zira…

Sanat söz konusu olduğunda, müzikte de, sinemada da, farklı diğer dallarda da, “ilkler”le ilgili böyle bir risk var evet. Çünkü sanırım ilk yayının, ilk kapsamlı çalışman o zamana kadar yıllar içerisinde biriktirdiğin, topladığın şeylerin bir sonucu, ürünü oluyor. Sonraki çalışmalar ise genelde ilkten sonra üretilen işler; yani belki daha kısa bir zamanda üretmiş oluyorsun onları. Böyle olunca aralarında hiyerarşik bir farklılık oluyor. Ortaya çıkış ve üretim süreçlerindeki zaman farkı en önemlisi. Ama bu sorunuza biraz da zaman cevap verecektir. “O albüm hep özel olacak” ya da “Hayır, sonrakiler daha özel olacak” gibi bir öngörüm yok.

Böyle bakınca, yıllarca biriktirip ortaya çıkan bir ilk albümden sonra üretilen eserler belki biraz daha, tabiri caizse “aceleye gelmiş” mi oluyor o halde?

Bu dediğiniz, işin doğası zaten. Ayrıca ben geç başlamış biriyim, ilk yayınımı 32 yaşında yaptım. Böyle düşününce, 32 yaşıma kadarki bir sürü sürecin elekten geçtiği bir ilk yayın o. Sonrakiler, sıfırdan başlamış gibi olduğum çalışmalar, hep yeniden yola koyulduğum süreçler. Ama bu “aceleye gelme” midir, bunu bilemem, pek öyle de düşünmüyorum. Sadece daha kısa zamanda yapılmış oluyor her şey.

Şarkı yaparken hiç kendi şarkılarınızın baskısını hisseder misiniz? Yani, “Şu şarkım gibi bir şarkı yapmam lazım, bu şarkının etkisini yakalayacak bir şarkı daha yazmam lazım” gibi…

Zaman zaman oluyor bu, doğru. Ama son kertede o düşünceler beni ele geçirmez. Ürünü yaratırken bu düşünceler bir çeşit laboratuvar sürecidir bence, ürünü ortaya koyarken bu düşüncelerin etkisinde kalmam, ona göre karar vermemeye çalışırım.

‘ARABESK DİNLEDİĞİM İÇİN UTANIYORDUM’

Siz “cover” da yapıyorsunuz, başka tarzlardan farklı şarkı yazarlarının şarkılarını da yorumluyorsunuz. Aklıma ilk gelen örnekler Mehmet Güreli ile Görkem Yeltan’ın ‘Uçurtma’sı  ve Ferdi Tayfur’un ‘Bana Sor’ şarkısı örneğin. Hatta bir de ‘Üç Türkü’ diye EP albüm yayınladınız… Nedir sizi bunu yapmaya iten motivasyon?

Oradaki motivasyonum tamamen bir şarkıyı nasıl dinlemek istediğim aslında. Bir şarkının orijinal versiyonunda bir şeyi eksik görme cesaretini, cüretini biraz da cahilce kendimde buluyorsam, “Bu şarkıya dokunmak istiyorum, bu şarkıyı aslında ben başka türlü dinlemek istiyorum” diye bir şey hissediyorsam o şarkıya dokunmak istiyorum. Gece evde otururken bir şarkıyı açmak istersin hani bazen, o çok sevdiğin bir şarkıdır ama o şarkıyı başka türlü de dinlemek istersin. Bu his işte… Şarkının orijinalini beğenmemek değil ama bu, yanlış anlaşılmasın, öyle bir haddim de yok. Aksine o şarkıyı çok sevdiğim, beğendiğim için yeniden yorumlamak isterim. “Bir de başka türlü olsun” duygusu…

Ferdi Tayfur dinler miydiniz örneğin?

Lise dönemimde biraz dinlerdim ama ülke sosyolojisi benim lise döneminde bunu rahatça, açıkça dinlememe izin vermiyordu diyelim. Arabesk dinlemekte kaçınılan, dinliyorsan da bunu gizleyerek yapman gerektiği sanılan bir dönemdi. Ben de dinlerdim ama sakınırdım çevremden. Yeni yeni aslında moda oldu ya da rahatça dinlenmeye başladı bazı şeyler. Oysa gücenecek, gocunacak ne vardı bilmiyorum, yaşım küçüktü diye utanıyormuşum herhalde.

Sizinle özel sohbetlerimizden, kimleri dinlediğinizi, kimlerin müziğini çok sevdiğinizi biliyorum. Bülent Ortaçgil’in örneğin çok özel bir yeri var sizde ve müziğinizde. Şarkı yazarlığı geleneğinden başka isimleri, mesela Fikret Kızılok’un müziğini de çok sevdiğinizi biliyorum. Bunlar şarkı sözleri açısından da öne çıkan isimler ki birçok kimse bu sözleri şiirle kardeş sayıyor. E bir yandan da iyi bir şiir okuru olduğunuzu söylüyorsunuz ki bu sözlerinize bazen yoğun bir sembolizmle, bazen kelime ve cümle kurgularıyla yansıyor. Bu şarkı sözü ve şiir ilişkisi ilgimi çekiyor. Kendi sözleriniz bağlamında şiire ne kadar yakınsınız sizce?

Şiirden ziyade şiirsellikle ilişkileniyorum aslında. Çünkü bir şarkımı sadece metin olarak okuduğumda orada pek şiir göremiyorum ama “şiirsel” bir tarafı olduğunu görüyorum. Bu anlamda, ne tam bir şarkı yazma düsturu ve geleneğinden ne de bir şiir yazma geleneğinden gelmediğim için ikisinin arasında bir yerde buluyorum kendimi. Ne tam olarak şiirden ne de tam olarak şarkı yazarlığından söz edilemez gibi ama ikisinden de nüveler taşıyan bir şey diyeyim.

Müziğiniz, tarzınız “bağımsız” bir yerde dursa da teknik olarak hiç bağımsız olmadınız, şimdi de Sony Müzik ile çalışıyorsunuz. Bu “bağımsızlık”, yapımcı şirketlerle çalışma konusunda nerede duruyorsunuz?

Bu bir tercihten ziyade bir yanıyla zorunda kaldığım bir şey. Ekonomik anlamda büyük bir bağımsızlık yaşıyor olsam belki başka tercihlerde bulunabilirdim, belki de böyle devam ederdim bilmiyorum. Önce o ekonomik bağımsızlığa sahip olup buna öyle karar vermek gerekiyor sanırım, ben ona sahip değilim. Ama bağımsızlık meselesini bundan öte bir mesele olarak değerlendiriyorum. Bence bağımsızlık, sanatçının kendi müziğini bağımsız bir şey olarak ele alıp alamamasıyla ilgili bir şey. Bir şirketle çalışan bir sanatçı bağımsız müzik yapabilir ya da bir şirketle çalışmayan biri hiç de “bağımsız” olmayan bir müzik yapabilir diye düşünüyorum. Bunların örnekleri de var. Kavramsal bir yerden bakmayı daha uygun ve doğru buluyorum ve böyle bakınca bağımsız müzik yaptığımı söyleyebilirim.

‘MÜZİK İŞÇİLİĞİM ŞARKI YAZARLIĞIMIN ÖNÜNDEDİR’

Yapım şirketlerinin size yapmak istediğiniz şeyi yapma özgürlüğü sunduğunu söylüyorsunuz o halde…

En azından o vesile ile tanıştığım şirketlerle çalıştım diyebilirim. Şimdiye kadar yapım şirketlerinden hiç müziğimi nasıl yapmamı istediklerine yönelik bir talep olmadı mesela. Hatta onların bazı olumlu yorumlarını bile gözden kaçırdığım oldu bu yüzden. Benden, bana ait olmayan bir şey yapmam hiç istenmedi ama. Şirketlerle çalışma süreçlerim böyle bir ilişkilenmeyle başladığı için karşılıklı olarak bunu kotardık, bunu sağladık.

Türkiye’de müzisyenler, ki siz de dijital mecralarda çok dinlenen bir müzisyensiniz, telif gelirleriyle yaşayabilir mi?

Hayır, telif gelirleriyle yaşamak kolay değil. Ama ben yeni yeni ilk kez hayatıma bir etkisi olduğunu hissedebiliyorum. Sadece telifle yaşanabilecek bir gelir değil ama hayatımı etkileyebilecek oranda bir telif gelirinden söz edebilirim. Bu tuhaf tabii. Müzisyenlik bu anlamda bir çeşit şövalyelik Türkiye’de, çok yalnızız. Mesleki olarak sadece müzik yapan insanlar için konuşuyorum. Dinlenme sayıları gibi veriler bazen gerçek karşılıklar vermiyor ki bu da sektörde bazı şeylerin karışık ve yanlış olduğunu gösteriyor. Bu işlerin çözüldüğü ülkelerde bu dinlenme sayılarında teliflerle yaşanabiliyor örneğin ancak bizde hiç öyle değil. Müzisyenler bu anlamda yalnız ve başka yerlerden para kazanmak zorunda kalıyor. Düzenlemeler, konserler, başka sanatçılar için yapılan şeyler… Ben neyse ki müzik işçiliğiyle başlamış biriyim ve hâlâ da müzik işçiliği meselesi benim için şarkı yazarlığından bir adım öndedir.


Mahmut Çınar Kimdir?

Felsefe eğitimini son sınıfta bırakıp gazetecilik okudu. 2007-2016 yılları arasında İstanbul'da özel bir üniversitede Gazetecilik ve Yeni Medya bölümlerinde tam zamanlı öğretim elemanı olarak birçok alanda dersler verdi. 2009'dan başlayarak hem Türkiye'de hem de farklı uluslararası projelerde ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele çalışmalarında yoğun olarak görev aldı. Hazırladığı 'Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar' isimli kitap 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından; proje koordinatörü olduğu 'Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu' ise 2016'da P24 tarafından yayımlandı. 2016'da akademik kariyeri sona erdi. 2018’de, usta sanatçı Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşi ‘Bu Su Hiç Durmaz’ adıyla kitap olarak raflardaki yerini aldı. Uluslararası edebiyat ve sanat festivallerinde danışman ve editör olarak görevler üstlendi. 2017'de profesyonel müzik çalışmalarına başladı, ilk albümü 'Bul Beni' 2019'da Garaj Müzik etiketiyle yayınlandı. 2019'dan 2021 sonuna kadar Ezginin Günlüğü grubunun solistliğini üstlenen Çınar, müzik çalışmalarına solo olarak devam ediyor ve özellikle sanatsal ifade özgürlüğü üzerine çeşitli kültür-sanat projeleri yürütüyor.