Çılgın ateş ve çılgın kampanya
Yapmamız gereken, doğa kendi işini hakkıyla doğrusuyla yaparken ona engel olacak, yanan yerleri ranta, imara açacak herkese dur demek.
Pınar Ceylan Dinlemez
Temmuz ayının son günlerindeyiz.
Bölgede yaşayan insanlar için de, tüm Anadolu coğrafyası için de kara günler bu günler, hâlâ da devam etmekteler. Marmaris'te dün başlayan yangın hâlâ sürüyor ve an itibariyle birçok ormanlık alanı köyleriyle birlikte yakıp geçtikten sonra şimdi de Datça yoluna dayanmış durumda.
İki gündür Gökova'dan Marmaris'e doğru giderken 48 km. öteden dahi net görülebilen, atom bombası patlamış gibi gökte asılı kalmış hiç dağılmayan dumanlar, İçmeler ile Turunç arası sağlı sollu simsiyah olmuş toprak, o siyah toprağın arasında hâlâ yer yer görünen alevler, panik içinde kaçan insanlar, dönerken bir de Köyceğiz'in Ağla yaylasından yükselen dumanlar, iki ateş arasındaki bir bölgede kalmış olmanın verdiği his, dağları tepeleri "acaba buralarda da bir duman tütecek mi" diye bir radar gibi tarayıp durmak, fiilî herhangi bir şey yapmak istemek ama hiçbir şey yapamamak...
Yıllar yıllar önce bir tatilden dönerken Köyceğiz'in meşhur yangınına denk gelmiştik. O yangını söndürme çalışmalarına destek vermiştik. Yangını bildiğimi zannederken, Marmaris yangınında bildiklerimin hepsi yitip gitmiş durumda. Bugün gördüklerimin bir daha aklımdan çıkacağını zannetmiyorum. Çıkmasın zaten, umuyorum hep aklımda, dimağımda kalırlar.
Yuvamız dediğimiz, arada komşu ziyaretine gittiğimiz yerlerin canı bu kadar yanmışken, herhalde ormanın kıyısında yaşayan ve her gün doğanın işleyişini pratik etme şansı olan biri olarak yine de hâlâ umutluyum ve böyle bir felaketi televizyon kanallarından veya sosyal medyadan izlemenin kimi zaman daha büyük bir çaresizlik psikolojisi yaratabileceğini düşünüyorum. Ağaçlandırma kampanyalarına dört elle sarılmanın, çareyi burada bulmanın böyle bir psikolojinin yarattığı çare arayışından geldiğini düşünüyorum. Çok haklı bir duygu olduğunu anlamak hiç zor değil.
Doğada yaşayan insanlar, köylüler yaşam ve ölüm pratiğiyle biraz daha iç içeler. Ormanda yürürken bir yaban hayvanının ölüsüyle karşılaşabilir, dakikalarca yanında oturabilir insan. Cenazeler kılınır, sabahında tarlada çalışılır, akşamına düğün yapılır. Ağaç devrilir, kesilir, yakacak olarak yakılır. Şehirdeki insan için her pek alışıldık bir hal olmayabilir belki bu. Dolayısıyla tepkiler ve hareketler çok daha duygusal olabilir.
Tam da bu sebeple bundan sonra göstereceğimiz tavrın çok önemli olduğunu düşünmek gerek.
Yanan ve hâlâ yanmakta olan alanlar için yapılması gereken ağaçlandırma çalışması değil. Bunu basit bir örnekle anlatmak için bugün akşam evimin arkasındaki bir ormanlık alana gittim. Bu yer tapulu fakat uzun süredir el değmediği için ormanlaşmış bir yerdi. 1 sene önce burada jandarma denetlemesi eşliğinde büyük bir kesim yapıldı. Ormanın ortasındaki bir alan çırılçıplak kaldı. Sadece toprak vardı ve kesilmiş ağaç gövdelerinden başka hiçbir şey yoktu. Görünce günlerce ağladığımı hatırlarım. İnsan her gün gittiği bir yeri bir sabah orada bulamayınca sevdiği yitip gitmiş gibi üzülüyor. Kızıl çamlar, birkaç yaşlı meşe, altında mantarların büyüdüğü, laden, kekik ve başka bir sürü ottan, çiçekten, sarmaşıktan, yosundan oluşan orman örtüsü, hepsi bir günde gitmişti. Kesilmiş ağaç gövdelerinden ve yere saçılmış ince dallardan, kozalaklardan ibaret, gölgesiz ve çorak bir alandı artık.
Bu kış oldukça kurak geçti. Alan sıklıkla gittiğim bir yer olduğu için gözlem yapma şansım hep oldu. Baktım ki bir senede yeni bebek çamlar çıkıvermiş. Kekiklerin sayısı artmış. Meşelikler kesildikleri gövdelerinin yanından boyunlarını uzatmışlar. Bazı başka otlar nüfusu artırmış. Çalılar uzayıp kesik gövdelerin üzerini örtmüş. Doğa hemen silkinmiş, üstündeki ölü toprağını atıp mantarları, kuşları, tohumları, çekirdekleri işe koşup çalışmaya başlamış.
Bunu yapmasını kolaylaştıran şey ise kesim yapıldıktan sonra orada insani hiçbir müdahalenin yapılmamış olması.
Vicdanımız, duygularımız, çaresizliğimiz yanan yerlerin bir an önce ağaçlandırılması gerektiğini söylüyor. Ağaçların bir an önce yeşermesiyle bizim umudumuz da yeşerecek sanki. "Yoluna giren, yeşerebilen bir şeyler var".
Bunu, kampanya düzenleyen vakıflara, derneklere değil, doğaya bırakmamız lazım. Bu biyolojik olarak böyle, ekolojik olarak böyle ve tarihsel olarak böyle. Biyolog Çağatay Tavşanoğlu güzelce anlattı neden böyle olduğunu. Aynı düşüncede olan orman mühendisleri var. Bütün bu uzmanlar ağaçlandırma çalışmalarının ekolojik felaket getireceğini, ormanın sadece öylesine bir ağaç topluluğundan ibaret olmadığını, ormanı orman yapan yer örtüsü, makilikler, açıklıklar gibi birçok unsurun olduğunu, bu unsurların insan eliyle yönetilemeyeceğini, halihazırda yangınla zarar görmüş bir alanın ağaçlandırma çalışması için kullanılacak makinelerle daha çok zarar göreceğini, Akdeniz florasının milyonlarca yıldır yangınları tanıyan ve yangından sonra hayatta kalabilme üzerine kendini adapte etmeyi becerebilmiş bir flora olduğunu bulabildikleri her mecrada tane tane, bıkmadan usanmadan anlatırken neden bazı vakıflar ve dernekler büyük kampanyalar düzenleyip, bağış toplayıp ağaçlandırma yapmaya çalışıyor? Bağış toplanırken nasıl bir ağaçlandırma yapmayı düşündüklerini bile bağış istedikleri bizler bilmiyorken bir ağaçlandırma yapılacaksa da Orman Genel Müdürlüğü'nün yetki alanında olan bu çalışmaları neden bu vakıflar dernekler üstleniyor? İnsanlar samimi duygularıyla bu kampanyalara destek olup bir parça da olsun rahatlarken esas yapılması gerekenler ne olacak? Bu vakıf ve dernekler yangından önce alınması gereken önlemler konusunda neden bir kampanya başlatmıyor? Neden ormanlarımıza daha fazla fotokapan, yangın gözetleme kulesi kurulmuyor, neden artık orman muhafızlarımız yok diye niçin sorulmuyor? Yoksa bu önlemler bu vakıf ve derneklerin ilgi alanında değil mi? Bu kampanyaların parası neden halkın cebinden toplanıyor? Onlar sadece bağış toplayarak birçok uzmanın "ekoloji felaketi" olarak tanımladığı ağaç kampanyaları ile mi ilgileniyorlar?
Peki ağaçlandırma kampanyaları ile kaş yaparken göz çıkarmamak adına ne yapmamız lazım?
Yapmamız gereken, doğa kendi işini hakkıyla doğrusuyla yaparken ona engel olacak, yanan yerleri ranta, imara açacak herkese dur demek. Yangından önce alınması gereken tedbirleri ve yangın sonrası ekosistem için en doğru olanı dile getirmek. Şu umutsuzluk halinde bizler için belki uzun ama milyonlarca yıllık ekosistem için kısa bir zaman ormanın siyahlığına sabrettiğimiz esnada elimizi kolumuzu yanan ormanlardan çekmemek. Unutmamak. Orman anaya göz kulak olmak. Burada olduğumuzu, ranta imara izin vermeyeceğimizi, ormanın hâlâ yaşıyor olduğunu ısrarla ve sürekli söylemek.
Biz bunu yapmayı becerebilirsek Manavgat'ta, Mersin'de, Marmaris'te yine çam yavruları ince boyunlarını topraktan çıkaracak, mantarlar bir gecede nasıl da büyüyecek, ladenler kekikler mis kokularını saçarak açacak ve bütün bunlar doğanın kadim bilgisi dahilinde kendiliğinden, kampanyasız da olabilecek, göreceksiniz.