Çin Modeli ve Türkiye
AKP’nin, ÇKP’nin tarihsel kurumları üzerinden kurduğu nüfuz alanı ile farklı dönemlerde, farklı yerel konjonktürler altında mümkün kıldığı büyümeyi gerçekleştirebilmesi hiç gerçekçi değil.
Emre Erol* [email protected]
Türk Lirası’ndaki hızlı değer kaybı ile sıkışan Saray Rejimi, (ihracata dayalı) yeni model söylemi ile “Türkiye’de Çin Modeli mi deneniyor?” sorusunu gündeme getirdi. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde çok öykünülen Çin Modeli, insanları heyecanlandırdı. Elbette daha sonra krizin çözümü olarak sunulan kur korumalı mevduat hesabı fikri Türkiye’de Çin Modeli’nin denenmediğini gösterdi. Tüm bu tartışmalar ortasında ilginç olan ise, bu tartışmaların Türkiye’de Çin Modeli’nin toplum açısından ne olduğunun tam olarak anlaşılamadığını göstermesiydi.
Bu yazı iki bölümden oluşuyor. Öncelikle Çin Modeli üzerine odaklanacağım. Bu kısımda iki argümanım olacak: birincisi Çin Modeli diye tekil bir modelden bahsedilemeyeceği; ikincisi de eğer Çin Modeli diye bir model varsa da bunun sadece üretim ilişkileri üzerinden değerlendirilebileceği. Daha sonra Çin’de bu büyümeyi mümkün kılan özel koşullardan birine odaklanacağım. Buradaki argümanımsa Çin Modeli’ni mümkün kılanın reform öncesi kurumlar olduğu ve bu kurumlardan özellikle hukou’nun, yani hane kayıt sisteminin her dönem özelinde politik ekonominin omurgasını oluşturduğudur.
Çin’de yerel dinamikler çok belirleyicidir ve bu yüzden de tekil bir Çin Modeli’nden bahsedilmesi pek anlamlı değildir. Bu dinamikleri anlamak içinse planlı ekonomi dönemine bakmak yeterli olacaktır. Örneğin, planlı ekonomi döneminde ağır sanayinin merkezi olarak kullanılan kuzeybatıdaki Dalian şehrinin kalkınma modeli ile Hong Kong’un komşusu olan ve planlı ekonomi döneminde göz ardı edilen Shenzhen’in kalkınma modeli aynı değil. Bu şehirlerin ortak yanları ikisinin de liman kenti olması ve iki şehirde de özel ekonomik bölgelerin bulunması. Mesela bu noktada liman kentleri ile iç kesimlerdeki kentlerin, örneğin herkesçe bilinen Şangay ile kapasite açısından dünyanın en büyük hidroelektrik barajının (Üç Boğaz Barajı) bulunduğu Çongçing’in kalkınma modelleri aynı değil. Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu yüzden de tekil bir Çin modelinden bahsetmek sağlıklı olmaz. Tam bir resim için yerel dinamikler (en eski yerleşim birimleri Mançu Hanedanlığı döneminde kurulan ve günümüze kadar gelen ilçelerdir [xiang]), yerel parti yetkililerinin amaçları (yereldeki parti yetkililerinin ulaşması gereken hedefler vardır ve bu yetkililerin çıkarları ile yerel çıkarlar her zaman çakışmayabilir) ve merkezi hükümetin hedefleri birlikte değerlendirilmeli.
Peki, Çin özelinde genel bir modelden hiç mi bahsedilemez? Bence bu noktada en sağlıklı yaklaşım, reform döneminin üretim ilişkilerinin irdelenmesi üzerinden bir okuma yapmak olur. Literatür göz önünde bulundurulduğunda üç dönemden bahsedilebilir. Çok detaya girmeden açıklamak gerekirse bu dönemlerin ilki, 1980’lerden 1990’lar ortasına kadar olan dönemdir. Çin’in bu dönemdeki ekonomik atılımının başlıca kaynağı Kırsal Girişimlerdir (xiangzhen qiye). Kırsalda komünden kolektife (toprağın mülkiyet hakkının kolektifte kalması şartıyla kullanım hakkının haneler arasında devlete yıllık belirli bir miktarda vergi ödemek koşuluyla paylaştırıldığı sistem) geçişle birlikte sermaye birikiminin önü açıldı. Bunun sonucunda Çin’deki kırsal girişimlerin sayısı arttı. Bu girişimlerin ürettiği ürünlerse (örneğin, ucuz imalat ürünü, işlenmiş tarımsal ürün vb.) - Çin aile bağları üzerinden - ihraç edildi. Buradaki önemli nokta bu girişimlerin, kırsal üretim fazlasına dayalı sermaye birikimi sonucu kurulduğu. Yani, öz sermaye ve ilişkiler ağı ile başlayan bir hikâye var.
İkinci dönem, 1990’ların ortasından 2000’lerin başına kadardır. Çin Modeli olarak en çok bilinen ve referans verilen dönem bu olsa da Türkiye’de bu dönemin çok iyi anlaşıldığını düşünmüyorum. Bu dönemde merkezi hükümetin ayrımcı politikaları sonucu Kırsal Girişimler özelleştirildi veya battı ve kapandı. Onların yerine hukuki (özel mülkiyet sorunu) ve mekânsal (özel ekonomik bölgeler) düzenlemelerle yabancı yatırım teşvik edildi. Bu dönemde hem kırsal hem de kentsel toprak yerel dinamiklere göre yeni yatırımlar için kullanılmıştır. Yine, kırsal girişimlerin gözden düşmesinden sonra işsiz kalan kırsal nüfus ucuz iş gücü olarak çekilmiştir. Bu yüzden sosyal açıdan çalkantılı bir dönemdir. “Demir Kâse”nin bu dönemde çatladığı söylenebilir. Bu bahsi geçen yabancı sermaye içinde yurtdışındaki Çinliler tarafından aile bağları vb. üzerinden getirilen yatırımın payı yadsınamaz. Bu yüzden bu dönem irdelenirken yabancı sermayenin Çin’e özgü yapısı göz önünde bulundurulmalıdır. Yani, Çin Modeli Türkiye’de genelde lanse edildiği gibi basitçe yabancı sermaye güdümlü ihracata dayalı bir model olarak değerlendirilemez, bu açıklayıcı olmaz ve bu yüzden tartışmayı bir yere götürmez.
Üçüncü dönemse 2000’lerin başında ve özellikle de 2008 krizi sonrası başladı ve hâlâ devam ediyor. Bu dönemin motor sektörü ise inşaat. Bu dönem yatırımlar altyapı için olduğu kadar emlak sektörüne de yapılmıştır. Öyle ki emlak sektörü bugün sıradan vatandaş için Çin’deki belki de en önemli yatırım aracıdır. Bu, sonuç mudur yoksa neden midir, bu yazının konusu değil. Emlak sektörü içinse en uygun yer, kentlerin çeperindeki kırsal topraklardır. Bu toprakların müteahhit firmalara aktarımından doğan gelir üzerinden merkezi hükümet vergi almadığından bu yöntem ağır finansal yükümlülükler altında ezilen ve çok fazla geliri olmadan ulaşması gereken yıllık hedefleri bulunan yerel yönetimler için çok avantajlıdır. Bu yüzden rant ne kadar büyük olursa yerel yönetimler için o kadar iyi olur, hem sosyal devlet olmanın yükümlüklerini karşılamak hem de büyüme hedeflerini gerçekleştirmek için gerekli geliri elde etmek açısından. Yani, Çin’de yerel ölçekte çarkların dönmesi bu rantın yaratılmasına bağlı.
Tüm bu hikâyeyi ise hukou, hane halkı kayıt sistemi mümkün kıldı, en azından devrim sonrası Çin’in en önemli kurumlarından biri olarak. Kökeni Sovyet Rusya’daki propiska’ya dayanan hukou, merkezî planlı ekonominin bir parçası olarak hanelerle ilgili belirli bilgilerin kayıtlarını tutmak amacıyla 1958 yılında yürürlüğe sokuldu ve hâlâ özünü korur şekilde yürürlükte. Burada hanenin etnik kökeni gibi demografik bilgilerin yanı sıra kütük (coğrafi) bilgileri de tutuluyor. Bu coğrafi bilgilere göre haneler tarım dışı (kentli) ve tarımsal (kırsal) olarak kategorize ediliyor. Burada iki nokta önemli. Öncelikle halk ikiye ayrılıyor. Kentlerin, kentli hanelere karşı sosyal yükümlülükleri (sağlık, eğitim, emeklilik vb.) varken kırsalda bu yükümlülük, sağlanan toprak kullanım hakkı ile devletten bireye aktarılıyor. Yani kırsaldaki hane, verilen toprak üzerinden hem devlete olan yükümlülüklerini karşılamak hem de geçinmek zorunda. Bu bağlamda toprak; katma değer üretiminin gerçekleştirildiği kırsal girişim, komün, kolektif ya da hane sorumluluğuna dayalı tarımsal üretim vb. anlamına gelebilir. Bu yüzden başka bir yerde anlatılması gereken detaylı ve ilginç bir dönemdir. Bir başka ifadeyle Çin’de devlet kentli vatandaşlarına karşı yükümlülüklerini üstlenirken kırsal vatandaşlarına karşı olan yükümlülüklerini, toprağın kullanım hakkını onlara devrederek üstlenmiyor. Ayrıca burada yine asıl sorumluluk sahibi olan merkezi hükümet değil. Sosyal sorumluluklar yerel hükümetlere ait. Yani, her kent olarak değerlendirilen yerel birimin kütük kaydı bulunan hanelere karşı sosyal yükümlülükleri var. Burada konum ile kayıtlı kişi arasındaki ilişki çok önemli. Kişi sadece kütüğünün bulunduğu yerde bu sosyal haklarından faydalanabilir. Çok basit bir örnek vermek gerekirse Şangay’a kayıtlı biri Pekin’de yaşarken sosyal sağlık hizmetinden faydalanamaz. Bunlardan faydalanması için kütüğünü aldırması gerekir ve bu kolay bir süreç değildir ve yerel kurallar büyük farklılıklar gösterir (yine yerelin önemi). Böylece Çin’de hukou’nun omurgasını oluşturduğu kırsal ile kentsel üzerine inşa edilen ikili sistem (chengxiang eryuanzhi) böyle kurulmuştur. İşte bu sistem (ya da zaman içinde toplumun özüne işlemiş kurumlaşmış kurallar dizisi) Çin Komünist Partisi (ÇKP) tarafından Çin ekonomisini (toplumunu) her dönemde kontrol etmek için kullanıldı. Bu kullanım, kurallardan ziyade pratikteki değişiklikler üzerinden gerçekleştirildi. Örneğin, planlı ekonomi döneminde Sovyetler’den etkilenen Çinli yetkililer, kentlerdeki sanayi gelişimi üzerinden Çin’in kalkınmasını amaçladı. Bunun için kentleşmenin sıkı kontrol altında olması gerekiyordu. Böylece hukou ile kırsal nüfus köylere sabitlendi ve nüfus coğrafi olarak işaretlendi. Bir başka ifadeyle, halk mekânsal olarak kontrol altına alındı ve tarım yönetimi üzerinde kontrol kuruldu. Kısaca kır, kentli sanayiyi (her anlamda) beslemek için kullanıldı. Yani, kırsal sınıf üzerine kurulu bir kentleşme ve sanayileşme programı güdüldü. Reformlarla birlikte yine hukou sayesinde nüfus mekânsal olarak kontrol edilebildi ve kentlere hücum engellenerek yerel girişimler üzerinden kırsalda ve yerelde büyüme sağlandı. Elbette bu, kentli nüfusun kırsal üzerinden beslenemeyeceği anlamına da geliyordu. İşte 90’lardaki, özellikle de kuzeybatıdaki işçi hareketleri bu çerçevede okunabilir.
Yukarıda da bahsettiğim gibi kırsal girişimleri, liman kentlerindeki, önemli bir kısmını ülke dışındaki Çinlilerinin oluşturduğu doğrudan dış yatırım ile büyüme dönemi izledi. Onu da “beton ekonomisi” izledi. Bu değişimlerde rol alan faktörleri burada tartışmayacağım. Onun yerine bu değişimlerin hukou ile nasıl mümkün kılındığını anlatacağım. Çin Modeli dendiğinde akla ilk gelen etkenlerden biri ucuz emek gücü. O ucuz emek gücü önemli ölçüde doğrudan yabancı yatırımcıyı çekmeyi başardı. Peki emek gücü sadece kalabalık nüfustan mı kaynaklanıyor? Hayır. Çin’deki ucuz emek gücü, hukou ile mümkün kılınan Mülksüzleştirmeden Birikim modelinden geliyor. İlk defa kapitalizmin yıkıcı etkilerini azaltan/etkisizleştiren bir alternatif model olarak Gillan Hart tarafından dile getirildi. Bu modelin iddiası, sermaye ile emek arasındaki çatışmasının önüne geçmek için işçi sınıfına asgarî ihtiyaçlarını karşılayabileceği kadar toprak verilmesidir. Çin özelinde ise ilk defa Arrighi, G., Aschoff, N., & Scully, B tarafından Güney Afrika bağlamındaki bir tartışmada dile getirilmiştir. Terimin David Harvey’nin günümüz kapitalizminin sermaye birikimi yöntemlerini yansıtmak için kullandığı Mülküsleştirerek Birikim’inden üretildiği aşikar.
Şehirlerdeki işçi ihtiyacı sonucu merkezî hükümet hukou üzerindeki katı uygulamayı kaldırdı ve işçilerin kırsaldan kente göç etmelerine izin verdi. Önemli nokta ise bu göçün göçe sadece geçici olarak izin verilmesiydi. Merkezî hükümet bunu hukou üzerinden düzenledi. Yani, işçilerin kırsaldan kente göç etmelerine izin verildi ama sadece ucuz emek gücü olarak; yerleşmelerine, hukou’larını taşımalarına izin verilmedi. Yukarıda da bahsettiğim gibi Çin’de kişinin hukou’su kişinin konumunun yanı sıra sosyal haklarını da tanımlar. İşte böylece yerel yönetimlerin, kırdan kente geçici olarak göç eden işçiye karşı olan sosyal yükümlülükleri çalıştığı konumdan hukou’sunun, yani kütüğünün bulunduğu yere devredilir. Yine yukarıda bahsettiğim gibi kırsal hukou sahiplerinde ise bu yükümlülük kişinin kolektifine ve verilen toprak kullanım hakkı üzerinden kendisine devredilmiş durumda. Yani, Çin’deki büyümenin en önemli sacayaklarından birini oluşturan ucuz emek gücü, hukou üzerinden maliyetin devredilmesi ile sağlanıyor. Bu maliyet devrini ise büyük ölçüde kırdan kente geçici olarak göç eden ve resmî olarak seyyar nüfus (liudong renkou) olarak sayılan kırsal hukou sahibi köylüler üstleniyor. Başka bir ifadeyle bu işçilerin kendilerine verilen toprağı kullanma hakkı karşılığında hiçbir sosyal güvenceleri olmuyor. Bu yüzden de bu toprak karşılığında kendilerine bakmaları bekleniyor. Buradaki mantık, köylülerin topraktan aldıkları mahsulle kendi azami ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri üzerine kurulu. Başka bir ifadeyle köylü toprak açısından mülksüzleştirilmeden birikim gerçekleştiriliyor. Sosyal güvenceleri olsa bile bu yükümlülükten sermaye ya da sermayenin merkezî politikalarla kümelendiği liman kentleri değil, işçinin kütüğünün kayıtlı olduğu kentsel birim sorumlu oluyor. Ezici çoğunluğu elbette ilk grup oluşturdu ve oluşturuyor. Bu yüzden bir daha “Made in China” bir ürün gördüğümüzde ucuz emek gücü ile üretimini mümkün kılan aklımıza o toprak parçası gelsin.
Bu yazıda özetle iki konunun altını çizmeye çalıştım. Birincisi, tekil bir Çin Modeli’nden bahsedilemez. Yerel dinamikler büyüme politikalarının belirlenmesinde Çin’de rol sahibidir. İkincisi ise Çin’deki politikaları Sosyalist Çin’den miras kalan kurumlar mümkün kılmıştır. Bir başka ifadeyle 1979’u milat olarak alan, öncesini görmezden gelen ÇKP’siz bir okuma anlamlı olmaz.
Buradaki okuma akıllara, “Saray Rejimi, Çin’deki hikâyeyi başaramaz mı? Hatta, inşaat rantına dayalı Saray Rejimi hâlihazırda ‘Çin Modeli’ni izliyor denebilir mi?” gibi soruları getiriyor. Yanıt belli; kayyumlar, mülkî amirler ve elinin altındaki diğer devlet aygıtları ile bile Türkiye üzerinde kontrol kuramayan AKP’nin, ÇKP’nin tarihsel kurumları üzerinden kurduğu nüfuz alanı ile farklı dönemlerde, farklı yerel konjonktürler altında mümkün kıldığı büyümeyi gerçekleştirebilmesi hiç gerçekçi değil. En başta kapasite meselesi. Bu sorunun detaylı açıklaması, bir başka sosyalist dönem kurumu olan mülkiyet hakkı rejiminin hikâyesinde saklı.
*ABD, Seattle’daki Washington Üniversitesi, Coğrafya Bölümünde Fulbright Bursu ile doktora çalışmalarını yürütüyor. Çin’deki göçmen işçiler, kentleşme ve kurumlar üzerine çalışıyor.